Yeldeğirmenlerine karşı Donkişot olunan ülke
- GİRİŞ08.03.2011 09:16
- GÜNCELLEME08.03.2011 09:16
Nuray Kahraman'ın Hollanda izlenimleri - 3
Evler Küçük Mü Küçük!
Buradaki gurbetçiler kira yerine az bir farkla ev sahibi olmayı tercih edebiliyor ama morgage usulüyle otuz yıl taksit ödeyerek aldığınız ev en fazla 99 yıllığına sizin oluyor. Yani yedi ceddinize miras bırakamıyorsunuz. Her bölgede ortak olan, trafik ve özellikle de park sorunu. Araçları nereye park edecek bu millet diye düşünemeyecek kadar eski yerleşim olan şehirde aracınıza yer bulabilmek için dakikalarca sokakları turlamanız gerekebiliyor.
Çocuk Doğurmam, Köpek Bakarım!
Yaşlı nüfusa sahip olan Hollanda’da devlet ne kadar çocuk yapmaya teşvik etse de halkını, sapkınlığın yaygın, aile kavramının yaygın olmadığı ülkede genç nüfus bir türlü artmamakta. Aile kavramı da çok ilginç. Devlet on sekiz yaşına basan gence ayrı eve çıkma hakkı veriyor ve belediye ona kalabileceği ev seçeneklerini sunuyor. Belediyenin gösterdiği evi beğenmezseniz, bir sonraki
teklifini bekleyebilirsiniz. Evlenen bayanlar için de kayınvalide gibi bir sorun yok. Çünkü anne ve oğlu dışarıda buluşarak hasret gideriyor. Öyle oğlumu özledim, evine gideyim, göreyim yok.
Çok rahat insanlar Hollandalılar. Evlerin arka taraflarının baktığı alanı izlerken, perde takma adeti pek olamayan dairelerden birine takılıyor gözlerim. El kadar bebeğini mutfağa götüren baba, mutfaktaki lavabonun suyunu açıyor ve burada yıkıyor çocuğunu. Kadınlardan çok erkekleri ilgileniyor bebekleriyle diyeceğim neredeyse. Yollarda da bebeğini, çocuğunu gezdiren babalar görüyorsunuz. Tabi genellikle çocuk doğurmak yerine köpek bakmayı tercih ediyorlar. Çocuğu bile olanların çoğunun evinde köpek var. Bir ilginç ayrıntı da köpeği olanların köpeğin cinsine göre yıllık ortalama 100 euro vergi ödüyor olması. Devlet açıkça: “Çocuk doğurun para vereyim, köpek derseniz siz bana ödeyin.” diyor.
Yahudi Kasapları Daha Güvenli!
Komplo teorilerimi bir kenara bırakıp, çok leziz bir lezzetten, şuarmadan bahsetmek istiyorum. Türk lokantalarında tadacağınız bu lezzet bildiğimiz dönerin kesildikten sonra, baharatlardan oluştuğunu tahmin ettiğim bir karışımla tavada çevrilmesi ve çeşitli soslarla sunulmasından mütevellit. Et demişken acı bir ayrıntı haber: Türk kasaplarının etlerini güvenli bulmadıklarını söyleyen vatandaşlarımız, domuz eti onlarca da caiz olmayan yahudi kasaplarını daha güvenli buluyor.
Topraklarının Dörtte Biri Denizden Devşirme!
Diğer ülkelerin aksine Hollanda kuraklık değil, toprağı kurutma derdinde. Kıbrıs adası kadar bir alanı denizden kazanmışlar, bu da toplam alanın dörtte birine tekabül ediyor. Bunu suyun sığ olduğu yerlerde denize set çekerek, iç taraflarda da kanallar kullanarak yapmışlar. Bu nedenle çoğu yerde deniz seviyesinin altında yaşıyor, kendi aralarında “Dünyayı Tanrı, Hollanda’yı Hollandalılar yarattı.” diyorlar.
1300’e yakın köprü var. En alçak bölge denizden 6-7 metre aşağı. Neredeyse yüz metre de bir kanal var. Bu nedenle kendinizi Venedik’de gibi hissediyorsunuz. Bütün kanallar birbirine bağlı durumda. Kanalların görevi su baskınlarından toprağı korumak. Çünkü yağan yağmurların da denize boşaltılması gerekiyor. Kanaldaki su düzenli olarak denize pompalanıyor ve oksijenli deniz suyu kanallara aktarılıyor.
Köylü = Şehirli!
Diğer bir ilginç nokta köyler. Bizim gibi köy şehir kültürü arasındaki devasa uçurum burada
namevcut. Köylerinde tenis kortundan yüzme havuzuna kadar her türlü konfor var. Zaten şehir evleri ve yerleşim alanları hemen hemen aynı özelliklere sahip. Gençler için apartmanlar, yaşlılar için ayrı bloklar var. Kentin patronu belediye. Şehrin büyük kısmı belediyeye ait. Öyle binam var, kiraya vereceğim demek de yok. Kime ve ne kadar paraya verileceğine belediye karar veriyor.
Ülkede işsizlik maaşı 2000 liraya yakın. En niteliksiz çalışan maaşı ise 2300 lira civarı. Çalışmayıp işsizlik maaşı alanları varın siz hesap edin. Ayrıca işten ayrılanlara devlet aldığı maaşın %70’ini ödüyor. Size iş bulduğunda beğenmedim derseniz maaş almayı sürdürüyorsunuz.
Amsterdam: Hollanda’nın Başkenti.
12. yy.’da Amstel ırmağının kıyısında bir balıkçı kenti olarak kurulan Amsterdam, şu an ülkenin başkenti, ayrıca nüfus ve gelir düzeyi en yüksek olan şehir. Kültürel faaliyetlerinde yoğun olduğu şehrin nüfusu 800 bin civarında. Tüm dünyaca bilinen eğlence hayatı, ünlü meydanları, mağazalarıyla komşu ülkeler, uzak diyarlar dahil yıllık 1.5 milyon civarında turistin adeta akınına uğruyor.
Yeşil-Beyaz Etiketli Marihuana Şehri.
Hafif uyuşturucunun serbest olduğu şehre gelen turistlerin ilk uğrak yeri maalesef “Red Light District” denilen bölge. Kadın turislerin bile koşar adım gittiği kırmızı lambalı, kırmızı perdeli vitrinlerde küçüğünden büyüğüne, zayıfından şişmanına, güzelinden çirkinine çeşitli ırklardan kadınların müşteri çekmek için rekabet halinde vitrinlerde şovlarını sergiledikleri bölgenin hatırı sayılır ziyaretçisi var. Kendilerini bir mal gibi vitrinde sergiliyor bu kadınlar. Fakir bir ülke bile değil, kadınlara çocuklara devlet yardım ediyor. Zaten çoğu insan işsizlik maaşıyla geçiniyor. Peki bu kadınların derdi ne? Doğuda kadın hakları yok diyen Avrupalılar kendini bir mal gibi satan bu kadınların hakkını neden düşünmüyor?
Şehirde arabadan çok bisiklet, polisten çok uyuşturucu satıcısı, marketten çok uygunsuz malzemeler satan dükkanlar var!
Şehrin dikkat çeken diğer bir yönü de hafif uyuşturucularının satıldığı, belli alanlarda yoğunlaşmasıyla birlikte şehrin hemen her yerinde yer alan “Coffee Shop”lar. Kapılarında yeşil-beyaz “coffee shop” yazan dükkanlarda normal kafelerde olan içeceklerin menüsü dışında bir de
uyuşturucu menüsü var. İçinde uyuşturucu özelliği olan otların olduğu çaylar, kekler, lolipop şekerler, otların ezildiği küçük iğneli kutular birçok yerde satılıyor. Benim gözlemlerime gelecek olursak, ben ne trende, ne yollarda bırakın kendine iğne yapan, hap yutan, ot koklayan birini, kafası güzele (sarhoşa) dahi rastlamadım. Bakmazsan görmezsin diyecek olursanız, bizim banliyölerdeki tiner koklayanları nasıl görüyor gözlerim ve ödüm başımdan çıkabiliyor, derim.
Böyle güzel bir ülkenin başka ne gibi sorunları var derseniz, iri lağım fareleri derim. Kanallar ülkesinde olmaması düşünülemez canlılar, ürkütücü ve sayıları oldukça fazla. ‘Farelerle mücadele birimi’ dahi var. Yani, evinize giren fareler için itfaiye gibi bu birimi arıyorsunuz, onlar da geliyor ve yakalıyor.
Sapkınlığın Zaferi!
2004’e kadar Hollanda da 6.000 eşcinsel evlilik yapılmış. Onlara özel bir hoşgörü var. O kadar yaygın ki, normal ilişkiler yaşayanlar gitgide azalıyor. Onlara ait sokaklar, dükkanlar, barlar, hatta sinema ve tiyatrolar bile var. Kişisel tercihlere, özgürlüğe(!) o kadar saygılı bir ülke ki, 2001 yılından beri ötenazi bile serbest. Eşcinselliğe karşı bilgilendirme çalışması yapan din adamları devlet tarafından özellikle engelleniyor. “Devlet halkın sapkınlıktan kurtulması için neden destek vermiyor, neden çalışma yaptırmıyor?” dediğimde dumura uğradığım bir yanıt alıyorum. “Meclis, dahil devlet birimlerinde eşcinsel olmayan kaldı mı ki?”
Çiçekçi Hollanda...
Dünya çiçek pazarının yarısını elinde tutan Hollanda, tarım ve gıda maddeleri ihracatında Avrupa’da
FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ... |
birinci ve tohumculuk konusunda da çok ileri konumda. Türk lalelerini melezleştirip, farklı şekil ve renklerde üretmeyi keşfederek, lale soğanı ihracatında rakip tanımayan Hollanda, aynı zamanda Rusya’dan sonra Avrupa’nın en büyük doğalgaz rezervine de sahip. Allah yürü ya kulum demiş ne diyelim. Ayrıca 2020 yılına kadar ülkenin enerji tüketiminin%10’unun yeni enerji kaynaklarından karşılanmasını hedefliyorlar. Bu mahvelde gübre, rüzgar ve güneş enerjisine önem veriyorlar. Peki buna ne diyelim? “Çalışan kazanır.” uyar mı?
Müzeler Şehri Amsterdam.
Amsterdam çok farklı alanlarda müzelere sahip bir şehir. Sayıları fazlaca olan sanatsal ve tarihi eserlerin sergilendiği müzelerin yanında, bilimi test ederek keşfetmek için Nemo Bilim Müzesi, İşkence Müzesi, ünlü kişilerin balmumu heykellerinin olduğu Madam Tussaud gibi 3 eurodan 20 euroya kadar giriş ücretleri olan kırkın üzerinde müze var. Van Gogh müzesinde Van Gogh’un hemen her yerde görüp bildiğiniz resimlerinin yanında daha önce hiç görmediklerinizi de görebilirsiniz. Başka sanatçıların eserlerinin de sergilendiği bu müzenin giriş katında Van Gogh resimleri kullanılarak yapılan şemsiye, kalem, defter, saat, fincan, mauseped gibi birçok materyal ve kitaplar alınabiliyor.
Van Gogh Müzesi çıkışında şehrin iki büyük parkından birisi olan Vondelpark'ta bir tur atabilirsiniz. Kanal boyu evleri, Kraliyet Sarayı, Eski ve Yeni Kilise, Magna Plaza (alışveriş merkezi), Merkez İstasyon ve Rijks Müzesi gibi güzel binaları da görmeden geçmemek gerekir. Zaten birçok yerde yollar, araba, yaya ve bisiklet yolu olarak üçe ayrılmış durumda. Durum böyle olunca her yerde bisiklet parkları da var ama insanın kendi bisikletini burada bulması oldukça zor gibi görünüyor. Şehrin kuzey bölgesinde bulunan “Volendam” kasabasına da otobüsle gidiliyor. Limanı ve sevimli evleriyle çok güzel bir kasaba. Peynir fabrikasıyla ünlü Marken’e de gidilebilir. Ayrıca yel değirmenlerinin gezilip görülebileceği şehirden trenle 15 dakikada gidilebilecek olan Zaandam da var.
Balıkçı Kasabası Volendam...
Liman boyunca birkaç güzel kafe, restoran ve hediyelik eşya satan dükkanlar sıralanıyor. Buralarda biraz canlılık var; ama ara sokaklara girince, tek katlı, üçgen çatılı yan yana mükemmel evlerin etrafında hiç kimseler görünmüyor. Evlerin çoğunun yapısı birbirinin aynı. Perdeleri açık kocaman pencerelerden görünen geniş bir salon... Amsterdam'dan sadece yarım saat uzakta olmasına rağmen, hayat burada çok sakin akıyor. Sahilde yürüyor, oturduğumuz banktan denizi izliyoruz. Geri dönmeden küçük dükkanlarda satılan hediyelik eşyaları inceliyor, kendimiz ve sevdiklerimiz için lale, çarık, porselen bebek gibi ülkeye özgü materyaller alıyoruz. Bunlara para vermek yerine inekleriyle ünlü Hollanda’nın sütünü götürmek isteyen arkadaşımıza şaşmamı, sonra havaalanında sütünü çöpe atan görevliye kızgınlıkla bakışını asla unutamam.
Sigara Paketinden Duvar Kağıdı!
Arabayı bıraktığımız parkın karşısında bir müze olduğunu farkederek koşar adım müzeye giriyoruz. Adamlar neredeyse kendi evlerini müzeye çevirip antrede bilet kesecek. Müzelerden kazandıkları parayı doğalgaz rezervlerinden kazanıyorlar mı çok merak ediyorum doğrusu. Müzede eski Hollanda yaşamı, kıyafetleri sergileniyor. Balıkçılıkla iştigal eden eski Hollandalıların teknesinden bir kesitte,
tekne içinde oyulan bölümde yatan balıkçıları, dondurucu soğukla başetmek için yatak kenarında yakılan sobayı görüyoruz. Müzede Hollanda’nın balıkçılık gibi olmazsa olmaz diğer bir mesleği ressamlığında izleri mevcut. Her yer olağanüstü güzel tablolarla dolu. Yağlı boya resim hayranı olarak kendimden geçtim diyebilirim. Parayı bulup lüks araba koleksiyonu yapan sonradan görmelere kızarken, itiraf edeyim ki ben aynı durumda olsam müzayedelerden çıkmayıp, bu şaheser tabloların müdavimi olabilirdim, Allah korusun.
Müzenin bir bölümünde kral, kraliçe ve prensin eski resimleri sergilenirken, yanımıza gelen müze görevlisi duvarları kaplayan parlak malzemenin sigara kutularının bir bölümünde bulunan parlak kağıtlardan yapıldığını anlatıyor. Aynı şahıs kutunun kağıt bölümüyle de enteresan başka birçok çalışma yapmış. İç sesim: Bir tiryakinin kafayı yediği an, bütün bunlar için amcam acaba kaç paket sigara içti, ne kanserinden öldü, çocukluğuna inildi mi adamcağızın, çok mu dayak yemiş acep derken, dış sesim: “Oh my god! Ne ilginç, ne mükemmel çalışmalar, bu kadar ufak parçalardan odalar dolusu duvar kağıdı nasıl yapar bir insan evladı?”diyebildi. Ne yaparsın, kibarlık genelde yalanı zaruri kılar.
Bisitlet Tutkunları İçin Mükemmel Bir Ülke.
Ertesi gün erkenden yürüyüşe çıkıyoruz. Her mahallenin kendinden büyük parkları var. Parklarda yürüyüş parkuru, çocuk oyun alanları, elbet kanallar, köprüler ve çocuklara hayvan sevgisini aşılama amaçlı mini hayvanat bahçesi mevcut. Burada çocuklar hayvanları sevebiliyor ve besleyebiliyor. Çevredeki kreşler düzenli olarak çocukları buralara getiriyor.
Ben arkadaşlarla yürümek yerine bisiklete binmeyi tercih ediyorum. Düz araziyi, bisiklet yollarını ve müthiş güzellikte Amsterdam’ı bulan her bisiklet tutkunu gibi ben de bu fırsatı tepmiyor, sevindirik oluyorum. Bisikleti olmayan arkadaşım komşudan rica ediyor. Ancak bayanları dahi 1.80 küsür olan bu milletin bisikletleri de bir acayip. Bisiklete mi bindim ata mı bindim anlamıyorum. O büyük iki tekerin üzerinde seyreylerken manzarayı, itiraf edeyim aklımın bir yanı nasıl ineceğimdeydi. Sadece bisikletler mi; kıyafetler, ayakkabılar, hatta çoraplar bile büyük burada. İnsanlar dev gibi olunca materyallerde büyüyor. Ne varsa atalarımızda var: “Sulak yerde mi büyüdün?” deyişimiz burada tecelli ediyor. Sular içersinde bir ülke ve devasa insanlar...
En keyifli gezimi yaşıyorum. Yürümekten çok fazla hoşlanmayan biri olarak nefesim kesilinceye kadar pedal çevirmeye her daim varım. Yollar, kanallar, ağaçlar, yeşil, mavi, sarı ve kahverengi, ortalıkta özgürce gezen kuşlar, tavuklar, horozlar, her nevi canlı. Sukunet, dinginlik, güzel kareler, güzel insanlar ve size yöneltilen meraklı bakışlar olmadan geçirdiğiniz anların, özgürlüğün dokunuşu.
Hediye Sorunsalına Pratik Çözümler.
Şehirdeki mağazalarda elektronik eşyaları Türkiye’ye kıyasla daha uygun fiyatlardan satın alabilirsiniz. Ütü, saç kurutma makinası, blendır gibi küçük ev aletleri yakınlarınız için oldukça makbul
hediyelikler olabilir. Burada sattıkları ürünlerin, ihraç ettiklerinden daha kaliteli olduğunu söylüyor arkadaşlar, valla ben onların yalancısıyım.
Çocuk kıyafetlerini de tavsiye edebilirim, uygun ve değişik ürünler mağazalarda. Şekercilerde helal olduğunu belirten renkte etiketli ürünler var. Ağızda lastik gibi çevirdiğiniz her çeşit renk, şekil ve tatda şekerlemelerin müdavimiyseniz tavsiye olunur. Ve elbette ki çikolata... Çikolata hediye için en ideal ürün. Hem lezzeti hem de bizdekilerden oldukça uygun fiyatlarıyla bavulunuzun dörtte birini kaplayacak emin olun.
Yeldeğirmenlerine Karşı, Don Kişot Olabilmek!
Yeldeğirmenleriyle ünlü Kindedijk kasabasına gidiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yel değirmenini bir arada göremezsiniz. Hava, rüzgar, bulutlar ve bu müthiş mimarinin kanat çırpışlarının suya yansımasıyla oluşan görsel şov, insanın hayranlık hormonuna tavan yaptırıyor. Kasabalı 18. yüzyılda başlamış bu değirmenleri yapmaya ve şu an 19 değirmen bulunuyor. Bazıları halen işlevlerini yerine getirirken, turistik amaçla, hatta dünyanın en ilginç evi olarak kullanılanlar dahi mevcut. Tekerlekli evler, tekne ve değirmen evleri derken Hollandalıların marjinallik tutkusundan emin oluyorum.
Kindedijk Elshout’da bulunan bu açık hava müzesi, 1997’de dünya kültür mirasları listesine alınmış. Çevreye duyarlılıklarıyla bilinen Hollandalılar bataklıkları kurutmak ve su baskınlarını önlemek amacıyla halen kullandıkları yeldeğirmenlerini çok sevmişler. Özel günlerde onları süslüyor ve evlilik merasimlerini onun önünde yapmayı bereket olarak kabul ediyorlar. Yerel şarkılarında, atasözlerinde ve hikayelerinde değirmenlerden büyük övgüyle bahsediyorlar.
Allah Çektirmesin!
Girişte yine resmimiz çekiliyor. Üzerimde katbekat şal, “Ne çekiyorsun kardeşim?”diyemeden ilerliyoruz. Yeldeğirmenlerinin insan üzerinde garip bir tesiri var. Su ve rüzgarı ortak çalışmasıyla dönen pervaneleri ve çarkları ile can gibi, yaşıyor gibi. Servantes deli değil. İnsanı delirten değirmenin büyülü tesiri.
Don Kişot’dan bir farkım varsa, ben saldırmaya cüret edemem, korkarım. Su, bitki ve güneşin doğal güzelliğine o denli uyumlu ki, o da kendiliğinden olmuş, hep varmış gibi. Neden olmasın? Buğdayı, ekmeği veren Yaradan, öğüten değirmeni neden vermesin? Onu yapan kudreti, aciz kulunun zihnine üfleyen yine “O” değil mi?
Değirmenlerin içini geziyoruz. Buğdayın nasıl öğütüldüğünü, su ve rüzgar yardımıyla dönen kanatların o koca taşı nasıl döndürdüğünü görüyoruz. İnce uzun basamaklardan tırmanıp üst katı ve dışarıya çıkarak da değirmenden manzarayı izliyoruz. Deniz üzerinde öbek öbek köprülerin birbirine bağlandığı toprak parçaları üzerine kurulu içinden “Hansel ve Gratel” çıkacak gibi duran köy evleri, diğer değirmenler, kuşlar, ördekler, bulutlar ve yüzünü eskitmek istemeyen bir artist edasıyla çok nadir görünen nazlı güneş manzaradan payımıza düşenler.
Değirmenin içersinde bir de anı defteri var. Turistler buraya izlenimlerini yazabiliyor. Arkadaşımız cebindeki akrebin dürtmesiyle ‘Ülkeniz güzel ama pahalı, adım başı para almayın!’ mealinde sitayiş türevi cümleler kuruyor. Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış babından.
Değirmenden inip çevre tarama işlerine girişiyoruz. Bir değirmenin içersinde satılan porselen bebekler o kadar güzel ki dayanamayıp alıyorum. Buranın porselen bebekleri ünlü, size almanızı ama benim gibi yapmayıp bavula koyarken iyice sarmanızı öneririm. Zira canım bebeğin şu an bir bacağı yok!
Evler çok otantik. Ormanda kaybolduğunuzda karşınıza çıkmasını isteyeceğiniz, çizmeniz istendiğinde resmedeceğiniz, emekli olduğunuzda bir sahil kasabasında sahip olmayı hayal ettiğiniz türden. Evlerden bazıları hediyelik eşya satmak, yahut müze formatında fiş keserek gezilmesi için halka açılmış. Bu evlerden peynirin nasıl yapıldığını anlatan müzeyi geziyoruz. Dev kazanlarda kaynatılan süt kestirilerek birçok işlemden geçiriliyor ve sonuçta Tom ve Jery filmlerindeki gibi tekerlek şeklinde peynir hazır hale geliyor. Hollanda’da envai çeşit peynir, kaymak ve benzeri süt ürünleriyle kahvaltılar ziyafet havasında geçiyor.
Başka bir evin girişindeki ördeği kovaladıktan sonra içeriye uzanıyoruz. Burası da ekmeğin nasıl yapıldığını anlatıyor ama onun için de para vermeniz gerekiyor. “Yürüyün arkadaşlar nasıl yapıldığına değil ekmeğin kendisine para ödeyelim bari karnımız doysun.” diyorum ve rotayı çeviriyoruz Keukenhof’a.
Hollanda’nın Meşhur Lale Bahçeleri.
Burası için cennetten bir bahçe desem inanın ki abartmış sayılmam. İnsan acziyetimizle daha fazlasını tahayyül dahi edemeyiz. Şüphesiz Yaradan katbekat fazlasını varedebilir ama bizim dimağımız onu tasarlamakta son derece yetersiz.
Yemyeşil alan, görmüş geçirmiş ağaçlar, tablo gibi işlenerek, matematiksel hesaplarla ekildiği aşikar laleler ve daha başka envai çeşit bitki, akan nehir ve köprülerle tam bir görsel ziyafet sunuyor size. Afiyet ola!
24 Nisan’da Hollanda’da festival zamanı lalelerini Keukenhof bahçesinde gezip geçit törenini seyredebiliyorsunuz. Bu şenliklerde yapılan geçit töreninde ülkeleri simgeleyen araçlar ve o ülkeyi anlatan konsept tamamiyle rengarenk çiçeklerden hazırlanıyor. Türkiye arabasında bir ilahi eşliğinde semazenler dönüyor örneğin. Geçit törenindeki arabalarda şekiller daha çok sümbül kullanılarak yapılmış. Kim bilir kaç tarla dolusu sümbül kullanılmıştır bu tören için! Geçit töreninin olduğu gün Keukenhof bahçesinde iğne atsan yere düşmeyecek şekilde dünyanın her tarafından çiçek meraklıları var. Hasattan sonra uçsuz bucaksız tarlalar bomboş olduğundan buraya gelmek isteyenlere nisan ayını kaçırmamaları önerilir. Ama ben üşümek istemiyorum, yaz sıcaklarında geleyim derseniz gezmekle bitiremeyeceğiniz park size kafi gelir diyebilirim.
Bu doğa müzesinin birçok noktasına kurulmuş cam fanus tarzı kapalı mekanlarda çiçek ve yöresel materyallerle sanatçılar tarafından oluşturulmuş çalışmalar sergileniyor. Çiçeklerle eşyanın çeşitli kombinasyonları oldukça ilginç. Buradan çiçek, tohum, çok mu çok ucuza orkide de alabilirsiniz.
İlerliyoruz ve karşımıza bir göl çıkıyor. Yanına konan kayıklar, susayan dallarını içersine sarkıtan ağaçlar, ince patika yollar, gölün içindeki fıskıyeler ile benim gibi el değmemiş doğa meraklısı olanlar için mükemmel bir yer burası. Zeminine çakılmış elips şeklindeki ahşap parçalara basarak gölün üzerinde yürürken, insan kendini nilüferlerin üzerinde sekerek ilerleyen kurbağalar gibi hissediyor.
Hangi çiçeğin mucizevi rengini, hangi manzaranın doyumsuz güzelliğini, insan eli değilerek arttırılmış, yoğun emek ürünü hangi mükemmel çalışmayı fotoğraflayacağımızı şaşırmış halde yorgunluktan tükenen organizmamızı, lale tarlalarından geçen derenin kenarındaki banka usulca bırakarak, bir günün de böyle güzelliklerle vedalaşmasını üzülerek izliyoruz. Güneş batıyor... Bir ülkeye daha veda ederken tüm heybetiyle, tüm acziyetimizle biz, ona eşlik ediyoruz.
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol