Bir jeton at hayatın değişsin
- GİRİŞ16.10.2011 10:20
- GÜNCELLEME16.10.2011 10:20
Yol boyu kendini yedi. Canı yanana kadar ısırdı dudağını, amaçsızca birkaç sokak, birkaç cadde devirdi. Kadın iskeleye geldi. Martılarla birlikte gelen vapurları izledi. Koşar adım vapura kendini atanlarla birlikte o can simidine yapışmak, iskeleden demir atmak, gemiyle birlikte denize açılmak, o ucube dertlerini geride bırakmak gibi geldi. Kadın vapura bindi. Boğazın serin sularına vuran güneşin ışıltısıyla gözlerini kıstı. Sonra bir ara yumdu. Karanlıkta yüzüne vuran tatlı esintiyle huzur buldu. Birkaç martı çığlığı belli belirsiz esintiye yarenlik etti. Kadın derin bir nefesle birlikte açtı gözlerini. Güneş hala ışıldıyor, yakamoz karşısında, o ses ve o esinti her şey yerli yerindeydi. Demek ki o canavar da evimde duruyor diye düşündü. Düşünmek istemedi sonra, aklından çıkarmak herkesi ve her şeyi. En başta kendisini düşünmemek istedi. Kendinden sıkılmak, insana ne de çok acı verirdi.
Kendi derdinden kaçma acizliğinde her sıradan birey gibi etrafı izlemeye başladı. Niyet etti Allah rızası için haline şükrettirecek acıklı insan portreleri görmeye. Ama nafile. Her şey en az kendi hayatı nispetinde basit ve sıradandı. Okuduğu gazetenin sayfalarını kafa atarak değiştiren takım elbiseli memur, çocuğuna yapmaması gerekenler listesi sunan özgüven katili bir anne, denizin romantizmi nispetinde gözleri birbirlerine kenetlenmiş, ellerini buluşturma çabasında birkaç çift, çay kahve seçenekleri sunan garson ve ara ara demire koyduğu ayaklarını çekmesini salık vererek ekranın önünden geçen birkaç huzursuz, densiz insan tipi…
Arkadan Kız Kulesi, akabinde Askeri lise ve Haydarpaşa… Kadın simidinden bir parça kopardı ve fırlattı. Yaradan’ın mucizesi nasıl bir manevra kabiliyetidir ve hangi sezilerle ortaya çıkmıştır bilinmez bir martı kaptı o lokmayı. Kadın bundan çok hoşlandı. Defalarca ve defalarca tekrarladı. Her bir parça ile başka başka martılar bu seronomiye eklendi. Kadın, vapur, martılar ve deniz çok güzeldi. Yağmur sonrası alınan derin bir nefes gibi bünyesine çok iyi geldi. Martılara atılan her bir parça kadının derdinden dert eritti.
Martıların ardında bulutların arkasına gizlenmiş güneş birden kendini gösterdi. Denize düşen aksi çok güzeldi. İstanbul’un yedi tepesine, Sultanahmet’e, Galata kulesine ışık verdi. Kadın güneşe bakamadı. Yankısıyla payetli bir elbise gibi etrafına ışık saçan deniz gözlerini aldı. Vefalı bir dost gibi martılar kendilerine özgü çığlıklarıyla kadını yalnız bırakmadı. Simit bitmişti oysa. Martılar oradaydı. Kadın o anda yaptığı her şeyin, verdiği her emeğin ona hayat boyu yarenlik edeceğini anladı. Eyvallahsız eş, çocuk, akraba ve komşular göstermeseler, o martılar gibi bilinçsiz ve talepkâr olsalar da kumbarada biriken demir yığınları gibi istediği sürece bir kenarda hep var olacaklardı.
Vapur bir başka limana demirledi. Kadın inse mi inmese mi bilemedi. Evdeki alışık olduğu çoğu tekerrürden mütevellit sıkıntı silsilesi mi, karşı kıyıda onu bekleyen bilmediği sıfır kilometre dertler mi? Kadın bilemedi. Hayatını sil baştan mı yaşasa, hacıyatmazı bu kez camdan mı atsa, bilemedi. Kadın kararını verdi. Kendine yarenlik eden martılarını terk edemezdi. Martılar farkında olmasalar da o kadına ihtiyaçları vardı. Hem karşı kıyıya da geçse elindeki simidi bu kez başka martılara yedirecekti. Anaçlık onun en küçük yapı taşına dahi işlemiş Allah vergisi güzelliğiydi.
Kumbarasını çöpe atıp tekrardan biriktirmek ne ifade ederdi? Kadın vapurdan inmedi. Evine, kolalı gömleğine, çift çizgili ütüsüne, kabarmayan kekine, tekrar ve tekrar tozlanan tv’sine, eşine, işine, aşına gitti. Ve o gün karar verdi. Alışkanlıkların biriktirdiği zehri başka kadınlara değil, İstanbul’un engin denizlerine kusmaya, her bunaldığında bir jeton, turnike, birkaç simit ve boğazkesen, güzelliğiyle nefes kesen İstanbul’la dertleşmeye karar verdi.
Nuray Kayacan - Haber 7
nuraykayacan78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol