Yeni bir yıla, yeni bir geleceğe

  • GİRİŞ31.12.2014 09:43
  • GÜNCELLEME01.01.2015 09:35

Biri siyaset felsefesi itibarıyla mesiyanik-batıni ve totaliter Gülen örgütünün yol açtığı ve devlet krizi yaşanmasına vesile olan 17-25 Aralık komplosu, diğeri ise 6-8 Ekim Olayları. 

Biri Türkiye’de topluma ait olan egemenliğin kullanım imkanlarını ortadan kaldırmaya odaklanmış bir hareketti. Haliyle bu egemenliğin ifadesi olan devleti de hedef aldı. Devlet krizine yol açtı. Bu bir ilk idi, zira mütedeyyin cenahta ortaya çıkan hiç bir cemaat veya tarikat devleti istikrarsızlığa ve çözülmeye doğru götürecek bir saldırı içine girmemişti. Bu özellik Gülen örgütünün geleneksel bir dini cemaat olmadığını, esasen başından itibaren bir siyasi proje olduğunu da gösteriyor. 

6-8 Ekim olayları ise toplumsal barışa karşı sorumsuzca bir saldırıydı. Dış bağlantılarını ihmal etmeden, bu hareketin özellikle çözüm süreci bakımından önemli bir stres testi olduğunda şüphe yok. 

Her iki olayın Türkiye’ye verdiği zararlar ortada. Her iki olay da Türkiye’de yerleşik algı ve kalıplarda önemli hasarlara yol açtı. Dini, kültürel, sosyal ve siyasal kodlarda önemli değişimler meydana geldi. Pek çok referans geçerliliğini kaybetti. 

Türkiye’nin devlet sırrı kalmadı. Ülkenin meşru siyasal iradesi uluslararası platformlara radikal terör örgütleriyle ilişkili içindeymiş gibi taşınmaya çalışıldı. Ülkenin uluslararası itibarına zarar verildi. Bölgesel ve küresel etkinliği zayıflatılmaya çalışıldı. 
Bunun detayları üzerinde duymaya gerek yok. Ama Türkiye’ye ait olduğu iddiasındakiler, Türkiye sevdalısı etiketini taşıyanlar, Türkiye’ye en büyük zararı vermekte hiç tereddüt etmediler. 

Her iki stres testinden geçerken, bu tehditlere karşı yürütülen mücadelede de bazı hasarlar ortaya çıktı. Devlet ile dini gruplar arasındaki ilişki zarar gördü. Ama bu diğer yandan da demokratik bir sekülerlik anlayışının önemini ortaya koydu. 

Devlet karşı karşıya kaldığı tehdit algısının şiddeti oranında olağanüstü durum refleksi gösterdi. İstisna durumu tüm 2014’ü biçimlendirdi. Örneğin stres testini geçmek için Meclis olağanüstü bir çalışma temposu içine girdi. Yasama faaliyeti toplumsal taleplerden çok, kısmen de olsa, bu yapılara karşı yürütülen mücadelenin araçlarından biri gibi çalıştı. Bu yasamanın işlevselliğine, etkinliğine ve belirli ölçüde de saygınlığına zarar verdi. Anayasa Mahkemesi bu tehdit algısını paylaşmadığı için, doğrudan yasama çalışmalarını tehdit olarak algıladı ve siyasetin gayrimeşru odaklarla mücadele etmek için kullanmak istediği araçlara önemli sınırlamalar getirdi. Ancak bunu yaparken kimi zaman anayasal usulleri çiğnedi. 
Yine de bu yaşananlar hukuk, yargı ve anayasal düzende esaslı reformlara ihtiyaç duyulduğunu göstermiş oldu. 

2014’ü geride bırakırken bu iki stres testinden, hasarlarla da olsa, başarıyla geçildiğini söylemek mümkündür. 2013’ten 2014’e geçerken içinde bulunulan siyasal karamsarlık, yerini iyimserliğe bırakmış durumda. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat