Sultanbeyli Tarihçesi ve Aydos kalesi
- GİRİŞ30.04.2011 09:32
- GÜNCELLEME30.04.2011 09:32
Kürkçü dükkânımızı tanıtım yazılarımızın ilkine Besmele destekli bir el atıp başlıyoruz Allah’ın izniyle. İstanbul merkezli ara ara Türkiye eksenli yazılarımızın Türk turizmine ve ülke insanına faydalı olması, katkılarınızla bereketlenmesi dileğiyle...
Kültür A.Ş den yapımcı Hüsnü Karcı abimiz ve Bizans tarihi profesörü Semavi Eyice hocamızla ilkyazımızın başrol oyuncusu Aydos Kalesi’ne gitmek üzere Bostancı sahilinden yola çıkıyoruz. Hocam yol boyu aklına gelen melodinin notalarını mırıldanan usta bir müzisyen edasıyla, tanıklık ettiği tarih sahifelerinden ezberinde olan ne varsa sayıp döküyor. Bense eline bir kayıt cihazı, fazlasında gözüm yok şöyle megabaytı orta halli bir fotoğraf makinesi dahi verilmeyen gariban haber7 yazarı olarak, elimdeki not defterine kulak- beyin-el aktarmalı cümlelerden kapasitem el verdiği ölçü de yazma gayretine giriyorum.
Semavi Hoca’nın hafızası zehir gibi…
Lakin ne mümkün azizim! Hocamın yıllara meydan okuyan Meydan Larousse kapasiteli zehir gibi aklı, birikimi, hafızası ve donanımıyla benim aciz ellerimin yarışması imkânsız. Kulaktan kulağa oyunu gibi, artık süzgecin dibinde ne kaldıysa onu karalıyor ellerim.
40 sene anıtlar yüksek kurulunda bir fiil çalışan, uzun yıllar başkanlık yapan hocamın anıtı da dikilmiş bir yere. “Anıtlar kurulu başkanlığı yaparken bir gün anıtınızın dikileceği aklınıza gelir miydi Hocam?” diyorum. Hüsnü Bey derin bir yutkunmanın ardından, “Nuray hanım çok şakacıdır hocam.” diyerek durumu kotarmaya çalışıyor.
Anıtımı dikseler ne çıkar?
Lakin pek de heyecanlandırmamış bu girişim kendisini. Bir caddeye de adını vermişler. “Bu ülke ne değerli şahsiyetlerin adlarını sokak, cadde tabelalarından kazıyıp yerine gereksiz birçok isim koymuştur. Bir gün gelir anıtımı sökerler. Adım da silinir o caddeden…” diye sitayişte bulunuyor hocam, ‘Semavi Eyice’ silinir, ‘Sarı Sümbül’ yapılır örneğin.
“Abdürrezzak Paşa Caddesi’ni Kadir Has Caddesi yaptılar. 1897’de Yunan kurşunuyla şehit olmuş önemli bir paşadır. Kara Cehennem İbrahim Paşa Sokağı’nı kaldırıp Kutlu Gün Sokağı yaptılar. Halk istemedi kaldırdı. Oysaki bir tarihi, bir hikâyesi vardır ‘Kara Cehennem’ lakabının. Bunun yanı sıra değişen birçok saçma isimler de vardı; Şebek Sokağı gibi.” diye tatlı tatlı anlatıyor.
Bazı komik sokak isimlerini de ben sayayım: Toparlak Fener, Elveda Çıkmazı, Çiftevav sokak, Fırıntepsisi Sokak, Solfasol Sokak, Pürtelaş Sokak, Sormagir Sokak, Merkepbağırtan Sokak, Kaypak Sokak, Peşkeş Sokak, Ödlek Çıkmazı Sokak, Kabir Çıkmaz Sokak, Canboğaz Sokak, Amcabey Sokak, Gambaz Sokak, Gargara Sokak, Güldüren Sokak, gider böyle daha. Sokaklara ad koymaktan bıkan bir takım atalarımız sıkılıp işi eğlenceye vurmuş anlaşılan.
Hakkı yenen padişah Abdülhamit’ten de bahsediyoruz. Darülacezeyi kurmuş bir resmi bile yok kurumda. İyi bir marangoz olan padişahla ittihatçılar sürekli olarak uğraşmış. Haksızlık tarihin tekerrürünün ana malzemesi. Nankör homo sapiensin ayarını belli eden mihenk taşı.
Denize atılan adımlar: Çakıl taşları…
Yol boyu çakıl dökülerek geniş bir sahil oluşturulmuş. Önceden bahçesi denizle birleşen Hocamın evi, şu an yüzlerce metre uzaklıkta sahile. Sürekli veryansın ediyor. Tusunami diyorum olmuyor, gemi gelir toslar diyorum kar etmiyor, kızmayı sürdürüyor. “İnşaatlardan mı topladılar, nereden buldular bu kadar çakılı-molozu bilmiyorum. Sahili kapattılar. Üzerine de ince bir toprak döküp, ağaç diktiler.” diyor Semavi Hoca. “Tuttu da valla!” diye hayretle devam ediyor sözlerine. Tropikal iklim seven palmiyelerin nasıl olup da İstanbul ikliminde yaşadığına hayret ediyor. Sanırım geniyle oynandı ağaçların.
Dragos’dan geçiyor aracımız. “Buralar daha önce tarlaydı.” diye ebeveynimizden sıklıkla duyduğumuz tümcesine, “Ankara sosyetesi villalar yapmıştı buralara.” diyerek devam ediyor hocamız. Kışın boş oldukları villaları talan eden hırsızlardan yakayı kurtaramıyorlarmış gariplerim.
Sultanbeyli Tarihçesi…
Ukrayna’da zulüm ve katliama uğrayıp göç eden Yahudilerden bir kısmına Osmanlı Devleti sahip çıkarak otuz üç aileyi Sultanbeyliği çiftliğinde geçici olarak ikamet ettirmiş. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu Musevi göçmenler kendi istekleri üzerine Batı Avrupa ve Amerika’ya göç etmişler. Flipson’un ölümünden sonra varisleri tarafından Sultanbeyli arazileri bugünkü hissedarlara satılmış. Ayrıca 1945 yılında Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin bir kısmı hükümetçe 7500 dönümlük arazi istimlâk edilerek Sultanbeyli’ye yerleştirilmiş. 1957 yılında Sultanbeyli köyünün kurulmasına karar verilmiş. 1985-1987 yılları arasında hızlı yapılaşma etkinliklerinin neticesinde Sultanbeyli bugünkü haline ulaşmış. 1992 yılında ilçe olan Sultanbeyli arazisinin %22'lik bir alanı 2B kapsamında bulunuyor.
Bu şehirden gitmem lazım, bir an önce…
Tam anlamıyla bir İstanbul turu yaptık. Tur dediysek sadece yol. Artı konaklama yok! Deli danalar gibi döndük durduk. İstanbul’un klasik trafik, yol çalışması ikilisine Hüsnü Bey’in kaybolma vakası da eklenince ortaya buhran kokan bir psikolojik gerilim filmi çıkıyor.
Hedefimiz Sultanbeyli sırtlarında Aydos Kalesi’ni incelemek. Hocam daha önce de gelmiş, lakin çamur deryasına dönen yoldan tırmanamamışlar tepeye. Güneşli havada buluşuyoruz; Aydos civarına vardığımızda hava bozuyor, rüzgâr, fırtına, yağmur üçlemesi birleşince yine çıkamıyoruz. Hocam: “Bu Aydos’da bir şeyler var. Çıkmak nasip olmuyor bir türlü.” diyor. 100 sene evvel Alman bir sosyolog incelemiş kaleyi. Sanırım sonrasında inceleyebilen olamamış. Canımıza okuyor Aydos.
Bense ayak diretiyorum. Bunca yol, bunca saat harcadıktan sonra o kaleye çıkmazsam gözüm açık gider ona göre, diyorum. Buranın neden asfalt yolu yok, Arnavut kaldırımına da razıyım.
Aydos Kalesi…
Bugün Sultanbeyli İlçesi’nin sınırları içerisinde bulunan, tarihi Aydos kenti ve kalesiyle, Sultanbeyliği ovası civarındaki yerleşim yerlerinin de dâhil olduğu coğrafi bölge, antik çağ ve sonrasında, kavimler yolu üzerinde önemli bir ara istasyon durumundayken, stratejik konumu nedeniyle, ortaçağda ve sonrasında uzun bir süre, bu merkez olma niteliğini korumuş. Bu özelliği ile fetihten sonra da Osmanlı ordusu tarafından kullanılmaya devam etmiş.
Aydos Kalesi'nin kalıntıları da diğer tarihi eserlerimiz gibi iyi korunamadığından kaybolmaya yüz tutmuş, günümüze ancak küçük bir kısmı ulaşmış. Oldukça bakımsız.Yangınlar hasarı hızlandırmış, sadece 6 kule ve kalenin batı kıyısında yer alan 2 gizli geçidin giriş yerleri ayakta kalmış. Bölgede, kaleden 100 metre kadar yüksekte, gözlem kulesi olarak kullanıldığı sanılan kare şeklinde bir kulenin de kalıntılarına rastlamak mümkün.
İstanbul’a göçlerle gelen halk kendini bu ile ait hissedemiyor ne yazık ki. Özellikle Sultanbeyli gibi yerli nüfusu yok denecek kadar az olan ve gelir düzeyi düşük ilçelerde tarih , “Saldım çayıra, mevlam kayıra” formatında hayatını idame ediyor. Yıpranmış, bakımsız eserlerin üzerini tabiat örtüsü kaplamış. Ne yazık, çok yazık!
(Devamı Var...)
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol