Kerbela faciası

  • GİRİŞ13.11.2013 09:31
  • GÜNCELLEME13.11.2013 09:31

Zaten babası tarafından veliaht tayin edildiği ve bu hususta ahitler alındığı için, valilere yazdığı emirnamelerle, babasının vefat ettiğini ve kendisinin vazifeye başladığını bildirdi.

Halktan kendisi adına biat alınmasını istedi.

Bütün beldeler, önceden hazırlandığı şekilde, Yezid'e biat etti­ler.

Ancak ileri gelen zatların bulunduğu Medine'de, umumî biat te­min edilemedi.

Hazreti Hüseyin (r.a),

Haz­reti Abdullah i'bni Ömer (radiyallahü anhüma),

Hazreti Abdullah i'bni Zübeyr (radiyallâhü anhmüâ)

Ve benzeri birkaç büyük zat, Yezide biat etmediler…

Halk, kamuoyu üzerinde büyük etkileri olan bu zatları gözetiyordu.

Halkın da, onları gözetmesi, Emevî idaresi için şüphe ve endişe­ye sebep oldu.

Yezid, o zaman Medine valisi olan amcasının oğlu Velid ü'bnü Utbe'ye emirnâme gönderdi.

Bunlardan mutlaka biat alınmasını istedi.

Velid, bu emri alınca, kendisinden önce Medine valiliği yapan Mervan ile istişare etti. Mervan:

-"Şimdi üçünü de getirt ve Yezid'e biat ettir. İmtina ederlerse, boyunlarını vur!

Abdullah bin Ömer (r.a.), muharebeyi sevmez ve hilafet kendisine teklif edil­medikçe, dâvasına da kalkışmaz.

Fakat diğer ikisi, Muaviye ‘nin vefatını işittikleri gibi, birer bel­deye gider ve halkı kendilerine biata çağırırlar!" diye görüşünü beyan etti.

Vali Velid, mesai saati dışında, Hazreti Hüseyin (r.a.) ile Abdullah ibni Zübeyr (r.a.) hazretlerini hükümet konağına davet etti.

Bu halden şüpheye düşen bu iki zât, arkadan geleceklerini söyle­yerek, dâvetçiyi gönderdiler.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, adamlarını aldı.

Vilayete gitti.

Vilayete giderken adamalarına, hususî talimat verdi.

-"Eğer içerden çıkmam geçirse, vilayete saldırın!"

Hazret-i Hüseyin (r.a.) vali­nin yanına gitti.

Mervan'ı da, valinin yanındaydı.

Vali Velid, Yezid'ten kedisine gelen emirnameyi okuyarak tebliğ etti ve icabını yerine getirmekle mükellef olduğunu söyledi. Hazreti Hüseyin:

-"Allah Muaviye'ye rahmet etsin.

Yezid'e biat meselesine gelince, benim gibi bir şahsın gizlice biat etmesi münasip olmaz. Sen, halkı davet ederek topla ve bizi de, oraya çağır!" cevabını verdi.

Velid, sulh ve selameti sever bir kimse olduğundan, Hazreti Hü­seyin'in geri dönmesine izin verdi.

Mervan cin fikirliydi.

Kendi siyasî çakarına hizmet ediyordu.

Kafasındaki hesapları düşünerek:

-Ey Velid! Hüseyin şimdi biat etmeden savuşup giderse, iki ta­raftan bir çok kimseler öldürülmedikçe, onu ele geçiremezsin. Onu tevkif et ve biat etmekten kaçınırsa, katlet! Öldür!" dedi.

Bunun üzerine Hazreti Hüseyin, Mervan'a ağır sözler sarf ederek, yerinden fırladığı gibi çıkıp gitti.

Mervan, Hazreti Hüseyin giderken, valiye:

-Bir daha bu fırsatı ele geçiremezsin! dedi. Velid ise:

-Ey Mervan! Vallahi, bütün dünya mülkü bana verilse, Hüse­yin'i katledemem. Yarın Allah huzurunda, Hüseyin'in kanının he­sabını verecek kişinin, hali çok yamandır! dedi.

Hazreti Hüseyin'e bir hal olması, Yezid'in hükümetinin sarsıl­masına yol açardı.

Mervan, içinde hâlâ câhiliyetin kabile ve aşiret ruhunu taşıyan, idareci olmak ve hilafet makamına hayallerini kuran bir kişiydi. Bunun için bütün yolları meşrû sayıyordu.

Mervan, Haşim Oğullarının iş başına geçmesini istemiyordu.

Yezid gibi, yeni yetme birinin, kendi önüne geçmesinden de hazmedemiyordu. Çünkü kendisi, Yezid'in babasının akranıydı.

O gün, Emevîler içinde yaşı ve başı itibariyle, en hatırı sayılır bir kimseydi.

Bu sebeple Hazreti Hüseyin'i ortadan kaldırmak ve hem de bu vesileyle Yezid'in saltanatına zeval vermek için, ortalıkta bir kar­gaşalık çıkarmak, kendi menfaatine muvafık düşerdi.

Eğer Yezid, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerini öldürürse; halife olmaya en ehil bir insanı ortadan kaldırmış olur ve hem de Yezid kargaşa çıkardı. Yezidin saltanatı yerinden oynardı.

Böylece gün doğmuş olurdu.

İleride böyle bir fırsattan is­tifade ile halifelik makamına geçi verecektir....

Velid ise, Emevîlerin aklı başında idarecilerindendi ve böyle bir cinayet ve fecaate sebep olmak istemiyordu.

Hazreti Abdullah i'bni Zübeyr ise, valinin yanına çıkmadı.

Valinin davetine icabet etmedi.

Evine gitti, taraftarlarını topladı.

Vali, Abdullah bin Zübeyr Hazretlerini vilayete getirtmek için bir bölük asker gönderdi.

Valinin askerleri gelip evini kuşatınca, kardeşi Cafer, hükümet konağına gitti. Velid'e:

-Kardeşim Abdullah, çekindiğinden gelemedi.

Bugün izin ver de, inşallah yarın sakinleşir, gelir!" dedi.

Vali de, tabiatı icabı müsaade etti.

Hazreti Abdullah i'bni Zübeyr, kardeşi Cafer ile birlikte, o gece Medine'den gizlice çıktı.

Kenar bir yoldan Mekke'ye firar ettiler.

Vali, peşlerinden asker gönderdiyse de, onlara yetişemediler.

Hazreti Abdullah, Mekke'de, Beytullah'a iltica ettiğini açıkladı.

Vali, onlarla meşgul bir vaziyette iken,

İmam Hüseyin Hazretleri, ehl-i beytini toplayarak, ertesi gece Mekke'ye gittiler.

Fakat kardeşi Muhammed ü'bnü Hanife, çocuklarıyla birlikte Me­dine'de kaldı.

Ağabeyine, ümmet içindeki mevkiini hatırlatarak, her­hangi bir zarar gelmemesi için, nasihat ve tavsiyelerde bulundu.

Hazreti Hüseyin ve Hazreti İbni Zübeyr, Medine'den ayrıldık­tan sonra, Vali Velid; Hazreti Abdullah i'bni Ömer'i, yeni halifeye biata davet etti.

O da:

-"Halk biat ederse, ben de biat ederim!" cevabını verdi.

Zaten kendisinden, diğer iki zât gibi endişe edilmediği için vali, onu hali üzere bıraktı.

Bu gelişmeler üzerine Yezid, Velid ü'bnü Utbe'yi Medine valiliğinden azletti.

Medine'yi de, Mekke valisi Amr ü'bnü Said'in emrine verdi.

Vali Amr, Medine'ye gelerek, Hazreti Abdullah i'bni Zübeyr'e düşman olan kardeşi Amr ü'bnü Zübeyr'i, kendisine asayiş memu­ru yaptı.

Emrine iki bin asker vererek, Mekke üzerine gönderdi.

Amr ü'bnü Zübeyr, Mekke'ye yaklaştığı vakit, biraderi Hazreti Abdullah'ı itaate davet etti.

O ise, Mekke ahalisinden topladığı kuv­vetle kardeşine karşı koydu.

Neticede muzaffer olarak kardeşi Amr'ı yakaladı ve hapse attı.

Amr ü'bnü Zübeyr, ömrünün sonuna kadar mahpus olarak kaldı.

Bu şekilde Hazreti Abdullah i'bni Zübeyr, Hicaz beldesinde sân ve şöhret kazandı.

Fakat Hazreti Hüseyin orada iken, kendisine kim­senin biat etmeyeceği aşikâr idi.

Bu sebeple daima Hazreti Hüse­yin'in meclisine gelir, ziyarette bulunurdu.

Ancak meydan kendisine kaldığı takdirde, hilafet dâvasına kıyam etmeye istidatlı ve hazır­lıklı idi. 

Kûfelilerin Daveti 

Küfe halkı; Hazreti Hüseyin, Hazreti İbni Zübeyr ve Hazreti İb­ni Ömer'in, Halife Yezid'e biat etmeyerek, Mekke'ye geçtiklerini ha­ber alınca, harekete geçtiler.

Hazreti Hüseyin'e çok sayıda mektup yazdılar.

Onu halife yapmak ve kendisine biat etmek üzere, ısrarla şehirlerine davet et­tiler.

Heyetler gönderdiler.

"Kûfe'ye geldiği takdirde, vali olan Hazreti Numan ü'bnü Beşir'i tardedeceklerini ve kendisine biat edeceklerini" bildirdi­ler.

Hazreti Hüseyin, bu ısrarlı davet karşısında, amcasının oğlu Müs­lim bin Akîl Hazretlerini, Kûfe'ye gönderdi.

 Kendisi adına ön temaslarda bulunması­nı istedi.

Müslim, Kûfe'ye vardığında 30 bine yakın halk, Hazreti Hüse­yin için biatlarını bildirdiler.

Irak bölgesinden birçok kişi Kûfede toplandı.

Müslim bin Akil Hazretleri, durumu İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerine bildirdi.

Kûfeliler, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerine haber gönderdiler.

-"Biz sana biat ettik. Gel bizi, Yezid gibi bir zalimin elinden kurtar!" dediler.

Kûfelilerin bazıları da,

-"Eğer gelmezsen, yarın kıyâmet gününde senden davacı olacağız!"

Bir diğer mektup,

-"Mazlumlara yardım etmek farzdır. Gelin bizi Yezidin zulmünden kurtarın!" diyordu.

Diğer taraftan bazı Kûfeliler, gizlice Yezid'e haber gönderdiler.

 Emir­lerini tam ifa edecek kuvvetli bir vali göndermesini ve hâl-i hâzırdaki valinin çok gevşek davrandığını, Müsilm bin Akil ve onun adamlarına müsâmaha ettiğini bildirdiler.

 Küfe valisi Numan'ı azletmesini istediler.

Bunun üzerine Yezid, katı bir idareci olan Basra valisi Ubeydullah i'bni Ziyad i'bni Ebî Süfyan'ı, Kûfe'ye tayin etti.

İbn-i Ziyad, Kûfe'ye gelir gelmez, halkı itaate davet etti.

Müslim'in başına toplananlar, Vali ve adamlarını muhasara ettiler.

İbn-i Ziyad bir hile ile ellerinden kurtuldu.

Eşraf ve kabile reislerine çuvallar ile altın ve gümüş verdi.

Müslim bin Ukayl Hazretlerinin etrafında toplanan insanları dağıttı.

Kimini para ile satın aldı.

Kimini de makam ve mevki ile…

Yalnız bir vaziyette kalan Müslim'i, bazı kimsele­rin ihbarı ile saklandığı yerde yakalayarak idam ettirdi.

Böylece Kûfe'de hakimiyeti tam ele geçirdi.

Bu sırada Hazreti Hüseyin, Müslim'den aldığı ilk müspet haber­ler üzerine, Kûfe'ye hareket etmek üzereydi.

Eshabdan bir çokları, hususiyle Hazreti Abdullah i'bni Abbas ve Hazreti Abdullah i'bni Ömer gibi ilim ehli olanlar, onu bu niyetin­den vazgeçirmeye çalıştılar.

Hazreti İbni Ömer:

-Meydana çıkma! Allâhü Teâlâ hazretleri, Rasûlüllah'ı dünya ile ahiret arasında muhayyer kıldığında, O ahireti seçti. Sen de, O'ndan bir parçasın; dünyaya nail olamazsın! diye nasihat etti.

Hazreti Hüseyin'in, azminde sebat ettiğini görünce, ağlayarak vedalaştı.

Hazreti Abdullah i'bni Abbas da:

-Ey amcam oğlu! Ben senin için Küfe ahalisinden korkuyorum. Onlara itimat edilmez. Burada kal! İlla gideceksen, Yemen'e bari git. Zira orada babanın bağlıları çoktur. Kaleler ve mevkiileri elve­rişlidir! dedi.

Kûfe'lilerin, babasına ve ağabeyine yaptıklarını hatırlattı.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri,

-"Ben gitmekle vazifeliyim!" dedi.

İbn-i Abbâs (r.a.) Hazretleri,

-Hiç olmazsa, evlat ılyâlini götürme; korkarım, Hazret-i Osman gibi, sende çoluk çocuğunun gözleri önünde öldürülürsün!" dedi.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin azminden dönmemesi üzerine:

-Doğrusu Mekke'den çıkışın ile Abdullah i'bni Zübeyr'i mem­nun etsen gerektir. Zira sen, burada iken, ona kimse itibar etmez!" dedi.

Onun yanından çıktı.

Hazreti İbni Zübeyr'e vardı. Ona:

-Gözün aydın! Meydan sana kalıyor. İşte Hüseyin, Hicaz'ı sana bırakıp Irak'a gidiyor! diye tarizde bulundu.

Hazreti Hüseyin, bu nasihatları yerinde görmesine rağmen, yine de Küfeye hareket etti.

Çünkü İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, Küfeye gitmeyip, Mekke-i Mükerremede kalsa; asla Yezide biat etmeyecekti. Yezide biat etmediği takdirde yine, öldürülecekti.

Küfede kendisinden yardım bekleyen ve kendisine kurtarıcı gözüyle bakan Müslümanlar toplanmışlardı. Gidip o Müslümanlar yardım etmediği zaman, bir çeşit zül olurdu.

Zillet ile ölmekten ise mazlumlara yardım edip, izzet ve şerefiyle ölmek kendisine yakışırdı.

Müs­lim'den aldığı itimat edilir haberler alıyordu.

Irak halkının çoğu kendisine biat etmişti.

Bütün Iraklılar kendisine biat etmeye hazırdılar…  

Bu durumda Küfeye gitmesinin daha iyi olacağına kanaat getirdi.

Kararından dönmedi.

Kendisine son defa mâni' olmak isteyenlere:

-"Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerini rüyamda gördüm; bana bir şey emretti ki, onu ifa ederim!" dedi.

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin kendisine verdiği işaret ile İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleriyle birlikte gitti.

Kimse o sırrı öğrenemedi.

Onun bu sözü, kaderin esrarlı hükmünü mutlaka icra etmesi nok­tasından çok manâlıdır. 

Kûfeye Hareket 

Hazreti Hüseyin, hac farizasını tamamladıktan sonra, 60 inci hicrî yılın Zilhicce ayının 8'inde, Mekke'den, Kûfe'ye hareket etti.

Bu gün, aynı zamanda, Kûfe'de, Müslim'in, idam edildiği gün­dü ve bu haber, henüz kendisine ulaşmamıştı.

Hazreti Hüseyin'in yanında, ehl-i beytinden 18, diğer yakınların­dan 60 kişilik bir refakatçi bulunuyordu.

Bunların 32'si eshabdan idi.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, yola çıktığı zaman, kendisine Kabenin temizliğine adamış bir Müslüman olarak tanınan gizli Yahudîlerden ve Abdullaha bin Sevde'nin adamlarından Abraham, kölesini Kûfeye gönderdi.

-"Acele git! Kuyumcu Yakubu bul ona "Kuş kafesten çıktı!" de.

Köle Kûfeye geldi.

Haberi bildirdi.

Kuyumcu Yakub, iki sandık altın ile valinin huzuruna çıktı.

Vali sordu:

-Bunlar nedir?" Abraham,

-Yezid ve onun buradaki temsilcilerine yardım etmekle yükümlüyüz! Çünkü sizin sayenizde yaşıyoruz! Aldığımız haberlere göre Hüseyin bin Ali, Yezide karşı kıyam etmiş ve sizi buradan sürgün etmek için Kûfeye doğru yola çıkmış! Sizin asker toplamanız ve aşiret ve kabile reislerini kendi tarafınıza çekmek için paraya ihtiyacınız olacağını düşündük! Sizi seven ve size karşı itaatkar bir tebanız size destek vermek ve katkıda bulunmak istedik. Bu yardımlarımızı kabul ederseniz; bizi ihyâ etmiş olursunuz! Bu hediyeler, sizin için bir şey değil ama; bizim için büyük bir şereftir…" dedi.

Vali ona ikram ve ihsanda bulundu.

Vali, o altınları aşiret, kabile ve oymak reislerine dağıttı.

Eşrafa dağıttı.

İnsanları para Yezidin saffına geçirdi. 

Kartopu Gibi Hareket Ettikçe Çoğaldılar 

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin Küfeye hareket ettiğini ve Yezide karşı kıyâm ettiğin duyan birçok Müslüman, yolda kendisine yetiştiler.

Kendisine katıldılar.

Gide gede yolculuk arkadaşları çoğaldı.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin çevresine Bedevîlerden büyük bir kalabalık toplandı.

Kartopu gibiydiler.

Hareket ettikçe çoğaldılar.

Sayıları binleri ve hatta onbinleri buldu.

Yolculuk sırasında meşhur şair Ferazdak ile karşılaşan Hazreti Hüseyin, ondan vaziyeti sordu.

Ferazdak, hürmetini arz ettikten sonra:

-"Halkın kalpleri seninledir. Fakat kılıçları Emevîlerledir. Hü­küm ise, Allah'dan gelir ve O, dilediğini işler!" dedi.

 Hazreti Hüse­yin:

-Dediğin doğrudur. Emir Allah'ındır ve dilediğini yapar. Ka­za ve hüküm, eğer istenilene muvafık ise, Allâhü Teâlâ hazretleri'ya hamd ederim. Eğer Ümit edilenin aksi zuhur ederse, niyeti hak ve kalbi takva üzere olan kimse, onu yadırgamaz! cevabını verdi.

Akabe vadisine geldikleri vakit, bir Arabîye rastladılar. Adam:

-Allah aşkına geri dön! Zira mızrakların sivri ucuna ve kılıçla­rın keskin ağzına doğru gidiyorsun! dedi. Hazreti Hüseyin:

-Söylediğin, bana gizli değildir. Fakat Allah'ın emrine kimse galip gelemez! diye cevap verdi.

Hicaz ehli, İmam Hüsiyen (r.a.) Hazretleri, için ağlıyordu.

Onun çok feci bir sonuçla karşılaşacağını düşünüyorlardı.

Akl-i selim sahipleri, onun için göz yaşı döküyordu.

Çünkü Yezid zalim idi.

Onun Yezidin askerleri gaddar idiler.

Kûfeliler, dönek insanlardı.

Kûfeliler, nereye yağmur yağsa oraya tarlalarını götürebilme tiynetini taşıyorlardı.

Iraklılar şikak ve nifak ehliydiler. 

Bu sebeple onu yoldan çevirmek için, gayret ve çabalar devam ediyor­du.

Hazreti Hüseyin'in bütün aile fertlerini alıp gitmesiyle, neslin sön­mesinden korkan amcası oğlu Hazreti Abdullah i'bni Cafer, vali Amr ü'bnü Sa'd'dan eman alarak, yeni bir teşebbüse geçti.

Hazreti Hüseyin'in itimat etmesi için, valinin kardeşini de yanına aldı.

İmam Hazreti Hüseyin (r.a.) Hazretleri, bildiği bazı sırlara mebnî, ne olursa olsun, yo­lundan dönmeyeceğini söyleyerek bu son ricayı da reddetti.

Daha sonra rastladığı iki bedeviden, Küfe'de halkın Ubeydullah i'bni Ziyad'ın emrine girdiğini ve amcası oğlu Müslim'in katledil­diğini öğrendi.

Ve bütün Küfelilerin Yezidin tarafına geçtiği haberini aldı.

Hazreti Hüseyin,   geri dönmeyi düşündü.

Müslim'in kardeşleri, onun intikamını almak veya bu uğurda ölmek istediklerini beyan ettiler.

 Geri dönmeye razı olmadılar.

Hazreti Hüseyin, artık kazaya rızâ ile ileri hareket etti.

 Ya­nındakileri serbest bıraktı.

Başına toplanan Bedevîlere, işin vehâmetini anlattı:

-Beni Küfeye davet eden ve bana biat eden bütün Kûfeliler, Yezidin tarafına geçmişler… Benim Küfe şehrindeki temsilcimi yakalayıp idam etmişler!

Artık beni terk edin… Evlerinize dönün!" dedi.

Biri,

-"Olur mu? Biz sana biat ettik!" dediler.  İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri,

-"Beni terk edip giderseniz hayatınızı kurtarmış olursunuz. Beni terk edip gitmenize kırılmam bilakis çok sevinirim… Suçsuz yere sizin kanınızın dökülmesini istemiyorum!" dedi. 

Kartopu Eridi 

Bunun üzerine etraftan katılan cemiyetler ayrıldı.

Güneşte eriyen kar gibi eridiler.

Yavaş yavaş imamı terk ettiler.

Çoğu vedalaşmadan ayrıldılar.

Bedevîlerden bazıları gönülsüz bir şekilde kendisiyle beraber yola devam ettiler…

Mekke-i mükkeremeden kendisiyle beraber hareket eden otuz kadar sahabe kendisinden ayrılmadı.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, kendi aile efradı yakınlarıyla ve kendisini candan ve gönülden seven otuz kadar sahabe ile baş başa kaldı. 

Muhasara Başladı 

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretelrinin Kûfe'ye hareketini haber alan şehrin valisi Ubeydullah i'bni Ziyad, ona karşı bir devriye birliği gön­derdi.

Hazreti Hüseyin, yanında kalanlarla Siyra denilen mahalle ulaştığı zaman, Valinin Hurr ü'bnü Yezid kumandasındaki bu birlikle kar­şılaştı.

Hazreti Hüseyin, onlara vaaz u nasihatte bulunarak:

-Ben, buraya sizin davetnameleriniz üzere geldim. Eğer siz, ah­dinizden döndünüz ise, ben de, geri dönüp geldiğim yere giderim! dedi.

Kumandan Hurr:

-Benim böyle davetnamelerden haberim yok. Ben, sizi Kûfe'­ye, İbni Ziyad'ın huzuruna götürünceye kadar, yanınızdan ayrıl­mamaya memurum! cevabını verdi.

Hazreti Hüseyin

"Ölüm, bundan ehvendir!" diyerek, yanında­kilere dönüş emrini verdi.

Fakat Hurr, onların dönmesine mâni' oldu.

Geri dönemeyen Hazreti Hüseyin, Kadisiye yolunun sel tarafına doğru meyletti.

Bin kişilik Hurr kuvvetleri de, onları uzaktan takibe başladı.

Bu takip, o şekilde oluyordu ki, Hazreti Hüseyin, Küfe istika­metinden ayrıldıkça, devriyeler, kendisini o tarafa dönmeye zorluyordu.

Hicretin 61 inci yılının ilk günü olan l Muharremde, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, Kûfe'den gelen dört kişiye rastladı.

Onlardan vaziyeti sor­du.

 İçlerinden biri:

-"İleri gelenler, çok rüşvet alıp çuvallarını doldurdular. Bu hal ile, senin aleyhine geçtiler. Diğer halkın kalpleri sana meyilli ise de, yarın kılıçlarını üzerine çevirebilirler!" dedi.

Onlar, Kûfe'ye gitmemesini tavsiye ettilerse de, Hazreti Hüseyin, ister istemez, o cihete zorlanıyordu.

O gece biraz uyuyarak istirahat eden Hazreti Hüseyin, Muharremin ikinci, Perşembe günü sabahleyin sol tarafa hareket etti.

Ancak Hurr, yine Küfe tarafına doğru çevirdi.

Bu sırada Hazreti Hüseyin'in, bir nevi muhasara edildiğini ha­ber alan, Küfe valisi Ubeydullah'dan, yeni bir emir geldi.

Emirnamede "Bu emir nerede eline geçerse, Hüseyin'i tevkif et ve Fırat nehri ile irtibatını kes. Sağlam bir yere sığınmasına mâni' ol!" deniliyordu.

Emri alan kumandan Hurr, keyfiyeti Hazreti Hüseyin'e tebliğ etti.

Bu hal karşısında Hazreti Hüseyin, civardaki bir köye konmak istediğini bildirdi. Hurr ise:

-Ben buna muktedir değilim. Bu emri getiren adam, valinin ca­susu ve emrin ifasını takiple vazifelidir. Bana getirilen emri tatbik etmeye mecburum! dedi.

Daha sonra Hazreti Hüseyin ve adamlarını, susuz bir mahalle yer­leştirdi.

Hazreti Hüseyin, bu susuz mahallin adını sordu. "Kerbelâ!" ce­vabını alınca:

-"Burası kerb, meşakkat ve belâ, musibet sahibi bir yerdir.

Ne garip bir haldir ki, babam ile Sıffîn'e giderken buraya uğra­mıştık.

Buranın adını sorup da Kerbelâ denilince (Allâhü Teâlâ hazretleri'nın takdiri budur ki, Muhammed'in ehl-i beytinden bir topluluk buraya inecek ve onların başlarına Gelecek gelecektir) demişti! di­yerek, ilahî hükme teslim oldu.

Tevekkülle boyun eğdi.

Olacakları beklemeye başladı.

Ertesi günü Hazreti Sa'd ü'bnü Ebl Vakkas'ın oğlu Ömer, dört bin süvari ile Kûfe'den Kerbelâ'ya geldi.

Kendisi, bir müddet önce, Ubeydullah tarafından, Rey şehrinin emiri tayin edilmişti.

Burada isyan halinde olan Deylem kabilesi üzerine gönderilmek için hazır­lanan dört bin kişilik ordu ile hareket edeceği sırada, Hazreti Hü­seyin meselesi çıkmıştı.

İbni Ziyad; Ömer ü'bnü Sa'd'ın, bu hazır askerle, önce Hazreti Hüseyin üzerine gitmesini ve ondan sonra Rey ve Deylemîler üzeri­ne hareket etmesini istedi.

Ömer bin Sa'd, bu hususta afvını istedi.

-"Beni İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin üzerine gönderme!" dedi.

İbni Ziyad, ona,

-"Eğer sen Hüseyin bin Ali'nin üzerine gitmezsen; seni Rey şehrinin emirliğinden azledelece­ğim, Irak'taki arazilerini elinden alacağım ve evini bile imha edeceğim!" dedi.

Bunun üzerine Ömer, düşünmek için bir günlük mühlet aldı.

O gece dostlarıyla istişarede bulundu.

Hepsi, onu, böyle bir işe bulaş­mamak hususunda ikaz etti.

Kız kardeşinin ve meşhur sahabe Hazreti Mugîret ü'bnü Şûbe'nin oğlu olan Hamza:

-Dayı! Allah için Hüseyin'e karşı gitme! Çok büyük bir veba­lin altına girersin. Vallahi, yeryüzünün mülk ve saltanatından mah­rum olmak şöyle dursun, dünyadan tamamen ayrılmak bile, Allah'ın huzuruna, Hüseyin'in kanına girip de varmaktan daha hayırlıdır!" dedi.

Bu nasihatları yerinde gören ve

-"Pekâlâ" diyerek onlardan ayrı­ldı.

 İbn-i Sa'd, gece derin efkâra daldı.

Rey emirliğinden ve dünya im­kânlarından mahrum kalmak veya Hazreti Hüseyin'in kanıyla rezil olmak arasında, tereddüt içinde bocaladı.

Sabahleyin İbni Ziyad'a vardı:

-Sizin bana verdiğiniz vazifeyi, bütün halk işitti. Beni vazifem mahalline, bir başkasını da Hüseyin'in üzerine gönderin! dedi.

İbni Ziyad:

-Ben seninle müşavere edecek değilim. Ya gönderdiğim yere git, ya da emirlik emirnamesini iade et!" dedi.

Ömer, bu anî tehdit karşısında, makam ve imkân zaafına mağ­lup oldu.

Kadr ü kıymetini çok iyi bildiği Hazreti Hüseyin üzeri­ne gitmeyi, kabul etme bahtsızlığına düştü.

"Dünya muhabbetinin her hatânın başı olduğu" hakikati, kendini gösterdi.

İbn-i Sa'd'in yeni bir kuvvetle, üzerine geldiğini duyan Hazreti Hü­seyin, yanındakilere ashb-ı kiramdan bazı zatlara ve ehl-i beyt hanedânına vaziyeti bildirdi.

Onlara:

-"Bu gece dağılın gidin, beni burada yalnız bırakın!" dedi.

Fakat ehl-i beyti, bu teklifi red ile hayatlarını kurtarmak için, onu yalnız bırakmayacaklarını tekrarladılar.

İbn-i Sa'd, askerleriyle Muharremin ikinci, Cuma günü Kerbelâ'ya gelmişti.

Hazreti Hüseyin'e, gönderdiği bir adamıyla, vazifesini bil­dirdi. O da:

-Ben buraya ahalinin davetiyle geldim. İstemezseniz, döner giderim! cevabını tekrarladı.

İbni Sa'd, bu teklifi Küfe valisine bildirdi.

İbni Ziyad'dan gelen cevapta

"Hüseyin, bizim pençemize düş­tükten sonra kurtulmak mı istiyor. Sen, ona teklif et; Yezid'e biat etsin, o zaman ben de, icabını düşünürüm. Eğer biattan kaçınırsa, su almasına mâni' ol" emri yer alıyordu.

Bunun üzerine İbni Sa'd, 500 kişilik bir süvari birliğini ileri sevk ederek, Hazreti Hüseyin ile Fırat arasına yerleştirdi.

Böylece mah­surların nehirden su almasını önlemiş oldu.

Süvarilerden Abdullah i'bni Husayn Ezdî, ileri çıkarak:

-Ey Hüseyin! Uzaktan suya bakar durursun.

Ancak ölünceye kadar bir damlasını ağzına alamazsın! diye seslendi.

Bundan çok müteessir olan Hazreti Hüseyin:

- Ya Rabbi! Bu adamı susuzlukla helak et! diye ilticada bulun­du.

Duasının kabulü ile, bu haşin adam, müthiş bir illete tutuldu ki, hararetten çatlayacak hale gelir, bir damla su içse, hemen kusardı.

Tekrar aldığında, yine kusa kusa şiddetli hararet içerisinde kalırdı.

Nihayet bu şekilde susuzluktan can verdi.

Bu su münakaşalarından sonra Hazreti Hüseyin, Ömer'e haber gönderip, iki asker arasında buluşarak görüştüler.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri,

1-Geri dön­mek,

2-İslam hudutlarından birinde nöbet bekleyerek Allah yolunda hizmet etmek;

3-Aile efradını Mekke-i Mükerremeye gönderip kendisi kafirler ile yapılan bir savaşa katılmak,

4-Şam'a varıp Yezid'e ile bizzat görüşmek husus­larından birinin kabulünü istedi.

İbn-i Sa'd, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin bu tekliflerini makul buldu. Durumu vali İbni Ziyad'a bildirdi.

Bunlardan birinin kabulü fikrinde olduğunu da kaydetti.

Bu tak­dirde bir facianın önüne geçileceğini, sevinerek ilave etti.

İbni Ziyad, Kerbelâ'dan gelen bu arz nâme üzerine istişare heye­tini topladı.

Müşavere sırasında, teklifi yerinde gördüğünü beyan­la, kabul edeceğini açıkladı.

Tam bu esnada bir zamanlar Sıffîn'de Hazreti Ali'nin ya­nında savaşmış, daha sonar Yezidin tarafına geçmiş olan Şimr ü'bnü Zülcevşan, ayağa kalktı. Sert bir ses tonuyla Valiye seslendi:

- Hüseyin senin eline düşmüş iken, onun teklifini nasıl kabul edersin? Vallahi o, bu suretle savuşup giderse, kuvveti ziyadeleşir ve senin iktidarına zaaf gelir.

Hüseyin ve adamları, senin hükmüne razı halde teslim olmalıdır­lar.

Sen emir sahibisin, istersen affedebilirsin. Ancak bu mühim fır­satı kaçırma!

Sonra ben tahkik ettim ki, İbn-i Sa'd, Hüseyin ile bütün gece baş başa gizlice görüşüyorlarmış!" dedi.

Valiyi tesir altında bıraktığı gibi, İbni Sa'd'ı da gammazladı.

Bunun üzerine İbni Ziyad, kararını değiştirdi.

İbni Sa'd'a yazdı­ğı emirde;

- Hüseyin ve esbabı, benim hükmüme razı halde teslim olurlar­sa, onları salimen bana gönder. Eğer imtina ederlerse, kendileriyle muharebe et. Onunla savaş… Sen de, bu emri yerine getirmekten kaçınırsan, ordu­nun kumandanlığını Şimr'e terket!" dedi.

Emirnameyi Şimr'e vererek:

-"Al, bunu, İbn-i Sa'de götür. Eğer mucibince amel ederse, ona itaat et. Aksi takdirde, onun ve askerinin emîri sensin. İşini gör ve İbn-i Sa'd'in de boynunu vurarak, başını bana gönder!" dedi.

Bu salahiyetini ifade eden ikinci bir emirnameyi de eline yerdi.

Şimr, Kerbelâ'ya vardı.

 Emirnameleri İbni Sa'd'a tebliğ etti. İbn-i Sa'd:

-Vay, Allah cezanı versin. Ne çirkin bir haberle geldin. Benim maksadım Islah idi. Vallahi Hüseyin teslim olmaz. Zira çocuk, ba­basının sırrı üzerinedir! dedi. Şimr:

- Şimdi ne yapacaksın? diye sordu. İbni Sa'd:

- Ne yapabilirim, çaresiz hükmü infaz edeceğim! cevabını ver­di.

Bundan sonra, 7-8 gündür Kerbelâ sahrasında cefalı bir şekilde mahsur kalan Hazreti Hüseyin'e, İbni Ziyad'ın emri bildirildi.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, red cevabını vredi.

 Muharremin dokuzuncu, Per­şembe günü ikindi vakti, İmam Hüseyin (r.a.) hazretlerinin üzerlerine asker sevk edildi.

Bu sırada Hazreti Hüseyin, çadırının önünde, başını iki dizinin üzerine koyup dalmıştı.

Kız kardeşi Hazreti Zeyneb (r.a.), yanına gelip uyandırdı. İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri:

-Şimdi Rasûlüllah'ı rüyamda gördüm. (Bize geleceksin!) bu­yurdu!" dedi. Hazreti Zeyneb'in:

-"Vah, bizlere yazık!" dedi. Ve ellerini yüzüne vurup ağladı. Bunun üze­rine:

-"Kardeşçiğim, size ne var! Allâhü Teâlâ hazretleri, size lütfuyla muame­le eder!" dedi.

O anda kardeşi Hazreti Abbas:

- Bu asker, senin üzerine geliyor! diye işaret etti.

İmam Hüseyin Hazretleri, onu,  İbn-i Sa'd'a gönderip yarına kadar mühlet is­tedi.

İbn-i Sa'd, diğer kumandanlarla bu mühlet meselesini istişare etti.

Hazreti Hüseyin ile yaptığı görüşmeler ve müspet fikirleri sebebiyle, asker arasında yayılan dedikodulardan çekinerek, onların fikir­lerini delil yapmak istedi.

Yanında bulunan Şimr, fikrini beyandan kaçındı. Amr ü'bnü Haccac:

-"Deylemîler, böyle bir teklifte bulunsalardı, kabul etmeniz icap ederdi!" dedi.

Böylece mühlet talebi kabul edildi.

Zaten bundan tabiî bir şey olmazsa da, dedikodular kumandanın endişesini arttırıyordu.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri, yanındakilere izin verdi.

Onlara,

-Yezidin askerlerinin sorunu sadece benimledir. Onlar, beni öldürmek istiyorlar…"

Adamları,

-Savaşırız!" dediler. Hazret-i Hüseyin,

-Ben size hakkımı size helal ediyorum! Eğer beni seviyorsanız; kalkın gidin. Ama hepiniz bir şehre değil; ayrı ayrı şehirlere dağılın…" dedi.

Gitmek istemeyenleri zorla gönderdi.

Askerin arzusu, kendisi olduğu için, peşlerinden gitmeyeceklerini söyledi ve hayır duada bulundu.

On­lar ise:

- Büyüğümüzü düşmana teslim ettik de, canımızı kurtardık, diye insanlara mazeret mi beyan edelim? Senden sonra bize de yaşamak haramdır! şeklinde cevaplar vererek reddettiler.

Ve canlarını fedaya hazır olduklarını bildirdiler.

Bunun üzerine Hazreti Hüseyin, mümkün olan tedbirleri aldı.

Ge­ce toplattığı odun ve kamışları, çadırların arkasındaki alçak kısma yığdırdı.

Böylece bir nevi istihkâm yaptı ve muharebe sırasında, bun­ları ateşe vererek, bir dereceye kadar arkalarını emniyet altına aldı.

Böylece yalnız ön cepheden müdafaa gayretini düşünüyordu.

Ertesi günü 10 Muharrem Aşure günü idi.

Ömer ü'bnü Sa'd, beş bin kişilik kuvvetlerinin her binine, birer kumandan tayin ederek, sabahleyin askerini yürüttü.

Hazreti Hüseyin'in kuvveti ise, 32 süvari ve 40 piyade fedaiden ibaretti.

Hazreti Hüseyin, atına binerek elinde bir Kur'an-ı Kerim'le ileri çıktı.

Onun yaklaştığını gören Şimr ve adamları, yanan ateşleri işa­retle:

-Ey Hüseyin! Kıyametten önce dünyada ateşe girmişsin! diye, küstahça istihza ettiler.

Hazreti Hüseyin, bu vaziyet karşısında, vakarını bozmadan, or­dunun önüne vardı. Gayesi, son bir defa hitap ile, onları kendisine meylettirmek idi.

Hazreti Hüseyin, hamd ve sena ile başladığı konuşmasında:

- Ey insanlar! Benim kim olduğumu düşünerek, vicdanınıza ku­lak veriniz!

Peygamberinizin kızının oğlunu katletmek size helal olur mu?

Benim hakkımda sâdır olan hadisi şerifleri duymadınızsa, bilen­lerinizden sorunuz.

Benden ne istiyorsunuz? Birinizin yakınını mı öldürm veya malınızı mı gasbettim?

Ey filan ve filan! Buraya gel, diye bana davetnameler gönderen, siz değil misiniz?

Eğer beni istemiyorsanız, bırakınız, geldiğim yere döneyim! de­di.

Asker içinden Kays ü'bnü Eş'as:

-Siz, İbni Ziyad'ın hükmüne razı halde teslim olsanız, olmaz mı? diye karşılık verdi.

Hazreti Hüseyin de:

-Hayır! Vallahi, kendimi zillet ve meskenet ile teslim etmem! dedi.

Karşısındaki askerden ümit ettiği alâkayı göremeyince, artık ge­ri döndü.

Çünkü o ana kadar, İbn-i Sa'din emrindeki askerin, kendisine meyledeceğini; hiç olmazsa, Peygamber torunu olarak, canına kıyamayacaklarını ümit ediyordu.

Kûfe'deki taraftarları­nın yardıma gelmelerini bekliyordu.

Fakat kaderin cilvesi olarak, bunların hiç birisi tahakkuk etme­mişti.

Hazreti Hüseyin'in mücahitlerinden Hazreti Züheyr ü'bnü Kayn, son bir gayretle ileriye çıktı.

İslam'da açılacak yaraların önüne set çekebilmek ümidiyle nasihatte bulundu:

-Ey Allah'ın kulları! Fâtıma'nın oğluna yardım, Sümeyye (İb­ni Ziyad'ın babaannesi olan meşhur bir fahişe)nin oğluna yardım­dan evladır.

Eğer Hüseyin'e yardımcı olmayacaksanız, canına kıymaktan sakınınız.

Onun yolunu açınız! Şam'a bari gitsin; şüp­hem yok ki, amcazadesi Yezid, bu hareketten memnun kalır! Sizin ona Şama gitmesine yol vermenize sevinir!" dedi.

Onun bu nasihatine, askerin sol kol kumandanlığını yapan Şimr haini, bir ok atarak, cevap verdi.

 Bu ok ile o mübareğin gözünü kör oldu.

Hazreti Züheyr, ona hakaret ederek:

-Ben sana hitap etmiyorum. Sen bir hayvansın. Allah'ın kita­bından iki âyeti de, doğru dürüst okuyabileceğini zannetmiyorum. Kıyamet gününde, seni şiddetli azap ile müjdelerim!" dedi. Şimr ise:

-Allah seni de, sahibini de helak etsin! diye karşılık verdi. Haz­reti Züheyr, yüksek sesle:

-Ey Allah'ın kulları! Bu alçak ve cânî herif, sizi aldatmasın. Vallahi Muhammed Aleyhisselam'ın zürriyetinin kanını dökenler, O'nun şefaatine nail olamazlar! dedi.

Daha sonra Hazreti Hüseyin'in emriyle geri döndü.

Artık bundan sonra, işin vahim bir noktaya doğru gittiğini idrak eden, valinin devriye kumandanı Hurr ü'bnü Yezid, İbn-i Sa'd'ın yanına geldi:

-Allah seni Islah etsin. Bu zât ile harp edecek misin ? diye sor­du. İbni Sa'd,

 "Evet" dedi.

-Onun tekliflerinden birini kabul etsen, olmaz mı? dedi. İbni Sa'd:

-Vallahi, bence iyi olur, ama ne yapayım ki, senin emîrin ka­bul etmiyor! dedi.

Askerle Hazreti Hüseyin'e doğru çaresiz ilerleyen Hurr, düşüncelere daldı.

Bir tarafta emir Valinin emirleri, diğer taraftan da Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin torunu Hazret-i Hüseyin (r.a.)ın canı vardı.

 Kendisini bir tit­reme tuttu.

Tir tir titredi.

Bunu gören adamları:

- Sana ne oluyor? Kûfe'nin en yiğidi kimdir diye sorsalar, seni gösterirdik. Böyle bir halini ilk defa görüyoruz! dediler. Hurr de:

-Vallahi, nefsimi Cennet ile Cehennem arasında muhayyer kı­lıyorum ve Cennet'in üzerine bir şeyi tercih edemiyorum!" dedi.

Sonra kısrağını tepti.

Hazreti Hüseyin'in huzuruna vardı:

-Ey Rasûlüllah'ın oğlu! Allah beni sana feda kılsın.

Senin dön­mene önce mani olan ve burada tevkif eden benim. Vallahi kav­mimin makul teklifleri kabul etmeyeceğini ve işin bu hale geleceğini bilemedim.

Ben, şimdi sana pişmanlık içinde, önünde ölünceye dek çarpışmak üzere geldim. Bu fedakârlığım benim için nasuh tövbesi olur mu? dedi. Hazret-i Hüseyin (r.a.):

-Allâhü Teâlâ hazretleri, seni affeder! İnşallâh!" dedi.

Hurr, tekrar askerinin önüne vardı:

-Ey kavmim! Hüseyin'in tekliflerinden birini kabul etmez mi­siniz ki, Allâhü Teâlâ hazretleri sizi de affetsin! diye seslendi. İbni Sa'd:

-Buna bir yol bulsam, ben de öyle olmasını isterdim! dedi.

 Hurr, sözlerine devamla:

-Ey Kûfeliler! Siz, Hüseyin'i davet ettiniz. Uğrunda can veri­riz, diye vaatlerde bulundunuz. Sonra onun canına kastederek, et­rafını kuşattınız. 

Onu, Yahudi ve Hıristiyanların rahatça içtiği Fırat suyundan mah­rum bıraktınız.

Ehli beyti ile beraber susuzluktan halsiz ve mecal­siz kıldınız.

Peygamberimizin nesline bu muameleniz, reva mıdır?

Eğer Tövbe ve istiğfar ile bu hareketinizden vazgeçmezseniz, Allâhü Teâlâ hazretleri, sizi susuzluk gününde sulamaz! Sizi rahmetinden mahrum eder" dedi.

Yezidin askerleri, bu sözlere, onun üzerine ok attılar.

Sözlerine sözle değil; ok ile cevap verdiler.

O da, tekrar Hazreti Hüseyin'in huzuruna gelip durdu.

Bundan sonra İbn-i Sa'd, bir şey yapmadı diye, aleyhinde konuşulmasını önlemek için, bir ok attı.

İlk oku atanın kendisi ol­duğuna dair de şahitler tuttu.

Ne garip tecellidir ki, muhterem babası Hazreti Sa'd ü'bnü Ebî Vakkas, Allah yolunda ve Rasûlüllah uğrunda ilk oku atan zâttı.

Onun oğlu ise, istemeyerek de olsa, Allah ve Resûlünün yolunda, fitneyi iyice alevlendirecek ve onulmaz yaralar açacak ilk oku atma bahtsızlığına düştü. Dünyaya mağlup olarak müminle­rin gözbebeğine kıyanlara âlet olmaktan kurtulamadı.

Yezidi ve Küfe valisini memnun etmek için, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerine ok attı.

Kumandan İbni Sa'd'dan sonra diğer Küfe askerleri de, ok at­maya başladılar.

Böylece başlayan hücum sırasında Küfe ordusu, karşıdan gelen oklarla zayiat verince, bu defa meydana er sürüp çar­pışmak için adam istediler.

Bu dengesiz kuvvetler arasında cereyan eden muharebe sırasın­da, Hazreti Hüseyin'in ehl-i beytinden olan kadınlar da mücadele­ye giriştiler.

Ancak onun emriyle kadınlar geri çevrildiler.

Er meydanına ilk önce çıkan İbni Ziyad'ın âzadlılarından ikisi, Abdullah i'bni Umeyr adındaki fedai tarafından peş peşe öldürüldü.

Abdullah, elini siper ettiği için parmakları kesilmişti.

Zevcesi Ümmü Vehb, ehl-i beyt uğrunda onunla beraber çarpışmak için elinde bir sopa ile fırladı.

Ancak Hazreti Hüseyin'in emri ile geri döndürülebildi.

Küfe ordusundan İbni Havze adında cahil bir adam:

-Ey Hüseyin! Seni cehennem ile müjdelerim! diye seslendi?!

Hazreti Hüseyin, ona:

- Sen yalancısın. Senin dediğin gibi değil, belki ben rahim olan Rabbimin huzuruna giderim! cevabını verdi ve

 "Ey Rabbim! Sen, bu adamı cehenneme gönder!" diye beddua etti.

Bunun üzerine İbni Havze, öfkelenerek şiddetle atını ileri sürdü.

 Bu hamle sırasında atı ürkünce, üzerinden düştü. Fakat ayağı özengide kaldı.

At, kaçıp, onu sürükleyerek ve taştan taşa çalarak telef etti.

Validen bir rütbe alabilmek ümidiyle, Hazreti Hüseyin'in başına kastedenlerden Mesruk ü'bnü Vail, bu dehşetli manzarayı görün­ce, tövbe etti.

Hazret-i Hüseyin ile savaşmaktan vazgeçti.

Muharebe meydanından savuştu.

Kaçtı gitti.

Hazreti Hüseyin'in fedailerinden Berir ü'bnü Hudayr, Küfe as­kerinden ikisini peş peşe haklarken, arkasından gelen Kâb ü'bnü Câbir Ezdî namındaki şahıs, onu mızrakla şehit etti.

Kâb, askerin içine dönünce, zevcesi:

-Sen, Fâtıma'nın oğullarının düşmanlarına yardım ve kurrâların seyidi Berir'i şehit ettin.

Artık bundan böyle seninle konuş­mam! diye karşıladı.

Amr ü'bnü Karza Ensarî de, şehit oluncaya kadar, Küfe askeriy­le çarpıştı.

Karşı tarafta bulunan kardeşi ise:

-Ey Hüseyin! Ey yalancı! Kardeşimi idlal ettin, katline sebep oldun! diye bağırdı.

 Hazreti Hüseyin de:

- Allâhü Teâlâ hazretleri, senin kardeşine hidayet ve sana dalâlet verdi! dedi.

 Bunun üzerine adam:

- Seni katletmezsem, Allah beni helak etsin! diye hücum etti.

Bir fedaî, ona karşı çıkarak, yere düşürdü.

Ancak arkadaşları ye­tişip onu kurtardı.

Hazreti Hüseyin ve adamlarının, koca Küfe ordusu karşısında galip gelmeleri, maddeten imkânsız ise de, böyle ikili vuruşmalarda büyük muvaffakiyet göstermeleri, Küfe kumandanlarını ürküttü.

Çünkü harbin bu şekilde devamı, bu işe gönülsüz ve mecburiyet karşısında girmiş bulunan başkumandan İbn-i Sa'd ile asker içinde Hazreti Hüseyin'e muhabbeti olanların, ona meylini celp edebilirdi.

Bu endişe ile umumî hücuma, geçilmesini istediler.

Bu teklifin sahihlerinden Amr ü'bnü Haccac:

-Ey Kûfeliler! Eğer birer taş atsanız, bu azıcık topluluğu mah­vedersiniz. İmama âsi olanların katlinde tereddüt etmeyiniz!" diye­rek, hücuma geçti.

 Arkasından da askerler yürüdüler.

Bu esnada Hazreti Müslim ü'bnü Avsece'yi şehit etti.

Kadınlar, onun şahadetine feryat ederken, Amr'ın adamları da

"Müslim'i öldürdük!" diye iftiharla bağırıyorlar di.

Bu hali gören Hazreti Ali'nin Küfe piyadesi kumandanı Şit:

-Allah, sizin belânızı versin! Müslim gibi bir kahramanın katliyle mi seviniyorsunuz? Vallahi ben, Azerbaycan muharebesinde, onun altı kâfiri öldürdüğünü gördüm. Siz, kendi elinizle, kendinizi yok ediyorsunuz? diye çıkıştı.

Çünkü bu Şit ü'bnü Rebî, mevkiini muhafaza ederek, kabilesin­den ayrılamadığı için katıldığı bu işin gidişatını tasvip etmiyordu. Hattâ:

-Allah, bu belde ahalisine asla hayır vermez. Zira biz, beş sene Hazreti Ali ve oğullan ile beraber olup onların karşısındakilerle mu­harebe etmişken, şimdi yeryüzünün en hayırlısı olan zâta karşı olan­larla beraber savaşıyoruz ediyoruz. Bu ne büyük dalâlettir?! diye konuşuyordu.

Başkumandan İbn-i Sa'd, umumî hücumu teşvik edenle­rin Israrı karşısında, Şit'i 500 kişiyle ileri göndermek istedi.

Fakat o:

-"Benden başka adam bulamıyor musun?" diyerek kabul etme­di.

Bunun üzerine 500 okçu ile Husayn ü'bnü Numeyr gönderildi.

Okçuların amansız hücum ediyorlardı.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin fedaîleri, Yazidin askerlerine kah­ramanca karşılık verdiler.

Hurr, üsütün bir mücâdele verdi.

Küfe askerleri, hücum cephesini açabilmek için, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin çadırlarını ateşe verdiler.

Böylece kadınlar ve çocuklar da açıkta kaldılar.

Şehitlerden Abdullah i'bni Umeyr'in cenazesi, ortada yatıyordu.

Hanımı Ümmü Vehb, onun tozlarını sildi

Onu Cennet'le müjdeledi.

 Şimr haini, kocasının cenazesinin başında oturup ağlayan kadını görüp hiddetlendi.

Kölesine emretti.

-"Öldür bu kadını!" dedi.

Biça­re kadının kafasına sopa ile vurudlar.

O da kocasının yanına cansız serdi…

Kadın ve çocuklara bu şekilde tecavüz, şer'an ve aklen haram ve yasak  iken, kocasının cenazesinin başında ağlayan kadına böyle bir muamelenin reva görülebilmesi; Yezidin askerlerinin kalplerinin ne derece kararmış ve gözlerin, ne mertebe dönmüş olduğunun delilidir.

Şimr, bu cinayetiyle kalmayıp Hazreti Hüseyin ve ailesinin kal­dığı büyük çadıra yaklaştı:

-Ateş getiriniz, bu evi içindekilerle birlikte yakayım! dedi.

İçeride çoluk çocuk, bağrışarak dışarı fırladılar.

Hazreti Hüseyin, Şimr'e:

-Allah, seni ateş ile yaksın! dedi.

Küfe kumandanlarından Hamid:

-Ey Şimr! Bu hareketin pek çirkindir. Ateş ile azap etmek, Al­lah'a mahsustur. Allah'ın azabıyla azap edip, kadın ve çocukları mı katledeceksin? Senin emîrin de buna razı olmaz! dedi.

Şimr, onun sözlerine kulak asmadı.

Ancak Şif'in gelmesiyle, bu hareketinden vazgeçmek mecburiyetinde kaldı.

Öğle namazı vakti girdiği için, Hazreti Hüseyin, Küfe askerin­den namaz kılıncaya kadar mütareke istedi.

İmam Hüseyin (r.a.) hazretlerinin fedâilerinden Habib, bu teklifi Yezid ordusuna götürdü.

Yezidin kumandanlarından Husayn'ın:

-Sizin namazınız makbul olmaz!" dedi.

Habib, hiddet­lendi ve yüksek sesle:

-"Ehl-i beytin namazı kabul olmaz da, seninki mi olur merkep herif!" dedi.

Husayn, Habibe hücum etti. Habib tuttuğu gibi onu yere yatırdı.

Ancak adam­ları yetişip kurtardı.

Habib, çarpışmaya devam ederek birini öldür­dü

Habib, Husaynın kabilesinin hücumuna uğradı.

Orada şehit düştü.

Kendisine namaz kılma fırsatı vermeyen kişilerin bu kötü tutumlarından dolayı Hazreti Hüseyin, pek müteessir oldu.

Hazreti Hüseyin'in cemaatından bir kaç kişi daha, kahramanca çarpışarak şehit oldular.

Hurr ü'bnü Yezid yalın kılıç, Yezidin ordusunun içine daldı.

 Şehid düştü.

Ebu Semâme Saidî, Yezidin askerlerinin içinde bir amca oğlunu gördü.

Ve onu öldürdü.

Daha sonra Kûfeliler namaza durunca, Hazreti Hüseyin de, salât-ı havf (korku halinde) olarak namazını kıldı.

Namazdan sonra muharebe iyice şiddetlendi.

Küfe askeri, Hazreti Hüseyin'in yanına kadar sokuldular.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin askerlerinden Nâfî, 12 kişiyi, okla öldürdü.

Yezidin askerleri topluca onun üzerine hücum ettiler.

Kolunu kırdılar.

Onu esir ettiler.

 Şimr hemen onu şehid etti.

Daha sonra Şimr, şiddetli bir hücuma geçti.

Hazreti Hüseyin'in adamları, bu şiddetli hücum karşısında mu­hafazanın mümkün olmadığını anladılar.

Onun önünde ölmek üzere selam verip vedâlaşarak çarpışmaya giriştiler.

Hepsi kahramanca çarpışarak şehit düştüler.

Kûfe'den İbn-i Sa'd ile beraber çıkıp, tekliflerinin reddi ile Hazreti Hüseyin'in emrine geçen Ebuşşahsa Yezid ü'bnü Ziyad da, bunlar arasındaydı.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin fedailerinden yaralılar çadırların önünde yatıyorlardı.

Bu hali gördüler.

Yaralılardan ayağa kalkanlar; ayağa kalkıp savaşa girdiler.

Ayağa kalkamayanlar sürüne sürüne savaş meydanına doğru hareket ettiler.

Harbe girdiler.

Hepsi şehit oldular.

Şehitlerden;

 İkisi Hazreti Hüseyin'in, Ali Ekber ve Abdullah is­mindeki oğulları,

 Altısı; biraderleri, yani Hazreti Ali'nin; Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed ve Ebu Bekir namındaki ev­ladı,

İkisi; Hazreti Hasan'ın, Ebu Bekir ve Kaasım adındaki oğul­ları,

On kişisi de; diğer kardeşlerinin ve amcalarının oğulları idiler.

Hazreti Hüseyin'in yanında bulunan ve 32'si piyade ve 40'ı sü­vari olan zâtlardan, sadece Dahhak Meşrafî sağ olarak kurtulabildi.

Mücahitlerin hepsi şehit olunca, Dahhak Meşrafî, Hazreti Hüseyin'in yanına geldi:

-Ey Rasûlüllah'ın oğlu! Malumun ki, senin yanında çarpışan oldukça, çarpışmak üzere, söz vermiştim. Çarpışan kalmadığına gö­re, bana dönmek helaldir! dedi.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri:

-Hakkın var. Fakat nasıl çıkıp gidebileceksin?" O,

-Ben giderim! İsterseniz sizi de buradan kaçırabilirim!" dedi.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretleri,

-"Hayır! Ailem burada, namusumu burada Yezidin askerlerinin elinde bırakamam! Ben şehid olacağım!  Haydi sen git, bahtın açık olsun!" dedi. 

Dahhak, kısrağına atladı.

Yezidin askerlerini yardış, geçti gitti.

Arkasına düştüler.

Kimse onu tutamadı.

 Böylece kurtulup selamete kavuştu.

Hazreti Hüseyin, yanındakilerin birer birer şehit olmalarından sonra bir müddet durdu.

Yezidin askerlerinden kimse, tek başına İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin üzerine yürümeye cesaret edemiyordu.

Yanına yaklaşanlar dönüp gidiyorlardı.

Kimse İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerini öldürmeye cesaret edemiyordu.

Bu işi bir başkasının yapmasını istiyorlardı.

Hazreti Hüseyin'in beklemesi sırasında, küçük oğlu Ali yanında oturuyordu.

Ansızın gelen bir ok, çocukcağızı şehit ediverdi.

Ba­bası bundan çok kederlenerek, eşkıya aleyhine dua ederek ağladı.

Aynı anda susuzluğu şiddetlendiği için, Hazreti Hüseyin, su içmek üzere Fırat'a yaklaştı.

Yezidin askerlerinden biri kendisine ok attı.

Ok, mübarek ağ­zına isabet etti.

Eliyle ağzından kanları silerek, yine bedduada bulundu.

Daha sonra Şimr, adamlarıyla gelip, Hazreti Hüseyin ile harem çadırı arasını kesti.

Onu şehit ettirmek için, tahrik ve teşvike baş­ladı.

-"Daha ne duruyorsunuz! Yezidin düşmanını öldürün!" diye bağırıd.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin üzerine üşüştüler.

Hazreti Hüseyin, kükremiş arslan gibi karşı koymaktan geri dur­madı.

Onun her hücumunda, eşkıya etrafa dağılıyordu.

İşte bu esnada kız kardeşi Hazreti Zeyneb çıktı ve oraya yaklaşan İbn-i Sa'da:

-Ey Ömer! Senin gözünün önünde Fâtıma'nın oğlu Hüseyin, katledilecek mi? diye seslendi.

Bunun üzerine İbn-i Sa'd ağladı.

İki gözünün yaşları, sakalını ıslatır bir halde, yüzünü diğer tarafa çevirdi.

Hazreti Hüseyin ise:

-Beni öldürmek için mi, toplandınız? Bundan sonra Allah, si­ze felah vermez ve hatırınıza gelmeyecek şekilde benim intikamımı alır. Büyük azaba duçar olursunuz! diyerek, onlara hücum ediyordu.

Hayli vakit böyle meydanda kalmasına rağmen, onu şehit etme­ye kimse cesaret edemiyordu.

Şimr haini:

-Ne duruyorsunuz, niçin hâlâ bu adamı öldürmüyorsunuz?"   diyerek adamlarına sert çıktı.

Bunun üzerine eşkıya, etraftan üşüştüler.

Zürâ Temimî, Hazreti Hüseyin'in sol eline bir kılıç darbesi indirdi.

Bir başkası da, sol omzuna kılıçla vurdu.

Hazreti Hüseyin, bu darbenin tesiriyle yere düştü.

 Yine ayağa kalktı.

Si­nan Nehâî, mızrakla vurdu.

İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerini yere düşürdü.

 Havlî Asbahî adındaki şahsa bağırdı:

-"Başını kes!"

Havlî, İmam Hüseyin (r.a.) Hazretlerinin başını kesmek için ilerledi.

Eline kılıcını aldı.

Yüce İmamın başını keseceği zaman kendisini bir titreme tuttu.

Bunun üzerine Sinan, atından indi.

Hazreti Hüseyin'in müba­rek başını, bedeninden ayırdı.

 Havlî'ye verdi.

Sinan ve Kays gibi birkaç şakî, mübarek şehidin silah ve elbisesi­ni paylaştılar.

Diğer bazıları da, ayakta kalan çadırlara hücum ederek, ele ge­çirdiklerini yağmaladılar.

Hazreti Hüseyin, bu Kerbelâ sahrasında şehit düştüğü zaman, 55 yaşındaydı...

Mübarek bedeninde 33 silah ve 34 darbe yarası tespit edilmişti.

İşte "Aşurâ günü" böyle bir gündür. oldu! diye hayıflanırdı… 

Ömer Faruk Hilmi - Haber7

Yorumlar3

  • Sait kurt 5 yıl önce Şikayet Et
    Şehitlerimize Allah rahmet eylesin
    Cevapla
  • Sabit Kal 11 yıl önce Şikayet Et
    Demek o zamanda işin içinde para veren yahudiler varmış, bugün de var.... o zamanda para alan Müslümanlar varmış, şimdide var ve bu kıyamete kadar böyle devam edecek. Bir din veya mezhepteki insanlarda bir ırk gibidir: içlerinde muttakisi, haini, rüşvetçisi, katili, mazlumu, zalimi, akıllısı, cahili, zahidi, eğrisi-büğrüsü, doğrusu var. Peygamberleri katleden insanlardan, Ehli Beyti katleden Müslümanlara kadar her çeşit insan var. Bir mütedeyyinin neslinden bir kafir çıkabileceği gibi, bir kafirdende çok muttaki ve doğru bir müminde çıkar, çıkmış. Günahı babadan oğula nakletmek İslam'ın dışındadır. Bu felaketi gözyaşı dökmeden okumak mümkün değil. Ancak 1400 senedir Müslümanları birbirine düşman etmesininde önüne geçmeliyiz artık. Bir Kufelinin yaptığı zulmün cezasını Dünyanın öbür ucunda olan ben, 1400 sene sonra çekmemeliyim.
    Cevapla
  • İbrahim Dursun 11 yıl önce Şikayet Et
    Aşure günü sorusu-Kerbela olayı ve kur'an. D.İ.B. NA SORU:Geçmiş büyük peygamberlere verilen çoğu mucize nin aşure gününde olduğu doğruysa; kuranda aşure gününün kıymetiyle ilgili bir ayet/bir işaret var mıı?! Yoksa böyle kıymetli bir gün olduğu nereden kaynaklanarak çıkarılıyor?!Malumunuz cuma günüyle ilgili,kadir gecesiyle(ki,içinde kadir gecesi bulunmayan 1000 aydan hayırlı olduğu bildiriliyor),duha vaktiyle,tehetcüt namazıyla ilgili ve daha bir çok vakit ile ilgili ayetlerle Allah cc kıymetli zamanları bize bildirmiştir.Aşure günü kutlamaları sakın emevilerin kerbela faciasını kapatmak için uydurdukları bir hile olmasın!?Sevgili peygamberimizin medine ye hicretinden kısa süre sonra oradaki Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını öğrenince kısa süre aşure günü oruç tuttuğu daha sonra ramazan orucu farz kılınınca ümmetini serbest bıraktığı bilinirken ŞİŞİRİLEREK ANLATILAN bu aşure kutlamalarI doğru mu sizce?!..Acil cevap bekliyorum..VesSelam
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat