Mevlâna’da etik ve estetik

  • GİRİŞ27.12.2025 09:20
  • GÜNCELLEME27.12.2025 09:20

Allahu teala, Kur’an-ı Kerim’de, “bediussemavati ve’l-ard / Gökleri ve yeri yoktan ve örneksiz en güzel şekilde yaratandır” (Bakara Suresi; Aeyet: 117) buyuruyor. Daha başka ayetlerde ise Halık’tır, Bari’dir, Musavvir’dir buyruluor. İnsan da Kur’an’da “ahsen-i takvim” ve “eşref-i mahluk” bir varlık olarak niteleniyor. Yine Kur’an’da âlemin muazzam bir düzen içerisinde işlediği ifade edilmektedir. 

Güzellik karşısında, buna iyilik, hakikat, ulvilik de dâhil olmak üzere insanın yaşadığı yüksek derecedeki zevk deneyimidir. İnsan güzellik karşısında yaşadığı zevk duygusunu, bilişsel anlamdaki sevgiyle oluşan mutluluğunun kaynağını, kendini var eden  gücü düşünerek karşılaştırır. Bu bedii tecrübe ile iman tecrübesinin birbirine yakınlığını hatta iç içe geçtiğini gösterir. Güzelliğin hakikatle buluşmasıyla bedii tecrübe gerçekleşir. 
İslam medeniyetinde estetik kavramını karşılar şeklide bediiyyat, bedii, ibda’, hasen, hüsn, cemal, hüsnücemal kavramları kullanılmaktadır..  Güzellikle ilgili olarak ifade edilmeye çalışılan şeyler estetik deneyimlerdir. Bu dinî tecrübeyi andıran veya ona çok yakın olan bir tecrübedir. Estetik tecrübe dinî duyuş ve kavrayışta çok büyük yeri olan deneyimdir. İman tecrübesi bir anlamda estetik bir tecrübedir: Kur’an’da “Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş” (Hucurat Suresi, Ayet: 7) buyruluyor. 

Mevlâna Celaleddin Rumi, Kur’an ve hadislerin ışığında ve kendisinden önceki Müslüman düşünürlerin yolunu izleyerek şöyle düşünür: “Sana rüyada kötü şeyler gösterildi. Onlardan ürktün, halbuki o kötü şeyler, senin suretinde. Hani aynaya bakınca yüzünü çirkin görüp aynayı pisleyen zenci gibi! Tükürmüş de, sen çirkinsin, lâyığın ancak bu demiş. Aynadaki çirkinlik, senin çirkinliğin a kör ve aşağılık adam!” (Mesnevî, IV, 2489-2491).

Mevlânâ'ya göre güzellik, sadece görünen, zahiri bir güzellik değil; varlığın özüne sinmiş ilahî bir hakikattir. İnsanın güzel olanla karşılaşmasında aslında kendi düşünceleri, Rabb’inden gelen nuru hatırlar. Mevlâna gerek insanın içinde bulunan güzellik duygusunun ve gerekse dış âlemde var olan güzelliğin hep Hakk’ın güzelliğinden kaynaklandığını söyler ve bunun da “Allah güzeldir, güzelliği sever” hadisiyle irtibatlandırır. “Dedim ki: eğer güzelsem bu güzelliği O’nun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinler bile bana güler! Çaresi şu: Kendime bakayım, kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim? O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?” (Mesnevî, II, 77-79). Mevlânâ, estetiği, gönül terbiyesi, ahlâk güzelliği ve insanın iç yolculuğu ile birlikte ele alarak, “güzel görmek” ile “güzel olmak” arasında yeniden yapılandırmaya davet ediyor.

MUTLAK GÜZELLİĞİN TECELLİLERİ

Mevlâna’nın estetik düşüncesi, ontolojik bir temele oturmaktadır. Mutlak güzellik her bir varlıkta tecelli ederek kendini göstermektedir. Kısaca Mevlâna güzelliği “mutlak” ve “izafî” olarak iki şekilde ele almaktadır. Mevlana’ya göre gerçek güzellik, Mutlak güzelliktir ve Tanrı’nın güzelliğidir. Çünkü Tanrı, güzelliği bizatihi, kendinden olan Varlık’tır. Diğer bütün güzellikler, var olandaki güzellikler, izafîdir ve Tanrı’dan derecelerine göre, pay aldıkları nispette güzeldirler. Çünkü güzellikleri bigayrihidir, kendi varlıklarından değildir; nisbi varlıkta nisbi güzellik bulunur. 

Mevlâna’nın da temsil ettiği tasavvuf ekolüne göre insan, âleme baktığında bu güzelliği her varlıkta seyr ü temâşa edecektir ve her şeyde bir güzellik bulacaktır. Dolayısıyla insan olsun, hayvan olsun, bitki olsun, görünen ve görünmeyen her şeyi güzel bulacak ve sevecektir. Var olanda Varlık’ın yansımalarını fark edecek, ilim, irade ve kudret sıfatlarının tecellilerini temaşa etmektedir. Çirkin addedilenler bile sîrette, yani özde güzeldirler. İnsan, öze yönelerek ilahî güzelliği ve aşkı kendinde tecelli ettirecektir: “Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mahzar etti. Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa tanrı güzelliği görsün; ondan gıdalansın dedi. Onun için O oraya ‘Nereye dönerseniz Tanrı yüzü var’ buyurdu. Susar da bir bardaktan su bile içerseniz suyun içinde Tanrı’ya bakmaktasınız. Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er! Ama âşığın sureti, Tanrı’da fâni olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür? Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya varır da suda görünürse güneşte de hak görünür. Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sâdık kişileredir. Şeytanla hayvana tecelli etmez o” (Mesnevî, VI, 3640-3647).

Mevlâna eşyadaki güzelliğin Hakk’tan yani Mutlak güzellikten aldıkları tecelli nispetinde farklı derecelerde olduğunu yeri geldikçe vurgular: “Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir, Ahmed, erlerin güzelliği dillerinin altında gizlidir meâlinde bir söz söyledi” (Mesnevî, III, 1538-1539).

HAYRANLIKTAN AŞKA

Tanrı’nın evrendeki tecellisini seyr ü temâşa eden insanlar, Hakk’ın bütün varlıklara yayılmış olan isimlerini (hikmetini, sanatını, ilmini, kudretini) ve tüm güzelliğini görür ve derler ki: “Cihan bizim gerçek sevgilimizin güzelliğinin aynasıdır. Onlara gönül vermek, onları sevmek, hakk’ı istemenin, Hakk’ı aramanın yankısıdır. Hakk’ın düşünülmesidirMesnevî, VI, s. 181)

Tanrı’nın âlemdeki tecellisinin büyüsüne kapılan insanoğlu kendini tarifi imkansız bir hayranlık içinde bulur. İlahi güzelliğin âleme yansımasından kendi içinde, yine güzellik gibi fıtrî olan sevgi ateşi uyanır, gittikçe şiddetlenir ve sonunda aşka dönüşür. İşte bu hayranlıktan doğan aşk, onu maşukuna götürecektir.

ESTETİK HAZ VE AŞKTAN VUSLATA

Mevlâna’ya göre insan, mikro kozmik bir varlıktır. Bu, insanın kainatın bir parçası olmaktan ziyade, doğrudan doğruya kainatmış gibi ele alınmasına yol açmıştır. Bu yaklaşım, Tanrı, kainat ve insan açıklamasında da kullanılmıştır. Kısaca kainata bak insanı anla, insana bak kâinatı anla; her ikisine bak Tanrı’yı anla şeklinde formüle edilmiştir. Kemâle ererek vahdet bilincine ulaşmış insan, Tanrı’nın hem kainatta, hem de kendisindeki tecellisinden, O’nun aşkı ve Cemâlinden nasibini alarak derin bir estetik hazza erişecektir. İnsan, bu haz içinde ilahi sevgi yolunda kademe kademe ilerleyecektir. 
Her türlü dünyevî ve beşerî kaygıyı geride bırakıp O’na ulaşacaktır; böylece insan-ı kâmil olacaktır. Hatta insan-ı kâmil Tanrı’ya, Tanrı da insan-ı kâmile âşık olacaktır. Bu estetik hazzın verdiği metafizik anlayışa göre Tanrı, hem Aşk, hem Âşık hem de Ma’şuk’tur.
Aşkla Maşuk kavramları, Mevlâna’nın eserlerinde sık sık geçen kavramlardır. Aşk konusu her nerede ele alınırsa karşımıza bu kavramlar çıkar. Tanrı’yı suje olarak ele aldığımızda O, hem seven hem de sevilen olur: “Tanrı insanda kendi kendini sever” demişlerdir. Mevlâna da, insan Allah’a âşık olduğu gibi Allah’ın da insana âşık olduğunu, aynı zamanda Allah’ın insanı severken kendisini de sevdiğini söyler. Bir diğer ifadeyle Mutlak Varlık olan Tanrı, yaratıkları üzerinde sıfatlarıyla tecellisinin aksini görür ve bir kere daha âşık olur. İnsan-ı kamil de Birliğe olan Vuslat’ında kendi nefsinin gerçeğini de görür. Bu konuda Mesnevî’de şunları okuyoruz: “Sen mademki hayret âleminde ‘lillah’ sırrına mahzar oldun, ben de senin olurum. Çünkü ‘kim Tanrı’nın olursa, Tanrı onun olur” (Mesnevî, I, 1939).

Mevlâna, aynı zamanda Mutlak’ın tecellisi gereği nesnelerin güzelliğinden duyulan hazla Tanrı’ya ulaşmayı hedefleyen kişiye, estetik tavrın karşılıksız bir sevgiye dayandırılmasını öğütler. Zira Hakk’a âşık olup, O’na duyduğu hayranlığın denizinde yüzen kişi, O’ndan bir karşılık beklememelidir.

AŞK ESTETİĞİ

Mevlâna, aşk merkezli güzellik, estetik ve sanat anlayışını savunur. Onun estetik anlayışı, bir aşk estetiğidir. Mutlak güzelliğin tecellisinden hareketle yine Mutlak olana yani ilahî ve ebedî olana yükselmek gerektiği fikrini esas alır.    

Bu görüşüyle sufî ekolle, bedii zevkle kemâlatı elde etmede meşşai ekolle, varlığın ontolojik temeline aşk ve güzelliği yerleştirmekle işrakî ekolle hem fikirdir. 

Kısaca Mevlâna’nın aşk estetiği, İslâm estetiğinin önemli bir köşe taşı olduğu kadar, aynı zamanda çağdaş estetikçileri de örnek olarak etkilemiştir..

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat