Bir yumurtadan çıkan ders

  • GİRİŞ06.09.2018 09:27
  • GÜNCELLEME06.09.2018 09:27

Ekonomi, hepimiz için asli gündem olmayı sürdürüyor.
Kuşkusuz, ülkenin güvenlik dosyası da çok yoğun. İdlib, Menbiç, ABD ile gerilim gibi... Lakin günün sonunda iş gelip "geçim dünyasına" odaklanıyor.
İşte bu nedenle eko-politik olarak adlandırdığımız alana dair gelişmeleri, planlamaları ve değişmesi gereken alışkanlıkları bıkıp usanmadan vurgulamak gerekiyor.
Neden? Çünkü ekonomi ile ilgili konuların çoğu, psikolojinin, davranış biliminin, hatta kültürel kodların alanına girmeye başladı da ondan. Dilerseniz bir iki örnekle devam edelim...
 Bugünlerde seralarda üretilen yaş sebze ve meyve fiyatlarının "kur artışı" bahanesi ile aşırı kıpırdaması normal mi? Değil. Daha doğrusu kur artışı ile domates fiyatlarının artışı arasında yüksek oranlı bağ kurulması yanlış. Evet, akaryakıt fiyatları yüzünden lojistik giderleri arttı ama kurdaki artış kadar sera ürünlerine zam yapılmasını gerektirecek bir durum da yok. Ancak alt detaylara girdiğinizde seralarda kullanılan kutu ve ambalaj malzemelerinin neredeyse tamamının ithal olduğunu görüyorsunuz. Tuhaf ama gerçek bu. Hal böyle olunca yıllardır bakmadığımız sera ürünlerinin paketlenmesi bile yüksek dalgalı kur ortamında yüksek fiyat artışı olarak karşımıza çıkabiliyor. Basit gibi dursa da bu tarz onlarca örneğin varlığı, üretimden tüketime kadar geniş bir yelpazede yapısal dönüşümün kaçınılmazlığını ortaya çıkarıyor.
 Bir diğer örneğimiz çok daha çarpıcı.
"Yumurta!" Yumurta fiyatları ile dolar fiyatlarının at başı gitmesine ne demeli? Kur ne kadar artarsa halkın temel protein kaynağı yumurtanın fiyatı da o kadar artıyor.
Niçin? Zira sanayi tipi üretimde yem, ilaç, antibiyotik, ısıtma vb. giderler ithal girdiden oluşuyor. Ve bu maliyet unsurlarının büyük bölümünün yerli ve milli imkânlarla karşılanması da mümkün. Tabii meseleyi kökten ele almak kaydı ile.
 Bir diğer ibretlik örnek de şu... Türkiye genelinde firmalardan kapsamlı veri toplama işine Merkez Bankası daha iki ay önce başlayabildi. Özel isimleri saklı kalmak kaydı ile reel kesimden bilgi alınması, sanayinin nabzını tutmak, politikalar geliştirmek ve pro-aktif önlemler almak bakımından hayati derecede mühim. Ama bu işleme TÜSİAD başta olmak üzere Türkiye'nin önde gelen sanayi kökenli sivil toplum kuruluşlarının karşı çıktığını açıklamak bile yeterince düşündürücü!
 Örnekleri sürdürelim. Sürdürelim ki dışarıdan yapılan finansal saldırıların arka planını gördüğümüz kadar içeride de dersimize çalışalım. Bir başka ifade ile güncel atakları, dış siyasi zorlamaları Türkiye'nin büyüklüğüne ve hedeflerine yaraşır şekilde fırsata çevirelim.
Yoksa, son haftalarda gözlendiği gibi geleneksel çalışma biçimlerini yenilemek yerine ağlaşanlara fazladan prim vermiş oluruz! Diyeceğim o ki dolar kuru 3 TL'den 4 TL'ye 2 yılda, 4 TL'den 5 TL'ye 6 ayda, 5 TL'den 6.5 TL'ye ise 2 haftada geldi. Bu da demek oluyor ki yukarı yönlü kur hareketini durdurmak için devletin gövdesini, özel sektörün de hiç olmazsa elini taşın altına uzatması lazım.
Bu ve benzeri, gözden uzak kalan ama hassas dönemlerde maliyet üreten bir yığın başlık söz konusu.
Hep söylediğimiz şekli ile...
ABD Başkanı Trump'ın, TL'ye açık saldırısı ile başlayan süreçle birlikte hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Türkiye, kısa vadeli riskleri bertaraf etme iradesi sergilerken enerjisini yapısal reformlara da ayıracak.
Mart 2019 seçimlerine kadar geçecek bu dönemi sabır, akıl, cesur kararlar, dayanıklılık ve dayanışma ile aşmak mümkün!

SABAH

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat