Dünyanın dibi Tazmanya'nın görülecek mekanları

  • GİRİŞ25.01.2011 08:00
  • GÜNCELLEME25.01.2011 08:00

Nuray Kahraman'ın gezi yazısı 2

Güney kutbuna doğru ondan öte memleket yok!

Tekneden İniyoruz...
Memlekete dönmesem de yerleri öpebilirdim Allah’ım. Kara göründü, toprağa bastım ve artık donmuyorum; midem de yemek borumdan aşağı genelde bulunduğu bölgeye indi, daha ne isterim? Kendime gelince gözüm açılıyor. Otobüsün yanına varmadan bir patika yoldan yürütüyorlar bizi. İnsan kendini burada ıssız bir adaya düşmüş gibi hissediyor. Müthiş kareler, bir filmi izler gibi izliyor, kendinizi bu karenin içinde göremiyorsunuz. Bu güzelliğin içinde sırıttığını düşünüyor insan; kaşıklandığında görüntüsü bozulacak diye yemeye kıyamadığınız, lezzetinden ziyade sunumuyla göz doyuran yemek gibi, müthiş bir yer burası.

Görülecek Mekanlar...

Danimarka veliahtının eşi prenses Mary'nin de memleketi olan Tazmanya'nın başkenti Hobart; Avustralya'da Sydney'den sonra en eski ikinci şehir. Noel zamanı yapılan ve çok çetin şartlarda gerçekleşen Sydney-Hobart yat yarışlarıyla gündemde olan Hobart, Derwent Nehri kıyılarında, Wellington ve Nelson Dağları eteklerinde hoş bir yerleşime sahip. Tarihi binaları, renkli ufak dükkanları ve lokantalarıyla Salamanca Market şehirde hoş vakit geçirilebilecek yerlerden biri. Avustralya'daki en eski köprü olan Richmond, kanguruların, koalaların, Tazmanya canavarlarının bir arada bulunduğu Bonorong vahşi doğa parkı, Richmond hapishanesi, en eski Katolik kilisesi St. John's, Hobart’da bulunan Wellington Dağı görülebilecek mekanlar.

ÜLKEYİ YAKINDAN TANIMAK İÇİN FOTOGALERİMİZİ ZİYARET ETMEYİ UNUTMAYIN


Bu Kadar Da Olmaz Ama!

Yok, yok büyük konuşmamak gerek!
Her daim alsam da bu dersi, yine ikmale kaldım... Burası cennet derken daha da güzeli, orayı yere göğe koyamazken kuytuda kalmış, sanki keşfedilmeyi bekleyen, sanki benim sırrım, bana sır... Yeni yeni güzellikler, gözünüze inandıramadığınız üç boyutlu bir resim... Yanılmak ilk kez bu kadar keyif verdi.

Launceston’daki Cataract Gorge’a giriyoruz: Yeşillikler, çiçek bahçeleri, ağaçlarla bezeli tepeleri, ortasından akan nehri, kuşları ile cennetlerinden hoşnut diğer hayvanları... Parkın üzerinden  kuşbakışı manzarayı görebileceğimiz teleferiğe biniyoruz. Teleferikten manzarayı fotoğraflamaktan anı kaçırıyorum, ne yazık! Bana göre Tazmanya’nın en güzel ve görülmeye değer yerlerinden biri burası. Bu parkta uçsuz bucaksız patika yollar var. Doğa yürüyüşüne çıkıyoruz. Doğa yürüyüşü dediğinde böyle olmalı. Dünyanın en kaliteli oksijeniniyle ciğerlerimiz neye uğradığını şaşırıyor; bir iki öksürmenin, derin nefes alış verişlerin akabinde o da rahatına bakıyor, başlıyor kaliteli mamülü stoklamaya.

Teleferikten karşıya vardığımızda bir süre burada kalıp, doğal ortamlarında yaşayan kanguruları izliyoruz. Tavus kuşlarının adedi insanlardan fazla, dolayısıyla her yer rengarenk. Aleksandra Köprüsü’ne çıkıyoruz. Buradan bakıldığında objeler ufalıyor, lakin daha fazla manzara giriyor kadraja; elbet keyfi de birbaşka...

ÜLKEYİ YAKINDAN TANIMAK İÇİN FOTOGALERİMİZİ ZİYARET ETMEYİ UNUTMAYIN

Dönüş yolu, her yer koyun

Çoban yok, hadi hırsız tenezzül etmiyor, kurdu da mı yok bu memleketin? Yem parası olmayıp hayvanlar doğal yeşillikle otlayınca, haliyle etin kilosu 5-6 lira oluyor. Burada sebze pahalı, et ucuz. Yolda bir mezarlık görüyoruz, insan ölecekse burada ölmeli be kardeşim dedirten cinsten. Sonra bir değirmen, etrafında ne bir insan ne bir ev. Yalnızca bir dere, derenin kenarında, eskiliği heybetinden müsemma bir ağaç, ağacın  yanında ahşap piknik bankı. İnsandan izole bu diyar, terkedilmiş sanki. İnsan böyle güzel bir sevgiliyi ne hakla ve hangi akılla terkeder havsalam almıyor. Uğraşıyorum olmuyor, anlayamıyorum.

Tazmanya Canavarı!

Tazmanya canavarını göreceğimiz parka geldik sonunda. Burası her çeşit hayvanın olduğu bir hayvanat bahçesi. Tabi başrolde ‘tazmanya canavarı’ var. İnsanlar Tazmanya'yı da, canavarını da hayal ürünü zannediyorlar. Oysa ikisi de gerçek, en kötüsü ise çizgi filmlerin o meşhur canavarının çok sevimsiz oluşu. Domuzun ufağı, garip sesler çıkaran, stres altında kötü bir koku yayan, kemikleri çatır çutur parçalayan, simsiyah bir yaratık... Tazmanya canavarı (Sarcophilus harrisii) adaya özgü çokça rastlanan bir hayvan. Kürkü siyah, yüksekliği 25 cm. Boyuna oranla çok büyük bir kafası, güçlü çenesi ve korkutucu dişleri var. İsmini, çok hırçın ve ısırgan ayrıca çok aç gözlü olmasından almış. Avrupalıların gelmesinden önce, keseli hayvanları, yavru hayvanları avlar ya da keseli kurdun artıklarıyla beslenirken, bugün ağırlıklı olarak tavuk ya da ev hayvanlarını yakalıyor veya çöplerde yiyecek bir şeyler arıyor. Yiyeyecek ayrımı fazla yapmaz. Akrep bile yediklerinde en fazla hıçkırık tutar. Tasmanya canavarına yaklaşmak tehlikeli ama yasak değil. Ben denemedim ama isteyen hatıra fotoğrafı çektirebilir.

Wellington Dağı...

Wellington Dağı’na tırmanışa geçiyoruz. Bol virajlı, dar, kenarı yüzlerce yıllık devasa ağaçlarla bezeli, döne döne başımızı döndüren yolculuğun finalinde insanda olabilecek yükseklik korkusunu perçinleyecek yoksa da doğuracak bir zirve, fevkaladenin fevkinde bir manzara ve insanın yüzüne felç getirebilecek kapasitede dondurucu soğuk bizi bekliyor.

Zirveden Tazmanya tek kelimeyle nefes kesiyor. Bu nefes kesilmesinin baş musebbibi dondurucu soğuk, orası ayrı. Karların içinde donarken, ani bir dejavu ile sürat motorundaki gibi hissediyorum kendimi. Şöyle bir seyir noktasından seyr-i alem edip, koşar adım kaloriferi harıl harıl yanan arabamıza biniyoruz. İniş yolunda Allah akıl versin cinsinden bir hareketle dağdan gürül gürül akan sulardan içme çabam neticesinde, üç yudun su karşılığı sırılsıklam oluyorum. Soğuk, ıslak giysiler eşliğinde zatürre sonucunu doğurmuyorsa, bu dünyanın en temiz oksijeni kabul edilen bölgesinde olmanızdan değilde nedendir?

Yemek Molası...

Çiçek tarlaları, otlayan büyük ve küçükbaşlar ve deniz... Saatlerce ve saatlerce görebileceğiniz malzeme bu. Açlık hissimiz ayyuka çıktığında durduğumuz bir sahilde piknik türevi yemek molası veriyor, soğuktan zıplarken içimizi ısıtma amacıyla termosa saldırıyoruz. Peynir ekmek ziyafeti tekerüründen sonra sahilde bir yüyüşe çıkıyorum. Normalde sahilde yürümek sevilen, ancak kumlara batıp çıkma işkencesi neticesinde çok keyif vermeyen bir aktivitedir. Lakin bu kumsal yumuşacık ve ıslak dokunuşuyla insanın saatlerce üzerinde yürüyesi geliyor. Kutuplardan gelen buz gibi bir esinti ürpertiyor beni. Akabinde Afrika’dan gelen sıcacık yel, güneşle bir olup kanımı ısıtıyor. Kumsalda denize girenleri, çıplak koşuşturan çocukları görünce şok geçiriyorum. Bu insanların vücut ısıları kaç derece, neyle ısınıyorlar, yüzmelerine, çocuklarını anadan uryan gezdirmelerine şaşıyor, tüylerimin ürpermesiyle daha bir üşüyorum sanki.

Namaz Dinin Direği...

Namazları eda için gittiğimiz Tazmanya’nın tek camisi: Çok ferah, içerisinde çay, kahve edevatı, hatta yemek yapabileceğiniz mutfak dahi var. Kıldığım en keyifli namazın ardından ‘yolcudur abbas, bağlasan durmaz’ modunda bindiğim gemiye, yani dönüşe, yani bu sayfayı bitirişe, ezcümle yola devam ediyorum. Yollar çiçek tarlalarıyla bezeli, kartpostalda mıyız Allah’ım! İnsanın manzarayı çevirip, iyi dilekleri eşliğinde sevdiklerine postalayası geliyor. Çok sevdim ben Tazmanya’yı; keşke farklı kürelerin misafiri olmasaydık ve keşke bir daha gidebilme dileklerimle bitirebilseydim bu yazıyı.

Bir başka ülkede görüşmek üzere...

Bitti....

Köşe yazısının ilk bölümünü okumak için bu linki kullanabilirsiniz

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat