Beyaz Yakalı İnsanlar Kenti: Canberra
- GİRİŞ15.04.2011 13:44
- GÜNCELLEME15.04.2011 13:44
Herkes Sidney ile Melbourne’ü karşılaştırıken ve hatta Avustralya şehirlerinin isimlerinin yer aldığı hediyelik eşyalarda dahi başkentin adı geçmezken bana en sıcak gelen şehir ne yalan söyleyeyim Canberra oldu.
Şehir oldukça dingin. Merkezinde bulunan Burley Griffin Gölü’nün etrafında olan yerleşkesiyle oldukça hoş bir görünümü var. Diğer şehirlerden farklı olarak burada tabiat daha baskın. Hatta gölün kenarındaki yeşil alanda özgürce dolaşan kanguruları bile görebiliyorsunuz. Zevkler görecelidir elbet. Şehrin karmaşası size yalnızlığınızı unutturuyorsa şayet, burada depresyona girmeniz kaçınılmaz. Canberra daha ziyade yalnızlığı, sukuneti, kuş seslerini ve doğayı sevenlerin şehri olabilir.
Beyaz Yakalı İnsanlar Kenti
Canberra küçük bir şehir. İnsanlar birbirleriyle fazla konuşmuyor. Başkentte genellikle beyaz yakalı insanlar var: Resmi, mesafeli, bohem. Öyle güler yüzlü, esprili, size selam veren Avustralyalıları burada hada az görüyorsunuz. Ankara gibi, daha soğuk daha bireysel. Havası da insanı gibi bu şehrin. Siydney güneşliyken, burada gece ısıtıcıcı olmadan uyuyamadığınız gibi, radyatöre sarılmamak için de kendinize zor engel oluyorsunuz. Avustralya büyük bir ülke olduğundan ve karaya da bağı olmayan, okyanusun ortasında bir kıta ülkesi olduğundan hava durumu çok değişken. Sydney sıcak, Canberra soğukken, Darwin bölgesi ekvatora daha yakın olduğundan oldukça sıcak olabiliyor. Bir bakıyorsunuz Afrika üzerinden gelen sıcak hava dalgasının etkisinde, derken kutuplardan gelen soğuk hava dalgasıyla cebelleşmekte...
1951'den beri Avustralya, ANZUS antlaşması ile ABD'nin resmi olarak askeri müttefiği. Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki son yasal bağ, 1986 Avustralya Akti ile sona ermiş. Avustralya eyaletleri üzerindeki Birleşik Krallık hakimiyeti ve Birleşik Krallık Özel Meclisine yapılan adli başvuralar sonlanmış. Buna rağmen Avustralyalı seçmenler 1999'daki referandumda %55 çoğunlukla cumhuriyet yönetimine geçmeyi reddetmişler. Bugün ülke halen sembolik olarak Kraliçe II. Elizabeth'e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetilmekte. Türk okullarında bile Atatürk resmi gibi Kraliçe Elizabeth’in resimlerini görebiliyorsunuz.
Başkent Canberra.
Sidney’den dört saatlik araba yolculuğu ile başkent Canberra’ya ulaşabiliyoruz. Yolda bir budist tapınağına uğrayıp, gezmek istiyoruz. Dümdüz yerleşime, bir tepeden bakan, geniş bir araziye kurulmuş tapınak, yüksek kuleleri, mabetleri, küçük göleti ve her yere serpiştirilen heykelleriyle oldukça gösterişli. Mabedin kapısında kamera ve fotoğraf makinası ile girmek yasaktır tabelası var. Tabelalara trafikte bile fazla dikkat etmeyen bir türün örneği olarak, bodoslama içeri dalınca görevli Çinli bayanla burun buruna geliyorum. Son zamanlarda yediğim en afilli azarı yiyip dışarı çıkarılıyorum. Özür falan kifayetsiz, kadın agresiflikte rakip tanımıyor; açıkçası kabaca kovuluyoruz.
Şirk Girdabında Boğulan İnsanoğlu...
Yeşil araziye serpiştirilen sevimli budist heykelleriyle resimler çekildikten sonra başka bir tapınağı geziyoruz. Buradaki bayan diğerinin aksine oldukça sıcakkanlı. Burada da resim çektirilmiyor ama malzeme kısıtlı zaten. Altın yahut suyuna batma kocaman bir put, puta sunulan taze meyveler, yamacında yakılan tütsüler, duvarlarına ufak putların birleştirilmesiyle oluşturulan altın kaplama ambiyansı verilmiş gösterişli bir salondan ibaret, hepi topu bu! Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed dönemlerinde puta sunulan meyveler tarih tekerrürden ibaret sözünü anımsatıyor. Beşer şirke meyyal, geninde var.
Tapınağa yeni evlenenler budist olmasalarda uğur sayarak gelebiliyorlar. Gelinliğiyle buraya gelen bir çift koşar adım tapınağa ilerliyor. Bense gelin arabasına takılıyorum. Hammer jip görmüştüm ama Hammer limuzine ilk defa rastlıyorum.
Tapınağın yanında bulunan bir mezarlığa giriyoruz. Ortam çok güzel ama bir gariplik var. Mezarlar çok ama çok ufak. Yazıları okuyoruz ve anlıyoruz ki burası çiçek mezarlığıymış. Paranın fazlası da zarar, insan çok rahat kafayı yiyebiliyor.
Acıktık, Yemek Bulamadık!
Karnımız zil çalıyor, bir alışveriş merkezine doğru yol alıyoruz. İşyerleri saat 4,30 da kapanıyor. Restoranlar da... Belli yerler hariç açık dükkan bulamıyorsunuz. Tok satıcı dedikleri bu olsa gerek!
Bir benzin istasyonundaki dönerciye gidiyoruz. İçerde oturma yeri yok, kapıda yiyoruz. Çöp bidonun yanına oturmuş söyleniyorum: “Bu muydu yani? Dünyanın en zengin ülkelerinden birine gel, çöp bidonunun yanında döner ekmek ye. Üstelik etinin tadı da çok kötü.” Ekmeğin içine o kadar çok et koymuş ki amcam, alışkın olmayan bünyemize bu kadar protein fazla geliyor. E, ne de olsa insan nüfusunun üç katı koyun var bu ülkede.
Buralı arkadaşlar alışkın götürüyorlar ekmeği. Önümüze konan martının önüne etlerden atmaya başlıyoruz. Bir süre sonra kuş uçuyor, doydu gitti derken sülaleyi toplayıp geri geliyor. Martılar helal eti yiyince imana geliyor, komşusu aç yatarken doymaya gönlü elvermiyor zahar; sülaleyi toplayıp gelince bu sefer biz onlardan kaçıyoruz.
War Memorial Müzesi...
Müze genel olarak savaş temasını işliyor. Bakın ecdadınız ne mücadeleler verdi, siz de ülkenize bağlı olun, mirasınıza sahip çıkın diyorlar. Biz de daha Çanakkale turları yeni yeni düzenlenirken, adamlar paso yeni nesle gaz veriyor. Müzeyi gezerken Mısır’dan, Irak’a, Türkiye’den, Vietnam’a kadar her mecrada çarpıştıklarını görüyor ve söyleniyorum. Kardeşim uçakla bile insanın gelmeyi göze almadığı dünyanın dibinden kalkıp, üşenmeden her yere savaşmaya gitmek, nasıl bir ‘action’ merakıdır? Ballandıra ballandıra anlattıkları Amerika hayranlığını ve başımda bir erkek bulunsun mantığıyla her gün dayak yiyen kadınlar gibi toz kondurmadıkları İngiltere’ye yaltaklanan Avustralyalıları anlamam imkansız.
Uçak bölümü, denizaltı bölümü ışıklar, ses ve görüntü efektleriyle savaştaymışsınız hissi uyandırıyor. O dönemde çekilen savaşa giden asker görüntüleri dev ekranlarda mütemadiyen gösteriliyor. Diğer bir bölümde maketlerle savaş alanları canlandırılmış. Çöl, orman derken adamlar her coğrafya ve ülkeye maydonoz olmuşlar anlaşılan. Bir yerde gün olsun yeter ki, kekini yapıp koşarak giden teyzem gibi bunlar da kan dökmeye meraklı.
Kabuklarından Sıyrılmak İstemeyen Aborjinler...
Ama bir yandan da çok vicdanlılar! Kızılderililerin kökünü kazıyan Amerikan yüzsüzlüğü yok bu insanlarda. Irklarını kazıdıkları Aborjinlere çok saygı duyuyor ve her türlü imkanı sunuyorlar ama onlar gururlu ya da kabuklarını kırmak istemiyorlar. Kendi ilkel şartlarında, düzenlerini değiştirmeden yaşamayı tercih ediyorlar. Bazı pazar yerlerinde karşılaşıyoruz Aborjinlerle; geniş burunları, keskin hatları ve siyahi derileriyle ‘homo sapiensin’ evrimini gösteren levhalardaki ilk çağ insanına benziyorlar.
![]() |
|
Nuray Kahraman'ın objektifinden Canberra manzaları için bu linki kullanabilirsiniz |
Soyulmuşuz Haberimiz Yok!
Diğer bir bölümde de savaşlardan hatıra olarak apardıkları materyaller var. Çanakkale savaşından, askerimizin giysileri, su matarası, ay yıldızlı kemer tokası, köstekli saat gibi bir çok malzeme, delik deşik edilmiş bir kayık, hatta Osmanlıca yazılmış tahta sokak tabelası bile var. İnsan kendini burada düşman mevzisine girmiş bir casus gibi hissediyor. Lakin sonuçta aylarca gemilerle yol katedip memleketimize kan dökmeye gelen, şehit ettikleri gencecik askerlerimizin üzerinde ne var, ne yoksa hatıra niyetine götüren onlar; bir de tereyağ gibi üste çıkma çabalarındalar ya, pes! Esasında sürekli işgal edilen bir toprağın bireyleri olarak böyle bir müze yapmayı öneriyorum. Savaşanlar, saldıranlar, kumpas kuranlar, derin güçler, üslerimize mevzilenen süper güçler derken materyal bulmak zor olmasa gerek.
Körfez savaşı hatıratı olarak da, aranan askerlerin resimlerinin olduğu iskambil kağıtları (bu şekilde aranan şahısları askerlere ezberletiyorlar), Saddam’ın suretinin bulunduğu tuvalet kağıdı, ilginç olanlardan. Galeri bölümünde bu ilginç resimlere bakabilirsiniz.
Dış mekanda tanklar, toplar gibi miladını doldurmuş emektar silahlar ve çiçeklerle süslenmiş duvarlar boyunca savaşta keybettikleri askerlerin isimleri. Müzenin bir bölümü sığ bir havuz var, buraya para atıp dilek diliyorlar. Bu adet biz dahil her yerde var sanırım. Avustralyalıların mistisizme yoğun ilgisi yaşamın her alanında kendini gösteriyor.
Müze Anzak Parade Caddesi’nin bitiminde yer alıyor. Çok geniş cadde boyu Avusturalya’nın katıldığı savaşların hatırasına birçok ülkenin anıtı yapılmış. Savaş hastası bir millet olduklarından cadde anıtlarla dolmuş taşmış durumda. Yani bir savaşa daha katılalım deseler anıt dikecek yer yok! Bu anıtlardan biri de Türkiye’ye ait. Bayrağımız ve Çanakkale savaşını andıran figürlerin olduğu mimarisi eşiliğinde önce dövüp sonra ağlayan saldırgan ama vicdan sahibi(!) kıta insanının anlayan varsa beri gelsin psikolojisinin en büyük göstergesi...
Bekçisi Bile Olmayan Büyükelçilik Binaları!
O gün illa ki bir resmi makamı göreceğiz ya, gecenin geç saatlerinde büyükelçiliklerin bulunduğu yere gidiyoruz. Hafif bir tepeye yerleştirilmiş elçilikler malikane formatında inşa edilmiş ve birbirleriyle komşu durumundalar. Hepsi bir arada. Düğüne giderken şıklık yarışına giren kadınlar gibi hepsi birbirinden alımlı.
İçlerinde Hindistan ihtişamıyla, Türkiye sadeliği ve motifleriyle dikkat çekiyor. En tepede Amerikan büyükelçiliği bulunuyor ve bütün elçiliklerden daha geniş bir arazide büyük ve korunaklı yapılmış. Tabi hemen yanında bulunan biricik dostu İsrail büyükelçiliği de aynen öyle. Bizimki de onlara yakın bir yerde, konumu gayet iyi. İçeri giriyoruz. Güvenlik görevlisi yok, bu bizi oldukça şaşırtıyor. Ülkenin güvenlik derecesini varın siz hesap edin. Bembeyaz binanın her yeri lale motifleriyle süslenmiş. Bahçe de oldukça bakımlı ve rengarenk çiçekler var. Birkaç resim çekilip oradan yakınlarda bulunan ve şehrin tek camisi olan Canberra camisini ziyaret edip gece turumuzu nihayete erdiriyoruz.
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol