Göbeğini kaşıyan mı, piknik tüpü taşıyan mı?
- GİRİŞ03.09.2011 09:46
- GÜNCELLEME03.09.2011 09:46
GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAM MI, PİKNİK TÜPÜ TAŞIYAN ADAM MI?
İstanbul hiç bu kadar derin bir nefes almadı…
Dünyanın incisi en büyük hazinemiz İstanbul bu bayramda böğründen kalkan derin bir yumru ile önce sendeledi, yorgunluğundan mütevellit halsizce etrafına bakındı, sonrasında hafifliğinden hoşlandı, sevinçle uzun zamandır ilk kez aynaya baktı. Boğazın serin ve derin sularında yüzünde beliren kırışıkları gördü. Üzüldü, ama çabuk atlattı. Saçlarını taradı, “Ah şimdi erguvan zamanı olaydı, o eşsiz pembe, mor çiçekleri saçlarıma takardım” dedi. İstanbul erguvanı çok severdi. İstanbul sessizliği, sükûneti bayram tatilini çok sevdi. Bir bayram şekeri gibi tatlı bir huzur buldu ilmek ilmek yıpratılmış kaldırımlarında kol gezen sinsi bir hastalık gibi yığınlarca işgal edilmiş bedeninin her köşesinde, her semtinde.
E5- de 170 basabilmek…
Metrobüsün yanı sıra ilerliyoruz. Aman Allah’ım o da ne! Neredeyse Avcılardan Boğaziçi Köprüsünü görebiliyorsunuz. Önümde araç yok, arkamda selektör yakan, yanımda korna çalan… Tüm bu hafifletici nedenlere rağmen elektronik izleme sistemi fotonuzu çekiyor elbet. Ceza yemeyi göze alabileceğiniz durumlar vardır, bu da onlardan biri. Fren debriyaj sarmalına endeksli İstanbul trafiği size gaz pedalını özgürce kullanma hakkı vermiş, kullanmasanız olur mu? Olmaz elbet.
İstanbul’un en güzel yeri…
İstanbul’da ‘en’ derlerse tabi olarak Sarıyer İlçesi’nde yer alan Emirgan Korusu derim. Belgin Doruk-Göksel Arsoy filmleriyle tanınan mekândır. Lale bahçeleriyle meşhur olan koru İstanbul Boğazı kıyısında, 47.2 hektarlık bir alanda çevresi yüksek duvarlarla kuşatılmış sırtlar ve yamaçlar üstüne yayılmıştır. Şu tatil gününde gidilecek en nezih mekânlardan biridir. Çocukluğum, evveliyatım Emirgan’da geçmiştir nitekim. Uzun süre görmezsem kendimi eksik hissederim.
Çekin eşofmanları, oralar, buralar sizin…
Üst giriş kapısından giriyoruz. Önümüzde uzun patika bir yol, yol kenarında tüm ihtişamıyla tarihi şahitlik etmiş ağaçlar sıralanmakta. Onların serininde ve gölgesinde ilerliyoruz. Banklara kurulmuş İstanbullular piknik yapıyor.
Yer sergileri serilmiş, evin erkeği hâkimiyetini ilan etmiş bir derebeyi edasıyla kendinden emin, yüzünde huzur nişanesi kurulmakta. Evin hanımı yemek, bulaşık, sofra kurma sarmalında can çekişirken yine de ortam değişikliğinden olsa gerek yüzü gülüyor. Apartman hapishanesinin en zavallı elemanları çocuklar ipini koparmış deli danalar gibi, bir o yana bir bu yana koşturmakta.
Pikniğin yerini restoran tutmaz!
“Elimde piknik tüpü, alt tarafı bir çay içeceğim, restoranda yerim daha iyi.” hep yürütülen, lakin tecrübeyle sabittir ki yanlış bir mantık. Tamam, çeşme ara, su kaynat, domates doğra, peynir dil, böreği çıkar, mangalı pişir denkleminde yorgun düşüyor ve mangal tütsüsü eşsiz bir koku bırakıyor üzerinizde, lakin alternatifiniz ne?
Üç ayrı renkli, üç ayrı köşkte yiyebilirsiniz örneğin. Kendinizi o mekânlarda tarihle iç içe, hafifçe de elit hissedersiniz. Toprak zemine yaydığınız kilimde değil de, beyaz kolalı örtüler serilmiş bir masada, pofuduk döşemeli kolluklu şık iskemlelerde oturuyorsunuzdur en başta.
Ama ne o yemekte o mangalın lezzeti vardır, ne porselen şık fincanlar ince belli bardağın, ne sallama mı baştan savma mı bilinmez, koca kazanlarda kaynatılan, vanasının altına tuttuğunuz bardağınıza çay sıcak su ikilisinden dem ayarı çekmeye cebelleştiğiniz o devasa semaver, piknik tüpünde demlediğiniz tavşankanı çayın yerini tutabilir. Ne tutar sadece, kabarık bir hesap üç aylık bir gemi yolculuğu gibi sizi tutar. Onca para, buncacık lezzetin karşılığı mıdır, değildir elbet.
Lale devri çocuklarıyız biz…
Çocukluğumdaki Emirgan hiç değişmedi, bu metropol bir kent için önemli bir unsur. Değiştiyse de olumlu yönde. Bitki örtüsünün yeşiline, ekilen envai çeşit çiçeğin renk cümbüşü eklendi. Hele ki Nisan ayları lale döneminde lalelerle resimler yapıldı; yol kenarlarında gezerken bu kompozisyonları izlemenin tadına doyum olmadı. Sonrasında ekilen farklı çiçeklerle bu görsel ziyafete ara vermeden, hız kesmeden devam edildi.
Çiçekle resim çizmek nasıl olurmuş gördük hep birlikte. Çiçekten de sanat, çiçekten de tasarım oluyormuş, sanatçılar ve tasarımcılar en büyük ilhamı çiçekten alıyormuş gördük. Çiçekleri daha bir sevdik. Korunun içersinde bulunan seradan küçük evlerimize neşe getirsin diye, güzel fideler aldık. Ellerindeki bereketle, sevgi ve emekle yeşerttik o çiçekleri. Sabredenler mahsulleri canlı yaprakları, her renkten tomurcukları büyük keyifle seyreyledi. Çiçek emekti ve umuttu. Emek verenler umut etmekte hak sahibiydiler ve mükâfatları da o nispette büyük oldu.
Saçların bile ağarmadı ya!
Her halin başka bir âlem, her halin başka bir güzelliktir Emirgan. Ama yıllar güzelliğine güzellik kattı. Sağduyu sahibi yöneticiler seni önemsedi. Çiçek seraları, çevre düzenlemeleri, temizlik, dikkatli bakım yani emek verdi ve karşılığında da şehrin kalbinde konuşlanmış bu güzide koru, stresinden kurtulmak isteyenler için her gün gidilesi, güzide bir mekân olma vasfını korudu.
Kimsesizliğin sükûnetini aramak…
Ormanın derinliklerine doğru uzanan çok az insanın bildiği yere gidiyorum. Sincaplar tüm sevimli halleriyle yuvaları ağaçlarda koşturuyor. Korunun bu bölümü atıl durumda. Uzun otların arasında yürümek insanda negatif ne varsa alıp götürüyor. Burada yalnızlığın tadına varıyor insan. Aslında her zaman yalnızız, sadece bazen farkına varıyoruz.
Yeşilin en tatlı tonlarının arasında güneş huzmeleriyle ışıldayan Boğaz size göz kırpmakta. Çocukken yüzdüğümüz denizde halen çocuklar yüzüyor, ne güzel! Kuru yük gemilerinin düdük sesleri, bir önceki geminin yol açtığı ufak çaplı tusunamiyle kıyıya vuran dalga seslerine karışıyor. Martılar hep huysuz, mütemadiyen sitayiş naraları atmakta. Gemi, dalga ve martı sesi… Toplamında değilse nerede aramalı Boğaz denen engin maviliği.
Nuray Kayacan - Haber 7
nuraykayacan78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol