Ülkeye gelen kapalıları İranlı sanıyorlar

  • GİRİŞ21.02.2011 00:51
  • GÜNCELLEME21.02.2011 00:51

Nuray Kahraman'ın Singapur gezi yazısı 3

Kendimi Kaybettim Hükümsüzdür!    
         
Arap Sokağı’na ve Mustafa Center’a mutlaka uğramalısınız bu bir numaralı alışveriş tiyosu. Mustafa Center’a girince yanınızdaki çantayı oradaki görevliye veriyorsunuz ve saatlerce, hatta günlerce dolaşsanızda bitiremeyeceğiniz bu devasa merkezde mutlaka girdiğiniz kapıyı karıştırıp, çantanızı hangi emaneçiye verdiğinizi hatırlamayacağınızdan kapı numarasını bir yere kaydedin, bu da ikinci tüyo. Saatlerce çanta aradım oradan biliyorum.

Bu merkezde genel olarak Pakistanlılar çalışıyor ve 24 saat açık. Bana sürekli İranlı mısın demelerinden oldukça sıkıldım. Burada yaşayan arkadaşın dediğine göre kapalıları genelde İranlı zannederlermiş. Ayrıca sıkı durun, kendi gözleri küçük olduğundan Türiyelileri oldukça beğenen Singapurluların en beğendikleri özellik iri burun. Şaka yapmıyorum, şaka gibi ama şaka değil. İri burnu çok karakteristik buluyorlar, bu tüyomda ülke halkımın üçte ikisine duyrulur.

Singapur nehri ve Singapur Limanı da gezilecek yerler arasında. Ayrıca Hint Mahallesinde ışıltılı elbiseler, Arap Street’te rengarenk  kumaşlar görülmeye değer, lakin ortalama bir zevkiniz varsa almaya değer değil. 

Safahatin Dik Alası: Marina Sands Oteli...

Alışveriş merkezlerinden çıkıp rotayı şehrin tümünü görebileceğimiz ve üstü gemi şeklinde inşa edilmiş üç gökdelenden mütevellit Marina Sands Oteli’ne çeviriyoruz. İlerlerken yolu kısaltma gayretim neticesinde askeri çalışma alanına giriyoruz. Tirübündeki askerlerin direktifleriyle alandaki askerler hareket ediyor. Hareketleri şarkı söyleyerek yapıyorlar. Derken kolonlardan askerin sinirli çıkışlarını duyuyoruz. Askerlerine neden bağırıyor bu üst rütbeli komutan derken, komutanın askerlere değil yasak bölgeye giren saf turistlere yani bize bağırdığını anlıyoruz. Saflığımızı gösteren özür cümleleri, jest ve mimiklerle durumu kotarabiliyoruz çok şükür. Ne yalan söyleyeyimbir an trampet eşliğinde kurşuna dizileceğimi sandım. Allah’ım bu adrenalin menşeili risk alma kabiliyetim bir gün başıma irice bir çorap örecek, sen beni koru!
                 
Paranın Azı Karar Çoğu Zarar!

Marina Sans Oteli için bir şey söylemem gerekirse, sefahatin lüksün ve gösterişin suyunun çıkarıldığı yer diyebilirim. Turistler ellerindeki makinaların kadrajına sığdırabildikleri oranda şehri fotoğraflarken, bir yandan da gökdelenlerin arasında yüzüyormuş hissi uyandıran yerden yüzlerce metre yüksekte serin sularda çimen ve güneşlenen zenginlerin ihtişamına kayan gözlerine, görmemiş durumuna düşme riskine karşın engel olma gayretine giriyorlar. (Galeri bölümünden otel resimlerine bakabilirsiniz.)

Otelin manzarası mükemmel. Buradan şehri, okyanusu, açıkta bekleyen deniz dolusu ticaret gemilerini, 2003 yılında düryen meyvesi şeklinde inşa edilen ve ülkenin en meşhur mimarilerinden biri olan Esplanade Opera House’u, ayrıca şehri seyreyleyebileceğiniz dev bir dönmedolap olan Singaore Fly’ı ve tüm heybetiyle kükremiş aslan başı heykeli Merlion Anıtı’nı görebiliyorsunuz.
Otel çıkışı Arap Mahallesi’ni araken Hindu Tapınağı’nı buluyoruz. Neye niyet neye kısmet diyerek dalıyoruz içeri. Ama siz siz olun Hindu Tapınağına gitmeyin. Bir kaç porselen inek putu görmek için para vermek, kamera sokmak için üzerine estra para ödemek, ayakkabılarınızı çıkarttıkları için o sıcak taşlara basarak ayaklarınızı yakmak, seke seke tapınağı gezmek hiç de mantıklı değil. Üstelik madem ayakkabımı çıkartıyorsunuz, hiç olmazsa yerleri biraz temiz tutun. Tabanlarımıza yapışan kir, sıcağın da etkisiyle pişiyor, telve görünümündeki ayak falımızda yine yol görünüyor vakitli vakitsiz.
 
Nihayetinde Varıyoruz Botanic Garden’a

Burası yeşilin her tonu, hayvanın envai çeşidi ile birleştirilerek oluşturulmuş büyük ve müthiş güzel bir bahçe. Geziyoruz. Ağaçların arasından kıymetli bir mücevher gibi ışıldayan ve içerisi binlerce su kaplumbağası ve çeşitli balıklarla hıncahıç dolu gölün çevresi, gölgesinde piknik yapan insanları ağırlayan çardaklarla bezenmiş. Çizgi filmlerden anımsadığım nilüferlerle kaplanmış ve üzerlerinde kurbağaların arz-ı endam eylediği kareler şu an karşımda; çizgi değil üstelik, üç boyutlu ve gerçek. Geniş çimen araziyi frizbi veya top oynayan, hoplayıp zıplamasına bahane olsun diye aldığı köpeğiyle koşuşturan, kitap okuyan, piknik yapan, sohbet eden insanların arasından tırmanıyoruz. Bir ara halka şeklinde yere oturmuş, onlarca Hindlinin eğlencesi dikkatimizi çekiyor, oturuyor ve izliyoruz. Arkasına bırakılan mendille ebeyi yakalayamayan ortaya geçiyor ve maharetini sergiliyor.  Kimi şarkı söylüyor, kimi oynuyor, kimi de şiir okuyor. Çocuğundan, tekerlekli iskemlesinde oturan yaşlısına kadar çeşitli yaş aralığındaki güruhun ortak yönü neşe. Kahkahaları ortalığı inletiyor.

Singapur'da Orkideler bir sembol. Ulusal Orkide bahçesi cennetten bir köşe. Elliyi aşkın orkide çeşidi var. Yani bedava girebildiğiniz Botanik bahçesinde, orkide görebilmek için para ödemek zorunda kalmanız bana pek bir fırsatçılık gibi göründü ama biz dahil tüm ülkeler aynı oranda gözüaçık sanırım.

20 Saat Geçiyor, Güneş Doğmuyor Bir Türlü...

Hava kararıyor, bir ülkeye daha veda ediyor güneş. Ay doğuyor. Bitişin ve başlangıcın müjdesi denize vuran yakamoz. Uçağa biniyoruz, vakit sabaha yakın. Aynı karanlıkta, on dört saatlik uçuşun, aldığımız millerin güneşle zıtlaşmasının akabinde aynı gecenin karanlığında varıyorum ülkeme. Yirmi saat geçiyor ama güneş doğmuyor bir türlü; aynı gece ve aynı yakamozun ışıltısını bu kez ülkemin denizinde görüyorum. Aniden bir ışık farkediyorum. Ülkeme güneş doğuyor, benimse kalbime umut... Şimdi hava siyahla kızıllık arasında kararsız, çatışmadan gittikçe artan galibiyetinin neşesiyle güneş parlamakta...

------------------------------ SON ------------------------------------

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat