Ateşkes, Hevsel Bahçeleri ve Diyarbakır Surları

  • GİRİŞ16.07.2015 08:41
  • GÜNCELLEME16.07.2015 08:41

Diyarbakır gibi, son yıllarda hep siyasi kimliğiyle tanınmış bir şehir, dünyanın dört bir yanında artık, ‘ insanlığın ortak mirasına sahip bir kent’  kimliğiyle tanınacakken, siz yol ve baraj yapılıyor  gerekçesiyle, uzun zamandır susan silahları yeniden konuşturma karar alıyorsunuz. Bölge insanına ve Türkiye’ye tabiİ, yazık gerçekten. Ateşkes kararını okurken, aklıma ilk gelen bu oldu benim. Eyvah dedim, içimden dünya galiba Hevsel Bahçeleri’ni ve Diyarbakır Surları’nı keşfetmeyi galiba başka baharlara ertelemek zorunda kalacak.

Gelelim işin siyasi boyutuna..

Silahlı bir hareketin hiç hoşlanmadığı şey; demokratik siyaset alanının genişlemesi ve bu alan genişledikçe, sivil alanı temsil eden veya vitrininde duran siyasi aktörlerin ‘özgürleşmesidir.’

Sivil aktörlerin, elinde silah tutan yegane karar merci merkeze göre özerk bir tutum içinde olması,  seçmenlerine ve bir bütün olarak halka karşı sorumluluklarının artması sonucu ortaya çıkan bambaşka siyasi koşullar ve gelişmeler, silahlı alan/sivil alan çatışmasını derinleştirir, çözümü kolay olmayan sorunlar yaratır.

Tarihi  seyri içinde bakacak olursak, şunu görürüz:

Kürt siyaseti, demokratik siyasi alan ve silahlı alan çatışmasını yaşayarak bugünlere geldi. Türkiye bir İran ve bir Suriye değildi tabi, kör topal da olsa, demokratik alanı kullanmak her zaman mümkündü. Ama bu kullanım veya siyasal mesai, sivil toplum faaliyetlerini aşıp, meclise taşınacak kadar büyüyünce, sivil alan/silahlı alan çatışması da kendini daha çok hissettirmeye başladı.

Sokak muhalefeti gibi görülen bir hareketi dağlardan yönetmek çok zor değildi. Ama bu hareket parlamentoya taşınınca, bir takım sorunlar baş göstermeye başladı.  Sözünü ettiğim ilk tecrübe, HEP/SHP ittifakıyla meclise gelen Kürt parlamento grubunun sivil alanda yer almasından sonraki yıllarda yaşandı. Bu tecrübenin sonu hüsrandı ama bu hüsranın yaşanmasında devletin katı ve inkarcı tutumu belirleyici oldu.

Dağ’ın bir şey yapmasına gerek kalmadan, devlet Leyla Zana ve arkadaşlarını parlamentodan alıp Ulucanlar Cezaevi’ne tıktı. Sivil alana inanç o tarihten sonra azaldı ve dağa gidişler bir furyaya dönüştü. Sonrası 15-16 yıl süren ve hem devletin hem Kandil’in silahlarının gölgesinde varlığını muhafaza etmeye çalışan  ‘sokak muhalefeti’ ya da ‘sokak siyaseti’ dönemi diyebileceğimiz dönemdir.

Bu dönemde bağımsız adaylarla parlamentoda olmak, daha o yıllarda mümkündü ama her nedense akla bile gelmedi böyle bir şeyi denemek.

2007 yılı yeni bir dönüm noktasıydı; silahlı mücadele zemini gittikçe zayıflıyor, silahlı mücadele döneminin sona erdiğine dair fikirler,  başta Öcalan olmak üzere hareketin en önemli lider kadrosu içinde açıkça tartışılıyordu. Bu koşullarda sokaktan çıkıldı ve 2007 seçimlerinde parlamentoya girildi. Ama Kürt siyasetçilerin parlamentoya girmesi bu defa devleti değil,  galiba Kandil’i endişelendirmiş olacaktı ki KCK bu dönemde kuruldu. 2007 yılında, sivil alanın özerkleşmesi ihtimali ve imkanı da böylece KCK yapılanmasının gölgesinde laldı.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN...

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat