Paralel devlet, topyekün savaş!

  • GİRİŞ20.12.2013 08:34
  • GÜNCELLEME20.12.2013 08:34

Bu tarihi mücadelenin detayına girmeden önce şunu belirtmek isterim. Medyaya yansıyan yolsuzluk iddiaları ciddiye alınmalı, ucu kime dokunursa dokunsun sonuna kadar gidilmelidir. Bu konuda tabiri caizse sıfır hoşgörü gösterilmelidir.

Gelelim olayın diğer boyutuna. Siyaseti birazcık yakından takip edenler dahi bunun sıradan bir yolsuzluk operasyonunun çok ötesinde bir şey olduğunu hemen anlayacaklardır. İki gün önce başlayan bu süreç Başbakan Erdoğan'ı devirmeye ve iktidarı yeniden dizayn etmeye yönelik siyasi bir operasyondur. Bu noktada en küçük bir şüphem dahi yok.

Yakın siyasi tarihimizde çokça şahit olduğumuz siyasi mühendislik teşebbüsünün yeni bir örneğini görüyoruz. Bunu diğerlerinden farklı kılan bu seferkinin öncekilere kıyaslanmayacak derecede daha derin ve karmaşık olmasıdır.

Ne denli güçlü ve karmaşık bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamak istiyorsanız, operasyonun yapılış şekline bakmanız yeterli olacaktır.

Son devrin tartışmasız en büyük yolsuzluk operasyonu yapılıyor ama operasyonu yürüten şube müdürü ve ekibi dışında hiç kimsenin haberi yok. Ne amirinin, ne müdürünün, ne de Emniyet Genel müdürünün haberi var. Doğal olarak Vali ve İçişleri Bakanının da haberi yok.

Polis kendisinin amiri olan İçişleri Bakanının oğlunu 14 ay boyunca hem dinliyor hem de teknik takibe alıyor, ama İçişleri Bakanının haberi olmuyor.

Başsavcılığın da polis teşkilatından farkı yok. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Çolakkadı'nın 14 aydır devam eden soruşturmadan haberi yok. Adalet Bakanının haberi yok. 11 yıldır tek başına iktidarda olan ve diktatör olmakla suçlanan Başbakanın haberi yok. Onlar da herkes gibi soruşturma başladıktan sonra televizyondan öğreniyorlar.

Yani bizim bildiğimiz devleti de aşan derin bir yapı söz konusu (Devlet içinde devlet). Mevcut devlete paralel olarak geliştirilmiş ama başka odaklardan emir alan ve onların talimatı ile harekete geçen derin bir yapı.

Başbakanın örgüt dediği, bazılarının başka isimler taktığı bu oluşumun mesajı aslında çok açık:

Biz o kadar güçlüyüz ki, 14 ay boyunca İçişleri Bakanının oğlunu dinleriz, Bakanın haberi bile olmaz, bırakın engellemesini….

Biz o kadar güçlüyüz ki, emniyette genel müdüre, savcılıkta başsavcıya rağmen operasyon yaparız..

Biz o kadar güçlüyüz ki, Cumhuriyet döneminin en güçlü Başbakanına bile ayar çeker, gerekirse iktidardan düşürürüz.

Hasıl-ı kelam herkes ayağını denk alsın, haddini bilsin ve bizim çizdiğimiz sınırları aşmasın demeye getiriyorlar.

Operasyonu gerçekleştiren derin yapıyı sadece bir gruba ya da örgüte mal etmek hata olur. İdeolojik olarak birbirine taban tabana zıt guruplardan müteşekkil bir yapı söz konusu. Tek ortak özellikleri Tayyip Erdoğan düşmanlığı olan yapıda yok yok maşallah. Masonlardan Siyonistlere, Kemalist ulusalcılardan bazı İslamcılara, milliyetçilerden PKK'lılara kadar her kesimden insanı görmek mümkün. Nasıl olsa düşmanımın düşmanı dostumdur.

İçerdeki gruplara bakıp da bunun yerel bir operasyon olduğunu sanmayın. Asıl oyun kurucu ABD ve İngiltere'dir. İçerdekiler hiç kızmasınlar ama onlar sadece ve sadece figüranlardır. Ağababalarının verdikleri rolü oynamaktan başka bir şey yapamazlar.

Ağababaları istedi, Hakan Fidan üzerinden Başbakana operasyon yaptılar, tutmadı.

Ağababaları istedi, Geziyi tertip ettiler, istedikleri sonucu yine alamadılar.

Şimdiki oyun daha büyük, yolsuzluk ve fuhuş ithamları ile AK Parti yıpratılacak ve yerel seçimlerde büyük oy kaybına uğramasına neden olunacak.

Diğer taraftan ise AK Parti karşıtı cephede bölünmüşlüğe son verilip ittifaklara gidilecek. CHP'nin güçlü olduğu noktalarda CHP, MHP'nin güçlü olduğu noktalarda da MHP desteklenecek.

Gecen dönem MHP'nin Ankara adayı olan Mansur Yavaş'ın CHP'den adaylık başvurusunda bulunmasıyla bu iddia olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü. İstanbul adayı da büyük ihtimalle Mustafa Sarıgül olacak. Amaç belli, bu iki metropolü alarak, AK Partiye büyük bir darbe indirmek.

Peki, başarabilirler mi? Bunun cevabı AK Partinin atacağı adımlarda gizli. Gerekenler yapılırsa, bırakın kan kaybetmeyi AK Parti bu süreçten güçlenerek çıkar.

Şöyle ki;

Eğer yönetmesini bilirseniz, krizler aynı zamanda bir fırsattır. AK Partinin kısa tarihi bunlarla doludur. AK Parti krizleri fırsata dönüştürdüğü, sorunları çatışarak aştığı noktada büyümüştür. Bunu 27 Nisan muhtırasında, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 12 Eylül referandumunda gösterdi. Pekala, burada da yapabilir. Yapması gereken iki şey var;

Birincisi, yolsuzluk iddialarının kararlılıkla üzerine gitmeli, sonunda kim çıkarsa çıksın, hesabını sormalıdır. Bunu kamu vicdanında hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde şeffaf yapmalıdır.

İkincisine gelince, MİT operasyonu ile başlayıp Gezi ile devam eden ve yolsuzluk soruşturmasıyla zirveye ulaşan bu siyasi tertibi iç ve dış tüm bağlantılarıyla ortaya çıkarmalı ve müsebbiplerini en sert bir şekilde cezalandırmalıdır.

Peki, ortalığı toz dumana dönüştüren bu mücadelede bize düşen nedir?

Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi ülkelerin tarihlerinde bazı partiler bazı dönemlerde o ülkenin kendisiyle özdeşleşir, bütünleşir. Partinin çıkarı ile ülkenin çıkarı aynı noktada birleşir, birine zarar vermek diğerine zararı da beraberinde getirir. Bu süreklilik arz eden bir durum olmayıp sade bir tarihi kesiti ilgilendirir.

Şu an Türkiye'de biz bunu yaşıyoruz. AK Parti de diğer tüm partiler gibi yozlaşıp tarih sahnesinden silinecek. Ama bugün itibarıyla, ülkenin kaderiyle onun kaderi özdeşleşmiş durumda. AK Partiye vurulacak her darbe ister istemez önemli bir eşiğe gelmiş ülkemize de zarar verecek. Teşbihte hata olmaz, ülkeyi bir gemi olarak düşünün, Başbakanı da o geminin kaptanı olarak düşünün. Şu an yapılmak istenen kaptanı tasfiye etmek için geminin batırılması. İşin en vahim olanı ise mürettebatın da bu işe alet olması.

Hasıl-ı kelam, siyasi durum bize Başbakanın yanında durmaktan, şer cephesine karşı çıkmaktan başka seçenek bırakmıyor. Tam bir kuşatma altında olan Başbakanın yanında durmak dini, millî hatta insani açıdan erdemdir, onunda ötesinde mecburi görevdir. Yoksa böyle bir ihanetin bedelini ne bu dünyada ne huzur-u mahşerde ödeyemeyiz.

Olur ki, bu mücadele başarıyla sonuçlanır, küresel derin yapı ve onun yerli işbirlikçilerinin Türkiye üzerindeki etkinliği kırılır, ülkemizde su kendi mecrasından akmaya başlar, o zaman herkes kendi görüşüne göre bir siyasi oluşumu destekler ya da mevcut yapıyı istediği gibi eleştirir.

Zaman namerde karşı merdin yanında durma zamanıdır.

Zaman ülkemizin çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarımızın üstünde tutma zamanıdır.

Zaman zulme karşı mağduru, küfre karşı İslam'ı destekleme zamanıdır

Yoksa her şey için çok geç olabilir. İkinci bir 28 Şubat yaşamak istemiyorsanız, Türkiye'nin Mısır'ın konumuna, AK Partinin İhvanın konumuna, Başbakanımızın da Mursi'nin konumuna düşmesini istemiyorsanız, emanetinize sahip çıkın, özgürlüğünüzün bedelini ödemeye hazır olun.

En azından o bedeli ödemek için kefeniyle gezen Serdengeçtilerin yanında durun. Hz. İbrahim'e su taşıyan bir karınca kadar da mı olamıyorsunuz…

Ömer Turan

turanömer1972@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat