Sydney'in açık hayvanat bahçesi
- GİRİŞ02.04.2011 11:35
- GÜNCELLEME02.04.2011 11:35
(Bir önceki yazıdan devam...)
Siydney doğal güzellikleri, bozulmamış dokusu, proje ürünü yerleşimleri, mimarisi, müzeleri ve kültürel miraslarıyla bir bütün olarak değerlendirildiğinde İstanbul’dan güzel bir şehir. Şehirde kapkaçcı korkusu olmadan, birşeyler satmak ya da dolandırmak/kazıklamak için başına ekşiyenler olmadan dolaşabilmek, halkının size selam veren güler yüzlü, yardımsever insanlar olmasını da işin içine katmasanız bile, çarpık kentleşme ile sadece belirli yerleri güzide kalabilmiş, emanete sahip çıkamadığımız İstanbul şehrine fark atıyor Sydney.
Peki bu o kadar da kötü bir şey mi? HAYIR. En güzel olması değil, sevilmesi değerli kılar aşığı. Maşukun sevdasını güçlü kılan onda gördükleri ve paylaşımlarıdır. Evet bence Sydney daha güzel bir şehir objektif olarak. Ama subjektif olarak istanbul’un eline su dökemez. Benim şehrim dünyanın en güzel şehridir, çünkü benimdir. Ondan ayrı içinde hep bir burukluk olur ve uzun soluklu bir ihanet sancısı yaşar insan.
İçi Sizi Yakar Dışı Beni...
Vagonlarla dağdan dimdik aşağı ama korkuya mahal bırakmayacak yavaşlıkta iniyoruz. Burada bizi ufak bir patika turu bekliyor. Aracımız tabanvay. Burada doğa, gür saçlılarını sere serpe sergileyen bir kadın gibi gösterişli ve edalı. Kendimizi Amazon ormanlarında gibi hissediyoruz. İnce patika yol, yüzlerce belki de daha da eski ağaçların gök yüze değin ulaşmasından güpegündüz ama oldukça karanlık. Bir mağara önüne konmuş eşek, madenci heykelleri ve minik vagonlar görüyoruz. Çok eskilerde buralarda çalışan maden işçilerini simgeliyor bu objeler. Avustralya’nın altı zengin kömür, maden ve değerli taş yataklarıyla dolu. Doğalgaz ve petrolü hiç saymıyorum bile. İçinin güzelliği dışına vurmuş bu memleketin. Altı da bir, üstü de birdir yerin. Uzak, güzel, değerli bir memleketteyiz.
Dönüşte vagonla değil, teleferiğe benzeyen bir araçla çıkıyoruz. Yukarı çıkarken bağlı olduğu telde beşik gibi sallanıyor. İçerdeki onlarca insan eşsiz manzarayı fotoğraflayabilmekle o kadar meşgul ki, hiç kimsenin korkmaya ayıracak vakti yok!
Dönüş yolunda başka bir tepeden doyamadığımız kanyona bakıyoruz. Hani şu Amerika’nın dünyada en çok turist çeken kanyonu var ya, onun ağaçlarlar bezenmiş hali. O çöl türevi yerin neden bu kadar turist çektiğini anlayamıyorum. Bu yeşil ve mavinin en güzel tonları dururken, kızılımsı rengin yeri göğü kapladığı çölvari o yerleri neden görmek ister ki insan?
Türkish Kebap İs Very Good!
O günün akşamı oldukça büyük bir cami de namazlarımızı eda edip, bir Türk kebapçısında karnımızı doyuruyoruz. Elbet kebaplarda bizim kebapların tadı yok. Adanalıların İstanbul da kebap ve meze beğenmemesi gibi, siz de burada yediğinizden öyle çok fazla bir lezzet alamıyorsunuz. Et burada ucuz mu ucuz ama pek lezzetli değil. Oysa hayvanlar doğal ortamlarında otlanarak besleniyor yahut biz saman yiyen hayvanlara alıştığımızdan bize farklı geliyor.
Werrıbee Open Range Zoo (Açık Hayvanat Bahçesi)
Normal şartlar altında hayvanat bahçesine gitmekten gına gelen, hayvanların kendilerine özgü o mistik kokularını solumaktan nefret eden biri olarak bana dahi açık hayvanat bahçesi müthiş derecede güzel anlar yaşatıyor.
Burada kanguruları elinizle besliyor, ortalarda dolaşan hayvanları sevebiliyor, şu doğrulduğunda iki metreyi bulan deve kuşu ne zaman beni gagalayacak diye mazoşist bir beklenti içine girebiliyorsunuz. Her yerde kualalar var ve açık söyleyeyim, öyle pek kimsenin cesaret edemediği bu uzun uçak yolculuğunu göze alıp buralara kadar gelmemim asıl müsebbibi bu hayvan.
En Sevdiğim Hayvan: Kuala...
Çocukluğumdan beri en sevdiğim hayvan olarak adını telaffuz etmekle birlikte, kualayı hiç görmemiş olmanın verdiği saçma sapanlık durumundan kendini sıyıramamış biri olarak onu görmek oldukça keyif vericiydi.
Kuala yumuşacık tüyleri olan, tam anlamıyla oyuncak gibi bir hayvan... Oturduğu ve tutunduğu dalda günün 22 saatini uyuyarak geçiren sevimlilik ötesi bir yaratık. Kokmuyor da üstelik! Onlarca kualadan uyanık bir tanesine dahi rastlayamıyorsunuz. Nedeni üzerine konumlandıkları okaliptüs ağaçları… Kualalar yapraklarını yiyerek beslendikleri okaliptüsün içerdiği uyuşturucu madde nedeni ile sürekli uyku halindeler. Bazılarının kucağında bebekleri o şekilde uyuyorlar. Yavrusunun kıpırtısıyla düşecek gibi olan hayvan kendini toparlıyor ve tekrar dalıyor. Bu haliyle o kadar sevimliler ki uyku bu kadar mı şirin durur bir canlıda diyorsunuz.
Görevli nadiren uyanan kualanın bir tanesini getiriyor ve o dalda karnını doyururken siz de onun yumuşacık tüylerini okşayabiliyor ve onunla resim çekilebiliyorsunuz. Görmeden sevdiğim bu hayvanı gördüm nihayet ve artık onu daha çok seviyorum.
Domuz Eti Beleş, Yemiyorsan Başka Yere Yerleş!
Parkın orta yerine kurulan dinlenme alanında, barbeküde sosis, yanında içecekle ücretsiz olarak dağıtılıyor. Domuz etinden yapılma olmasaydı biz de ortama katılıp, hem dinlenip, hem yerel halkı gözlemlemek isterdik tabi.
Allah Allah Dediğimizde Tempo Tutan Papağan...
Papağan hayvanına da hidayetine vesile olduk, ne mutlu bize. Ömrümde gördüğüm en cırtlak renkleri mükemmel bir şekilde ve kendini kreatif addeden hiçbir beşerin beceremeyeceği ustalıkla, bedeninde birleştiren bu mükemmel görünüşlü yaratık, ‘Allah Allah’ nidamıza kafasını sallayarak ve mırıldanarak eşlik ediyor.
Kafeste ve diğer kafeslerde envai çeşit kuş, mükemmel sesleri ve renkleriyle arz-ı endam ediyorlar. Karıncayiyen, Tazmanya canavarı, beyaz kanguru, aşırı iri ebatlarda domuz, yarasa, timsah, kaplumbağa, sürüngenler gibi görüp göremeyeceğiniz envai çeşit hayvan mevcut olup bana bile hayvanlarla dolu bir çiftliğim olsa hayali kurdurabilecek güzellikte bir hayvanat bahçesi burası. Yolunuz Sydney’e düşerse mutlaka ziyaret edin.
Battı Balık, Yan Gider!
Dondurma yemeye deniz kenarına gidiyoruz. Biz üzerimizde kışlıklarımızla bile üşürken ortalarda deniz kıyafetleriyle salınan Avustralya halkına anlam veremiyoruz bir türlü. Soğuk iklimleri alışkanlar desek değil, gayet sıcak bir memleket. Yazın sıcaklıkların elli dereceye vardığı bile oluyor. Kumsal hıncahınç dolu… Bu insanlar denize giriyor. Nasıl üşümediklerini soruyoruz. Domuz eti çok tüketiyorlar, yağlı olduğundan sıcak tutar diyen var, çok içki içtiklerinden üşümüyorlar diyen var. Bunların hepsi tevatür... Sonuç olarak üşüyorum ve bu çıplak insanları görünce daha da üşüyorum.
Dondurmacıya gidip katkı maddesi olmayan dondurma istiyoruz. Bize katalog veriyor ve gösterdiği helal ürünlerden seçiyoruz. Hani üşüyordun, neden dondurma alıyorsun diyene, “Battı balık, yan gider!” diyorum.
![]() |
|
NURAY KAHRAMAN'IN GÖZÜNDEN AVUSTRALYA MANZARALARI İÇİN BU LİNKİ KULLANABİLİRSİNİZ |
Toprakla Uğraşmak Stresi Alır!
Alçaktan uçak polis helikopterleri bahçelerinde uyuşturucu madde üreten kişileri denetliyor. Bunca serbestliğe rağmen, yasak bir şekilde tetikliyor insanı. Dışarıdan almak pahalı olduğundan mıdır, kendi bahçesinde organik uyuşturucu yetiştirmek isteğinden midir bilemeyeceğim, geniş arazide evlerinin arka bahçelerine karalâhana, mısır, domates dururken uyuşturucu tohumu ekenler azımsanamayacak derecede. Topraktan her çıkan şifadır elbet. Ama toprağı eşer; onu da zehre çevirmenin bir yolunu elbet bulur beşer. Bu insanlarda toprakla uğraşıp rahatlamanın da ötesinde, uçmanın yollarını arıyorlar gibi bir durum söz konusu.
Sydney'de hayat çabuk geçiyor, insanlar sadece çalışıyor. Geceleri ise hava soğuk olsa bile, geneli obezite sınırına çeyrek kalmış balıketli tazeler olsalar bile aldırmadan giydikleri bir parça kumaştan oluşan kıyafetleriyle o bar senin bu bar benim fink atıyorlar. Ağızlarında bira ne dedikleri anlaşılmıyor, ama içkiye o kadar alışkınlar ki öyle kolay kolay sarhoş olmuyorlar.
Gelmeye Değmez!
Kimle karşılaşsak üç hafta kalacağımızı duyunca dalga geçiyor. “Neden geldiniz o zaman?” diyorlar. Onca mesafe katetmişsiniz, üstelik koskoca kıta... Bu süre çok komik gerçekten de. Buraya gelen seyyahlar genelde 2-3 aylık bir zaman ayırıyorlar. Gezilecek çok yer var ve mesafeler birbirine oldukça uzak. Anlayacağınız katettiğiniz millerin birkaç kat fazlasını ülke içinde telef ediyorsunuz. Artık insan kollarını kanat, ayaklarını tekerlek gibi görmeye başlıyor. O derece yani!
(Devam edecek...)
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol