Horoz Dede'den Rüstem Paşa'ya Eminönü
- GİRİŞ12.06.2011 00:18
- GÜNCELLEME12.06.2011 00:18
(Dünden devam)
Eminönü, İstanbul’un tarihî yarımada olarak bilinen kısmında yer alır. Kuzeyden Haliç, güneyden Marmara Denizi, doğudan İstanbul Boğazı ile çevrili olan Eminönü, 7 Mart2008 tarihine kadar ilçe belediyesi iken, bu tarihte kabul edilen kanunla Fatih ilçesine bağlanmış.
Bütünüyle İstanbul kentinin tarihi çekirdeği olan sur içinde yer alır ve merkezi alanın en canlı bölgelerinden birini oluşturur. Osmanlı döneminde Deniz Gümrüğü ve Gümrük Eminliğinin burada bulunması sebebiyle Eminönü adını almış, Fatih ilçesiyle birlikte cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul'un merkezi ilçesi olmuş. İlçe olduğu dönemde yüzölçümü bakımından Adalar'ın ardından İstanbul en küçük ilçesi.
İstanbul’un Haliç girişinde, kentin kurulduğundan bugüne var olan limanın, Sirkeci’yle birlikte önemli bir bölümünü Eminönü semti oluşturmakta. Kent yaşamının önemli bir odağı olduğu kadar, dünyanın en önemli limanlarından birinin merkezi olan bu semt, Byzantion’un ilk kurulduğu yerin bugünkü Topkapı Sarayı çevresi ile Sarayburnu ve Sirkeci bölgesi olduğu sanılmakta.
Alan olarak aslında oldukça küçük olan Eminönü, sadece Sultanahmet arkeoloji parkı, buradan Laleli’ye dek uzanan tarihi Divanyolu Caddesi boyunca sağlı sollu dizilmiş sayısız eski eserleri ve Beyazıt Meydanı’ndan Haliç kıyılarına yokuş aşağıya inen dar, kıvrımlı ve çarşılarla, hanlarla dolu eski sokaklarıyla, tüm İstanbul’un uzun tarihi kimliğini tek başına sırtlayabilecek geniş bir mimari kültür potansiyeline sahip. Ancak bölgedeki çarpık kentleşme, çevre kirliliği öyle rahatsız edici ki, duyarlı gözler buraları gezerken oldukça rahatsız olur, canları acır. UNESCO direktörlerince tarihi mirasa sahip çıkma konusunda son derece “tembel” ve “duyarsız” olarak bir sürü azar yediğimiz halde, ısrarlıyız değişmemeye. İyiye dönüşmemeye. Tarihi yapıların onarılmamasına, kasten yakılmasına, duvarlarına yazılar yazılmasına alışamıyorum, alışmak da istemem zaten. Önlerine çöpler atılan, taşları kararmış, tepesinden otlar fışkırmış, yalağı parçalanmış herhangi bir tarihi çeşmeyi görmekten bıktım, yeter artık!
Ticaretin kalbi burada atıyor…
Bizans Dönemi'nde olduğu gibi, Osmanlı Dönemi'nde de kentin ithal ettiği malların boşaltılıp, saklandığı, binlerce denizci ve tüccar ile onlara hizmet verenlerin işlerini gördüğü yoğun bir iş merkezi olmaya devam eden Eminönü, aynı zamanda İstanbul'un büyük bir liman semti idi. Dolayısıyla bu bölgede çok sayıda yer alan dini anıtların yanında, hanlar ve çarşılar da yoğun bir alanı kaplamaktaydı.
Özellikle meydanı, pek çok yabancı seyyahın gravürlerine konu olan Eminönü'nün deniz tarafından bakıldığında farkedilen eski hali, limanın sıkışık, insan ve etkinlik dolu atmosferi, deniz üzerinde sandallar, ilginç profilleriyle büyük kayıklar, Yeni Camii'nin silueti, deniz kenarına sıkışmış ahşap dükkânlardan oluşan mimari karakteri oldukça değişikliğe uğramış. Bu değişimde İstanbul'u birbirine bağlayan özellikle Galata Köprüsü'nün rolü büyük. Böylece eskiden kıyıda oluşan kent mekânı, Galata'ya doğru uzanan bir şekillenmeye yönelmiş.
Buharlı gemilerin yapılmaya başlanması, Şirket-i Hayriye, Sultan Abdülaziz Dönemi'nde demiryolunun Sirkeci'ye gelişi, tünelin yapılması, atlı ve daha sonra da elektrikli tramvaylar, 19. yüzyıl sonunda Galata ve Sirkeci'de yapılan yeni rıhtımlar ve depolar, Eminönü'nün ve meydanının görüntüsünü tümüyle değiştirmiş.
Eminönü İlçesi’nin önemli semtlerinden biri olan Sirkeci, Osmanlı Dönemi'nde Topkapı Sarayı'na yakın oluşu, sonra da Babıali'nin, yani hükümet konağı merkezinin iskelesi olması sebebiyle önemini korumuş. Bu yöre hem ulaşım, hem de ticaret açısından Babıali'nin denize doğru uzantısı durumundaydı. Demiryolları ve Sirkeci Garı'nın yapılması buranın daha da önem kazanmasına yol açarak, semte canlılık ve farklı bir işlev kazandırdı.
Cumhuriyet Dönemi
Osmanlı döneminde Eminönü meydanının mimari karakterinin değişmesinde Sirkeci Garı'nın yapılması, Dördüncü Vakıf Han ve Postane gibi yapılar ile Sultan I. Abdülhamid döneminin ticari yapılarının da tesiri vardır. Ancak Eminönü'nün 19. yüzyıldaki fiziki yapısı, asıl cumhuriyetin ilanından sonra, özellikle vali ve belediye reisi Lütfi Kırdar zamanında (1938-1949) değişmeye başlamıştır. 1928'de Fatih'ten ayrılarak ilçe olmuş.
Yeni Camii'nin önündeki yapılar, köprü için bilet kesen kulübeler ortadan kaldırılarak meydan açılmış. Mısır Çarşısı'nın etrafı açılarak restore edilmiş, 1955-56 yıllarında Unkapanı - Eminönü yolunu açma çalışmaları sırasında balıkçı ve meyhaneleriyle ünlü Balıkpazarı da yok olmuş.
Eminönü'nün eski silueti bir ölçüde 1986 yılına kadar ayakta kalabilmişse de 1984-89 yılları arasında, Haliç uygulamaları sırasında Yemiş İskelesi ve çevresi tamamen ortadan kalkmış. 1980'li yıllarda ise meydanda yapılan yaya köprüleri semtin eski karakterini bozmuş. 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca Sirkeci, ucuz otellerin, gurbetçilerin nakliyat şirketlerinin merkezi olmuş. Özellikle garın arkasındaki oteller gurbetçilerin mekânı durumundaymış.
1957-59'da açılmaya başlanan Sirkeci-Florya sahil yolu Sarayburnu'nu sahilden dolaşarak Sirkeci trafiğinin hafiflemesini sağlamış. 1960'lardan sonra Sirkeci'deki ucuz otellerin Laleli-Aksaray semtlerine kaymasıyla, semtte ticaret ve iş merkezi niteliği ağır basmış.
Horoz Dede…
Fatih Sultan Mehmet’in, “sen ne yavuz ermişsin.” dediği erin 1455 de yaptırdığı “Yavuz Er Sinan Camii” Unkapanı’nın bitiminde köşede, İMÇ’ye dönerken yol kenarında bulunuyor. Ancak ilk katı biraz caddenin altında kalmış. Bu da yol seviyesinin zamanla yükseldiğinin bir göstergesi. Caminin arkasındaki hazirede fetih günlerinin alacakaranlık sabahlarında, uzaklardan horoz gibi öterek askerlerini uyandırdığı söylenen “Horoz Dede” isimli bir zatın türbesi bulunuyor. Bu zat 450 yıldır orada yatmakta.
Hürrem Sultan’ın damadı Rüstem Paşa…
Tahtakale’nin keşmekeşinde, kendisini Uzun Çarşı Caddesi’ndeki tonozlu dükkânların üzerine gizlemiş Rüstem Paşa Camii için, Mimar Sinan’ın yaptığı büyük vezir camilerinin en güzellerinden biri denir. Kanuni’nin Hürrem Sultan’dan olma tek kızı olan Mihrimah Sultan eşi sadrazam Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra anısına tahminen 1561’de yaptırtmış camiyi. Cami çinicilik açısından adeta bir müze gibi. ABD’nin önde gelen haftalık dergilerinde Newsweek bir sayısında Rüstem Paşa Camii’nin Avrupa’nın en güzel tarihi camisi olarak vurgulamış. Dergide Ayasofya ve Sultanahmet’ten daha az turistik ve küçük, ancak daha güzel ve huzurlu olarak tanımlanmış. En güzel İznik çinilerini ve mozaiklerini görebiliyorsunuz. Özellikle cümle kapısının sonunda bulunan ve farklı şekillerde bahar çiçekleri açmış erik dallarını gösteren çiniler, İznik çiniciliğinin Osmanlı’daki doruk noktasını gösteren bir başyapıt sayılabilir.
Eminönü’nde bulunan diğer başlıca eserler, Hidayet camisi, Ahi Çelebi Camisi, Büyük postane binası, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl başlarında yapılmış pekçok güzel kâgir hanlarla, çarşı içlerindeki çok daha eski tarihli iç avlulu hanlar bulunmakta. Alışveriş yaparken girdiğiniz bu hanların havası farklı, tesiri etkili. Zindan Kulesi’yle, Bekri Mustafa Türbesi’yle, Çiçek Pazarı’yla, Tahtakale’deki otantik dükkânlarıyla, geleneksel aktarlarıyla, kahveci, kuru yemişçi, balıkçı, peynirci, zücaciyeci dükkânlarıyla, Timurtaş, Kazancılar ve Kantarcılar camileriyle, 18. Yüzyıldan Ali Paşa Hanı’yla, Eminönü, İstanbul’un tarihi yüzünü en iyi aksettiren semtlerin başında gelir.
Eskiden daha güzeldin İSTANBUL…
Yüzündeki bu kırışıklıkların müsebbibi biziz. Taya Hatun Sokağı’nda surlar boyunca ilerleyelim. Solda Karaki Hüseyin Camisi karşısında eskiden “Mehmet Ağa Medresesi” vardı. Az aşağıda da “Küçük Hamam” bulunurdu. İstasyon yakınlarında ise, ünlü eserler arasında yer alan Cezayirli Ahmet Paşa camisi görülürdü. Bunlar yitip gitmiştir şimdi. Eski sahil köşkleri, Sepetçiler Kasrı dışında tümden yok oldu gitti.
Buradan, yine karşımıza heyula binaların çıktığı “İstasyon Arkası Sokağı”na sapıyoruz. Geçen yüzyılın özelliklerini yansıtan eklektik görünümlü Hamamcıoğlu Hanı, yüksek ve şekilsiz yapılarla dolu sokağın güzel binalarından biri... Eski yıllarda burada, yukarıdan indiğimiz sokağa adını veren Daye Hatun Camisi yer alırdı. Önünde Beşir Ağa’nın bir medresesi dururdu. Şimdi ise bu istasyon sokağında küçük bir bina dikkatimizi çekiyor. Burası Sirkeci Sinagogu!
Sirkeci eski asırlardan beri Musevilerin yerleştiği bir semttir. Hatta bilirsiniz, yeni caminin inşası nedeniyle bu Musevi mahalleleri boşaltılmıştır 1957’de. Buradaki Musevilerde Hasköy gibi bölgelere yerleştirilmiştir. “Kaydı hayat” şartıyla vergiden de muaf tutulmuşlardır.
Hanlar, hamamlar diyarı Eminönü…
Padişah kızıyla evlendi diye hakkında cüzzamlı diye iftiralarda bulunulan Rüstem Paşa Mahallesi’ne giriyoruz. Sabuncu Hanı Sokağı’nda gördüğümüz almaşık duvarlı “Leblebici Hanı” özellikle çıkmalarıyla göz alıyor. Caferiye Hanı, Asil Han, Çorapçılar Hanı, Konya Hanı, Kahveciler Han, hepsi de tarihi ve yaşanmışlık tütsülü. Ne güzel binalar bunlar. Tuğlalarına saygı ve şefkatle dokunun. Pencere silmelerini, taş işçiliklerini, harikulade zarafeti, mimari birimlerinin dengesini ve uyumunu, korintik başlıklı gizli sütunlarını izleyin ve doyamayın. Allah’ım eski neden bu denli büyülüyor beni, yaşlandın Nuray, yaşlandın da ondan…
İnsan ne kadar gezse de seyretse de ayakları onu taşımaya isyan etse de doyamıyor Eminönü’ne. İster alıveriş olsun hedefiniz, ister bir kuple tarih merakı, bu semt sizi her anlamda doyuruyor ve ondan ötürü değil mi, mahşeri kalabalığı, onca yorgunluğu göze alan milyonlarca insanın her ve her gün bu semte akını.
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol