Hainlerin hedefinde şimdi de gurbetçiler var!
- GİRİŞ28.08.2025 09:06
- GÜNCELLEME28.08.2025 09:06
Yıl 1971…
Bingöl büyük bir depremle altüst olmuştu.
Özellikle bizim mahalle tamamen yıkılmış, en çok ölü bu bölgeden çıkmıştı.
Akşam ezanı vaktiydi ve sağ kalanlar büyük bir panikle birlikte ciddi bir çaresizlik yaşıyordu.
İnsanlar ne yapacaklarını bilmez bir haldeyken mahallemize yeni taşınan ve adı Mücahit olan genç bir adam, büyük bir cesaretle yıkılan evine girip bulabildiği tüm yatak ve yorganları bahçeye taşımış ve o zor durumun nispeten kolaylaşmasını sağlamıştı.
Birkaç aylık evli olan bu genç adam terzilik yapıyordu.
Terzilik dediğime bakmayın, sermayesi olmadığı için açtığı dükkândaki kırık dökük bir dikiş makinasıyla zanaatını, yırtık-sökük tamiri yaparak icra edebiliyordu sadece…
Böyle bir işin ev geçindiremeyeceği belliydi.
Naçar, o da, o devrin iş bulma çarelerinden birisi olan Almanya’ya işçi yazılma yolunu seçti.
Fazla geçmeden müspet haber geldi ve on binlerce Anadolu çocuğu gibi Mücahit amca da düştü Almanya yollarına…
Tabii geride birkaç ay önce doğan çocuğunu ve gencecik hanımını bırakarak…
70’li yıllar, yüzlerce ‘gurbetçi’ hikâyesinin yaşandığı hüzünlü bir dönemi muhteviydi…
Tertemiz Anadolu çocukları, dilini bilmedikleri, tamamen yabancı oldukları ve bambaşka bir kültürün cari olduğu bir memlekete gitmişti.
Onlar orada ne kadar garipse Almanlar da onlara aynı ölçüde yabancıydılar.
Zordan da öte bir süreçti bu ve sadece Almanların yapmaya tenezzül etmedikleri işleri yapmakla kalmayıp yabancılara yönelik ahlaksız saldırılarla da mücadele etmek zorundaydılar.
İlk giden gurbetçilerin çocukları en büyük travmayı yaşayan nesil oldu.
Okullarda aşağılandılar, ötekileştirildiler ve kelimenin tam manasıyla dışlandılar.
Öyle ki, bu durum Alman çocuklarının dahi dikkatini çekti ve okul idaresinden aldıkları izinle toplumsal bir deney bile yaptılar.
Çocuklar, Almanya’da yabancılara karşı yapılan aşağılama ve ötekileştirmeye ilk elden şahit olmuşlardı.
13 yaşındaki çocukların yabancı düşmanlığı konusundaki deneyi medyanın da ilgisini çekmişti. Bu trajik hadise sonunda birçok radyo ve televizyon programına katılmış, WDR ve ZDF’de yayın konuğu olmuşlardı.
Neden, yazıya bir ‘gurbetçi’ hikâyesi ile başladım dersiniz?
Birincisi, birçoğumuzun yakından şahit olduğumuz halde, ciddiye almayıp kenarda kıyıda kalmasına müsaade ettiğimiz toplumsal bir hakikatin izdüşümü olduğu için…
İkincisi…
Evet, bu çok mühim ve can yakıcı…
Bu memleketin kaymağını yiyip de halkın onayını alamadıkları halde öteden beri sahip oldukları seçkinci konumları nedeniyle hâlâ toplumsal hadiselerde belirleyici bir pozisyonda olan gâvurdan beter güruhun, bir kez daha gözlerimize sokarcasına gündeme taşıdıkları bir düşmanlık sebep oldu bu yazıya…
Yukarıda anlattığım hikâyeden bin beterini yaşamış gurbetçiler, muhatap kaldıkları bin bir zorluğa rağmen her yıl inat ve ısrarla geldiler memleketlerine.
Orada kazandıkları paralarla ülkelerinde yatırım yapmakla kalmayıp eşe dosta da yardımcı oldular.
Senede 1 ay, hasret gidermek ve sılairahim yapmak için geldiklerinde yaptıkları tek şey, ekonomiye katkıda bulunmaktı.
Bulundukları ülkeye döndüklerinde de başarıdan başarıya koşuyorlardı.
Avrupa’da yapay kalp implante eden ilk kadın cerrah olan Dr. Dilek Gürsoy, şöyle diyordu gurbetçiliğin yakıcı etkisine dair.
“Annem ve babam her zaman okumamı istedi. "Oku, büyük insan ol, bizim gibi işçi olma" derlerdi. Bir işçi ailesinin çocuğu olmasaydım belki bu kadar azimli olamazdım.”
Gurbette yaşadıkları onca ezaya rağmen memleketlerine olan bağlılıklarından asla vazgeçmeyen bu cefakeş insanlar, senede bir kez geldikleri vatanlarında da tıpkı ‘Neo Nazi’ faşistlerine benzer bir Allah’ın belası güruhun saldırılarına muhatap kalıyorlar ne yazık ki…
Özellikle sosyal medyada kümelenmiş insanlıktan nasip almamış bu güruh, ilginç bir şekilde gurbetçileri hedef aldı bu yıl…
Aman Allah’ım ne saldırı ama…
Ağıza alınmayacak denli aşağılık küfürlerden tutun da, sanki memleketin sahibi kendileriymiş gibi, “defolup gidin” tarzındaki hezeyanlara varıncaya kadar haysiyetsiz bir kepazelik kırıla gidiyordu.
Aslında eskiden de vardı bu türden aşağılamalar ama ilk kez bu yıl bu denli yükselen bir nefret ve öfke ile karşılaşıyoruz diyebiliriz.
Toplumsal bir hadise olması hasebiyle bu tehlikeli gelişmenin de birkaç nedeni var.
“Almanya’da 40 yıldır gurbette yaşıyorum. Her zaman Türkiye hasretiyle yanıyoruz. Türkiye'ye gelmek için dört gözle bekliyoruz. Devletimizin ve Cumhurbaşkanımızın yanındayız. Türkiye için canımız feda. Vatan demek ana demek. Biz Türkiye'ye hasret gidermek için, toprağımızın kokusunu almak için geliyoruz.”
Bu sözler Almanya’ya dönerken kendisine uzatılan mikrofona konuşan gurbetçi bir vatandaşımıza ait.
Ve evet, gurbetçilere yönelik nefretin birinci nedeni maalesef bu…
Tayyip Erdoğan düşmanlığının artık Türkiye düşmanlığı ile özdeş olduğu böylesi bir vasatta Sayın Cumhurbaşkanı meselenin ciddiyetinin farkında ve şu açıklamayı yapma ihtiyacı hissedecek denli muğber…
“Yurt dışında yaşayan kardeşlerimiz, kimsenin, ana muhalefetin şuursuz aktörlerinin, üzerlerinde keyiflerince siyaset yapacakları bir kum torbası değildir.
Emekleriyle, mücadeleleriyle, sayısız başarılarıyla gurbeti sılaya dönüştüren bu kardeşlerimizin ötekileştirilmesine asla müsaade etmeyiz.”
Meselenin bu yönü elbette ki çok önemli ama bir nokta daha var ki, müteyakkız olmazsak eğer, toplumsal bir fitnenin fitilini ateşlemeye namzet.
Evet, gerçek şu ki, Türkiye, yine şer güçler eliyle bir “toplum mühendisliği” vakasıyla karşı karşıyadır!
Terörsüz Türkiye hedefine doğru hızla yürüyen ülkede, “Kürt-Türk” ayrışmasının artık eskisi gibi prim yapmaması, Suriye’deki yeni yönetim nedeniyle ülkelerine dönen Suriyelilerin istismar konusu olmaktan çıkması, işte bu şer güçleri yeni bir “toplumsal ayrıştırma unsuru” arayışına sokmuş, şimdilik de olsa “gurbetçileri” bu fitne için kullanmaya yöneltmiştir.
İşte içerdeki işbirlikçi gâvurlar bu amaca hizmet ediyorlar.
Neo Nazilerin akıllarına gelmeyen yöntemleri işbu ihanet şebekesinin değirmenine su taşıyan hainler üstlenmiş durumda.
Mesele düşündüğümüzden ve sandığımızdan da önemlidir ve açık söylemek gerekirse potansiyel bir tehdittir.
Sözün düzünü edelim!
Gâvurların içimize adeta monte ettiği bu işbirlikçilere karşı her daim agâh olmak zorundayız ve bu hainlerle mücadeleden başka bir yolumuz da yok!
Tabii “memleket” diye bir derdimiz varsa eğer…
Nihat NASIR / Haber7
Yorumlar36