Etnik milliyetçilik
- GİRİŞ02.05.2013 09:34
- GÜNCELLEME02.05.2013 09:34
İmparatorluktan Cumhuriyet'e sadece vatan toprakları değil, bu topraklar üzerinde yaşayan değişik ırk, din ve mezhepten insanlar da miras olarak kaldı. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti devleti resmi kurumları itibari ile bir ulus devlet olarak kuruldu. Yalnızca toprak ve insan değil, Osmanlı'nın borçlarını, düşmanlarını ve en önemlisi Osmanlı'nın taşıdığı misyonu da devir aldık.
Bugün yaşadığımız sıkıntıları, uluslar arası ilişkilerde önümüze çıkan imkân ve sorunları doğru değerlendirebilmek ancak doğru bir tarih bilincine sahip olmakla mümkündür. Dünü bilmeden bugünü anlamak, bugünü anlamadan yarını inşa etmek mümkün değildir.
Osmanlıyı oluşturan değişik etnik kökenlere, din ve mezheplere mensup insanlar, milli mücadelede bir vatanseverlik testinden geçtiler. Vatan savunmasına katılan, can ve malını bu uğurda feda etmekte tereddüt geçirmeyenler olduğu gibi, istilacı düşman ordularına yardım ve yataklık eden, vatana ihanet edenler de oldu. Milli Mücadele tarihi bize, bu topraklarda yaşayan Kürtlerin vatanseverliklerini sorgulamanın haksızlık ve vefasızlık olduğunu en açık biçimde ispat etmektedir. Milli Mücadelede destanlaşan direnişler bunun en tartışma götürmez belgeleridir. Kürt kökenli kardeşlerimiz Cumhuriyet'e giden meşakkatli yolda üzerlerine düşeni yapmışlardır.
Bu nedenledir ki, Cumhuriyeti kuran kadro, Lozan'da azınlıklar konusunda çok net tavır almış ve Türkiye'de Müslüman olmayan azınlıklardan söz edilebileceğini, Müslüman etnik kimliklerin azınlık olarak değerlendirilemeyeceğini, onların bu ülkenin imtiyaz, ayırım ve bölünme kabul edilemez sahipleri olduklarını bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir.
Kısacası biz bir imparatorluk bakiyesiyiz ve değişik etnik kökenlerin varlığı bir realitedir. Bu farklılığı bir zaafiyet olarak algılamak da mümkün, bir zenginlik olarak kabul etmek de pek ala mümkündür.
Eğer farklılıkları bir zaafiyet olarak algılarsanız farklılıkları ya inkar edersiniz, ya asimile etmeye çalışırsınız veya farklı unsurları potansiyel bir tehlike olarak görür ve baskı ile sindirmeye çalışırsınız. Bu ise bir yandan o farklı unsurların ‘farkı bilince dönüştürmesine' yol açar, bir yandan da o farklı unsurlara birilerinin kanca takmasına vesile olur. O takdirde de dış müdahalelere açık, provakasyona müsait bir ortam oluşur. Milli birlik ve bütünlük gerçekten de tehlikeye girer.
Etnisiteye dayalı yapılar ve siyaset güç kazanır. Etnisiteyi önceleyen siyaset kadroları, karşı etnik siyasetin de güçlenmesine yardımcı olmuş olurlar. Bu paradoks giderek ülke gündemini adeta istila eden gelişmelere yol açar. Huzur, istikrar ve güven ortamı yok olur. Bunun zorunlu sonucu iç çatışma ve etnik temizliktir.
Farklılıkları bir zenginlik olarak kabul etmek elbette, özgürlükçü, demokrat, güçlü, kalkınmış, eğitim ve refah düzeyi yüksek bir toplumsal yapının zorunlu gereğidir. Zira eğer farklılıklar bir zenginlik olarak algılanamıyorsa böyle bir yapının oluşması da mümkün olamaz. Bu takdirde baskıcı, anti demokratik, geri kalmış, güçsüz, eğitimsiz ve yoksulluk içinde debelenen bir toplumsal yapı gelişir. Zira toplumsal enerji içe yönelik mücadelelerde tüketilmiş olur. Bu da zamanın ve ülke kaynaklarının heba edilmesidir.
Özetleyecek olursak, etnik milliyetçilik bütünleşme değil hep ayrışmanın yolunu açmıştır. O halde etnik farklılığı derinleştirmek ve karşı etnik yapıyı bastırmak girişimi hep ters sonuçlar doğurmuştur. Aksine farklı etnik unsurları bir arada barış içinde yaşamaya davet edecek ortak paydaları güçlendirmek ve etnisitenin üstünde bir yüce amacı ortak kimliğe dönüştürmek, heyecan verici hedeflere yönelmek, huzur, barış ve refahın yolunu açar.
Ömer Vehbi Hatipoğlu - Haber 7
ovehbihatipoglu@gmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol