Gerçek İran
- GİRİŞ26.03.2011 06:43
- GÜNCELLEME26.03.2011 06:43
İran Gezi Notları - 3
Ertesi gün geldiğimiz düğün evi, hayretlerimize tavan yaptırıyor. Düğünler üç gün sürüyor ve adeta dinsel bir ritüel şeklinde kutlanıyor. Bize uzun ve maraflı gelince, eskiden çok daha uzun sürdüğünü söylüyorlar. Yani şu kırk günlük düğünler martaval değil gerçekmiş. Şu haliyle bile fazla geldi, otuz yedisi eksik kalsın diyoruz.
Evler oldukça geniş ve genelde iki katlı. Geniş salonu düğün için boşaltılmış; sandalyeler ve ikram için önlerinde sehpalar var. Düğün boyunca o sehpalardan, meyve, çerez ve kurabiyelerden oluşan ikram hiç eksik olmuyor. Azaldıkça ilave ediliyor ve çay ikramı on iki saat non-stop.
Kadınlar Oturuyor, Erkekler Dört Dönüyor!
Ne umduk, ne bulduk? Ataerkil bir toplumun kadın bir ferdi olarak, ne yalan söyleyeyim İran’a gidince bize özenen, ezilmiş kadınlarla karşılaşacağımı zannediyordum. Lakin benim kıskançlık duygularımı kamçılayan bir sahneyle karşılaştım. Süslenip, amiyane tabirle “şıkıdım, şıkıdım” kıvamına gelen hatunlar, tüm eda ve zerafetleriyle kurumlanırken, demleme çay gibi her an servise hazır beyefendiler ortalarda dört dönüyor. Biri salatayı yaparken, diğerleri eşyaları yerleştiriyor, sehpaları diziyor, kız babası çayımı bile doldurmama izin vermiyor, o getiriyor. Kadınları etrafıma toparlayıp, elimde olmadan başlıyorum bizimkileri karalamaya. “Bizde kadınların düğün ve davetlerde hizmet etmekten canları çıkar. Erkekler tercihe göre, süs bitkisi ya da köşe yastığı formunda etkisiz eleman işlevindedir. Yine bizde kadının elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak, yine aynı kadının mutfak haşlığından yapılan kesintilerle taksitlendirilerek alınan bulaşık makinası zannedilir.” Anlam veremediğim bu kadının el üstünde tutulma olayına gelin açıklık getiriyor. “İran’ın ilk dönemlerinde taptıkları ilah kadındı. Bu yüzden geleneğe yerleşmiş bir kadına saygı hakim.”
Gerçekten de İran kadını çok okuyor, eğitim seviyesi yüksek, özgüveni oldukça fazla ve her alanda kendilerini ortaya koyuyor. Ve özellikle belirtmek istediğim, tarihlerinin her safhasını ayrıntılı bir şekilde biliyorlar, her alanda miraslarına sahip çıkıyorlar ve inatçı seviyesinde kültür ve ananelerine bağlılar.
Bizde sokağa çıkıp sorulsa Yavuz Sultan Selim’in babası, aynı zaman da Fatih Sultan Mehmet’in oğlu olan padişahımız kimdi diye, böyle kolay bir suali bile bilebilen kaç kadın ve hatta kaç adam çıkar? Kadınlarımız ünlülerin sevgili listesiyle, erkeklerimiz yerli yabancı ayırdetmeksizin futbol kulüplerinin kadrosunu öğrenmekle meşguller. Nokta.
İran’ın Düğünlerinde Ritüeller Hakim.
Gelin ve damadın oturacağı koltukların önünde, dizaynı epey vakit almışa benzeyen bir sunum yer almakta. Çok büyük beyaz örtünün üzeri değişik objelerle donatılmış. İçinde nilüfer çiçekleri olan su dolu kavanozlar, Kur’an, meyve sepetleri, takılar, bereketi sembolize eden bal gibi bir sürü materyal… Gelinin amca oğlu acayip komiik bir insan. Nilüfer koymak için fanusu istenen kuzen kendisine gelerek: “Balığımı akvaryumuna koyayım?” mı demiş. “Ben pirana besliyorum, gelmiş balıkları iri diye birşey olmaz zannediyor akıllı. Valla sence sakıncası yoksa, bence hiç sakıncası yok, dedim.” diyor. Tabi hazır yem, onun için hava hoş. Fonusudaki balıkları boşaltınca aniden suda bir arbede yaşanmış. Ufacık piranalar, koca koca balıkları saniyeler içinde kılçıklarından ayırmış doğal olarak.
Bu erkekler ne kadar soğukkanlı. Kızın balıklarıyla birlikte çırpınışlarını ne de güzel, gülerek anlatabiliyor. Kız da safmış ne diyelim, koca ineği iki dakikada pirzola kıvamına getirebilen bir canlı pirana. Onu besleyen de pisikopat olur haliyle.
Konsept ve sürekli çalan müziğin tınısı Hint filmlerindeki sahneleri çağrıştırıyor. Gelin ve damat parmaklarına çaldıkları balları birbirlerine yediriyor; üzerlerine gerilen örtünün altında bekleşirken, tepelerinde duran genç kızlar ellerindeki iri şeker kütlelerini birbirine sürterek ufalıyor. Zarf da verilen paralar da dahil olmak üzere takılan her takı açık, açık hem kameraya hem de ahaliye gösteriliyor ve her takı alkışlarla taçlandırılıyor. Gelin ve damadın karşılıklı danslarında, damat sürekli geline para veriyor ve gelin iskambil kâğıdı gibi sıraladığı parayı, oyunu eşliğinde izleyenlere gösteriyor. Azerilerin düğününü görünce, Farsilerin düğünleri nasıl oluyor merak ediyorum.
Şeyh Görünümündeki Mollalar.
İlk gün nikâh faslı hariç düğünlerde harem-selamlık uygulanmakta. Nikah kıymak üzere gelen molla dedikleri yaşlı din adamına hürmette kusur etmiyorlar. Uzun sakalı, başının üzerinde şalı, cübbesiyle tam bir molla. Dualar okuyor, damada yemin ettiriyor. Damada sorduğu soru ve yanıtını üç kez tekrar ettiriyor. Zamanla damada acımaya başlıyorum. O kadar geleneği uygulayıp, kendisine biçilen her rolün hakkından öyle ustaca geliyor ki, kaçmadığına göre oldukça seviyor diyorum. Gelin: “Biz de ayrılmak olmaz.” diyor. Tabi bu kadar uğraşıp evlenen damat, hiç ayrılmayı göze alır mı? Zor elde edilen kıymetli olur elbet.
Durdurun Dünyayı Başım Dönüyor.
Üç gün düğün, sürekli müzik ve dans, kafalarımız bir dünya oluyor. Müziklerimiz İran’da oldukça popüler. Kuaför dükkânlarını Muazzez Ersoy, Ebru gündeş bibi şarkıcıların resimleri süslüyor. Gelen misafirlerin kıyafetleriyle ekibimiz adeta dumura uğruyor. Örtüsünü bir odada çıkaran bayanlar, mini etekleri ve transparan kıyafetleriyle şaşırtıyor bizleri. Yüzlerce kadın, hepsi açık, bizim grup örtülü. Baskıdan yakınıyorlar, Türkiye’yi övüyorlar, çok seviyorlar. Yer değiştirmeyi öneriyorum. Burada açık, bizim orada örtülü çalışamıyorsunuz, ne tezat!
Kelle Koltukta, Ellerinde Kadehler!
Takılar, makyaj, kıyafetler hepsi, şaşalı ve abartılı. Altın çok sıradan, takı dediğin pırlanta olmalı. Sürekli dans ediyorlar. Erkeklerin bazıları kapıda içki içiyor, yakalanırlarsa başlarına geleceği bile bile. Burada herkes birbirini ihbar etmek üzerine şakalar yapıyor. Haram bu kadar mı süslü gösterildi bizlere; günah neden sevaptan daha yakınında türü insan olanın? Çoğunun hayali Türkiye’ye gelip özgürce yaşamak; kotlarının üzerine giydikleri kısa tunikleri ile saçlarının sadece bir kısmını örten şala bile baskı gözüyle bakıyorlar.
Biz De Misafirperver Miyiz Dedirten Ağırlama.
İkramdaki cömertlik misafirperver biz miyiz dedirtiyor insana. Sizi nereye koyacağını bilemiyor bu insanlar. Sürekli birşeyler yedirmek, bir yerleri gezdirmek, rahat etmenizi sağlamak ve samimi sohbetleriyle hoşça vakit geçirmenizi istiyorlar. Valla ananızın evinde bulamazsınız bu sıcaklığı o kadarını söyleyeyim. Tebriz halkı Azeri asıllı ve Türkleri çok seviyor. Geneli çat-pat ya da iyi düzeyde Türkçe konuşabiliyor. Türkçeyi öğrenmelerinde Türk dizilerine hayranlıkları etkili; çok bilinen dizilerin yanında, ismini bile duymadığım dizileri dahi izliyorlar. Oysa yabancı kanal izlemek yasak; ama uydu kullanarak bu engeli aşıyorlar. Yasak tatlı denmemiş, laf-u güzar olsun diye. Diğerleriyle de İngilizce anlaşabiliyorsunuz. Çoğunluğun İngilizceyi anlamasında okuma düzeylerinin yüksek olması etkin rol oynuyor.
Taş Olsun, Aş Olmasın!
Böyle köklü tarihe sahip şehirlerin görülmesi gereken yerleri oldukça fazla elbet; vakit darlığı hasebiyle çarşıyı geziyor, meşhur ipek halılarına bakmakla yetiniyor, bir de müze gezisi yapıyoruz; İran yemeklerinin taş oymacılığı sanatı ile ölümsüzleştirilmesiyle oluşturulan ilginç bir yemek müzesi. Yemekleri o kadar leziz ki taştan heykellerini yapmışlar! Tabi damak tadımıza hiç uymayan bu yemekleri ölümsüzleştirme istekleri bize pek manidar gelmedi. Yahut bardağın dolu tarafından bakıp, “taş olsun, aş olmasın” da demek mümkün.
Kapalı Çarşı (Bazaar)
Her türlü ev eşyası, kuruyemişler, antika eşyalar, cam eşyalar, elektronik malzemeler vb... En güzeli hangisidir biliyor musunuz? Hiç kuşkusuz İran halıları. Kapalıçarşının önemli bir bölümü halı ticaretinin yapıldığı yere ayrılmış. Halıcıların bulunduğu bu bölgede dünyaca ünlü, eşsiz Tebriz İpek Halılarını görebilirsiniz. Sadece görmekle yetinin, çünkü İran gümrüğünden dışarıya halı çıkartmak yasak. Sadece çok ufak ebatlarda halı satın alabiliyorsunuz. Ufak ebatlarda da olsa bu halılar el yakıyor. Bir an için kendimi halıcı da değil de bir kuyumcuda zannettim. İlmekler halının gramı, motiflerin zorluk derecesi ayarı, fiyat zaten altın gibi göz aydınlığı lakin, elde etmesi imkansız bir sevgili. Bakmak beleş takmak için cebelleş. Zaten diğerlerine paramız yetmeyeceği için gümrük bahanesine sıkıca sarılıp, derin bir”oh” çekerek terkeyliyoruz halıhaneyi.
Tebriz Azeri nüfusunun yoğun olduğu bir şehir... Onlara Ahmedinejad’ı sorduğunuzda yüzleri gülüyor; Humeyni gibi o da sahip olabileceklerine tenezzül etmeyen, alışılmışın dışında israftan uzak bir lider. Dünyaya kafa tutması onu İranlıların gözünde bir kahraman haline getirmiş. Tabi muhalifleri de azımsanamayacak boyutlarda. Özellikle genç nesil arasında reform yanlıları oldukça yaygın.
Fanatik Şii İranlılar.
Çarşıda ferace almak için birkaç dükkan geziyoruz. Kıyafetlerde siyah renk çok hakim. Düğünde giyilen parıltılı elbiselerin bile çoğu siyah. Sanırım şii olmalarının da ilgisi büyük. Şiilik demişken bu konuda fanatik olmalarına da değinmek gerekiyor. Genel olarak İranlılarda inat ve özgüven çok fazla hissediliyor. Şiilerin inanç farklılıklarını gözlemleyecek çok fazla vakit bulamadım ancak namazı üç vakit kılmaları, diğer namazları birleştirmelerini söyleyebilirim.
Feraceler oldukça güzel doğrusu. Çok çeşit, çok işleme güzel ürünler çıkarmış ortaya. Türkiyeli olduğumuzu öğrenen satıcı bizimle özel olarak ilgileniyor. Ne kadar da çok seviyorlar bizi. Son on yılda çok şey değişti uluslararası siyasette bizim adımıza. Önceden ülkemizin adını bile bilmeyenler çoğunluktayken, artık dünyanın neresine giderseniz gidin bırakın bilmemeyi, Türkiye’ye gelmemiş bir yabancıya dahi kolay kolay rastlayamıyorsunuz.
Kapkaç Maduru Yurdum Turistleri.
Satıcı İstanbul’daki bir anısını anlatmak istiyor; ama Farsça konuştuğundan hiçbir şey anlaşılmıyor. Daha doğrusu biz anlamıyoruz. “Görüyor musun, adamın İstanbul’da cüzdanını çalmışlar!” dediğimde teyzem şaşıyor, nereden anladığımı soruyor. “Dünyanın her yerinde boş cebini gösterip uçtu gitti işareti yapmak, soyulmak anlamına gelir.” diyorum. Teyzem utanacağına pişkin pişkin yanıt veriyor. “Sen de parana sahip çıkaydın be adam!” Ne demişler: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış.” Tereyağ gibi üste çıkmakta hiçbir ırk elimize su dökemez.
Sınırı Geçiyoruz, Vatan Bizi Bekler.
Dönüş yolunda herkesin yüzünde birbirini andıran, önyargılarından arınmış, iyi ağırlanmanın verdiği memnuniyet izleri var. Bu gibi durumlarda, önyargılar hayatı anlamlandırabilmenin önünde nasıl bir dağ gibi dikiliveriyor daha iyi anlıyor insan…
İran tarafından pasaport kontrolünü hızlıca geçiyor, çift taraflı demir sürgülerin bir tarafından kolaylıkla geçiyoruz; lakin bizim tarafta görevli memurun uyuması neticesinde parmaklıkların ardında kalakalıyoruz. “Hışt!” diyoruz olmuyor, “Uyan be kardeşim!” diyoruz bana mısın demiyor. Sonra ne hikmetse tatlı niyetine emdiği şekerlemesine bir süre ara veriyor, derin bir esnemenin akabinde metrelerce yükseklikteki parmaklıkları açıyor nihayetinde.
Sınırı geçmeden yanıma gelen Ağrılı bir genç elindeki paketi Türkiye tarafında bekleyen arkadaşına vermem için yalvarıyor. En zayıf yönüm “hayır” diyememek. “Acınma acınacak hale düşersin.” derdi annem. Haklı ama, ne yapayım ben böyleyim.
İçinde sigara paketleri olan paketleri taşıyarak yürüyorum. Ya başka maddeler varsa kutularda, ya hayatımın kalan günlerini İran zindanlarının oksijeni sırayla solunan daracık avlularında volta atarak geçirirsem diye düşünerek geçiyorum sınır boylarından.
Paketi yerine ulaştırıp derin bir oh çetikten sonra yürümeye devam. Sınırda anlaştığımız bir taksiyle Ağrı havayoluna doğru yola çıkıyoruz. Bizim taraftada pazarlık geçer akçe neticede. Yolda taksici bize buralarda yapılanlar diye başlıyor, kolu kırılan çocuklardan devam ediyor. Yerli yersiz teyzemiz, bu kez de çocuk rahat duraydı demez mi? Polis durduk yere kırarmıymış kolunu. Bir de buralar taş toprak, siz gelin bizim Karadeniz’i görün diye patavatsızlık ikliminde taş üstünde taş bırakmamaya devam edince, o an dedim. İşte bu an, son nefesimi vereceğim andır. Bu gün burada ölmezsem eğer yaşamam elzemdir, Rabbim daha birkaç zaman ömür biçmişse şayet muhakkak önemli bir neden vardır...
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol