Koronavirüs Günleri

  • GİRİŞ12.05.2020 11:58
  • GÜNCELLEME12.05.2020 11:58

Gabriel G. Marquez’in 1982 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan “Kolera Günlerinde Aşk” romanı bugün de dikkat ve ilgiyle okunuyor. Kitaptan uyarlanan film de dikkat çekici… Kitabın içeriğine girmeyeceğim. Koronavirüsü salgını ilk ortaya çıktığı günden itibaren bu kitabın isminden milyonlarca aforizma üretildi, şarkı yazıldı, efsane türetildi. Ve insanlığın bugüne kadar yaşadığı büyük salgınlar hatırlandı.
Kuantum ötesi çağa geçmiş dünyanın…
Laboratuvarda üretilmiş veya doğal yollarla yayılmış tanımlanamayan bir virüs yüzünden bu kadar perişan olacağını…
Kibirli dünyanın bir virüse yenilebileceğini…
Bir virüsün bütün tıp literatürünü ve sağlık yatırımlarını madara edeceğini hiç kimse düşünemezdi.
Virüs ortaya çıktığı günlerde kendini kainatın sahibi gören liderciklerin açıklamalarını hatırlayalım.
Ortalama bir hayat standardı tutturmuştu bu liderler. Yetmediği yerde, ihtiyaçlarını nereden karşılayabileceklerse orayı istila edip kaynakları kendilerine akıtıyorlardı. Çünkü onlara ‘dur’ yoktu.
Hitler, sadece Alman vatandaşları için…
İçinde tiyatrosu da bulunan dev gemiler inşa ettirmişti.
Koronavirüsü (Kovid 19) illeti ilk ortaya çıktığında…
Ben de herkes gibi baktım meseleye.
Ama sadece devlet aklı işi çok ciddiye aldı. Mesela hastanede, pastanede, pazarda, otobüste bir virüs nasıl bulaşsındı insanlara? Bulaşsa da elimizi yıkar, yok ederdik…
Hiç de öyle değilmiş. Virüs beni tuş edinceye kadar anlamadım bunu.
3 Nisan geceyarısı başlayan ateş ve aniden bastıran öksürük sabaha perişan uyandırdı. Dilimde tat kalmamıştı. Koku alamıyordum. Hatta tam tur nefes bile… Şiddetli grip belirtisi olabilirdi. Ama hızla başlayan ağrılar işin ciddiyetini anlamaya yetti.
Apar topar hastaneye koştum. Akciğer filmi, kan tahlili… Daha sürüntü testi yapılmadan, “geçmiş olsun, oksijenin çok düşük, ciğerinde lezyonlar var, koronalısın” teşhisi konuldu.
Bir anda zemin ayağının altından kayıyor insanın böyle durumlarda… Çünkü televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında, uluslararası haber sitelerinde illetin nasıl seyrettiğine, insanları nasıl ölüme götürdüğüne dair görüntüler, filmler sıklıkla yayınlanmaya başlamıştı. Akciğeri bittiğinde nefes alamıyordu hasta. Boğularak ölüyordu, çırpına çırpına. Sokakta mutant gibi yürüyordu. Olduğu yere yığılıp kalıyordu.
Hastanenin triyaj kuyruğunda bekleyen onlarca hasta…
Acil polikliğinde yatan ve temiz bir nefes için doktorlara yalvaran insanlar…
Entübe, pandemi, maske, solunum cihazı, sıtma ilacı kavramlarının geçtiği binlerce cümle…
Her biri astronot kıyafeti girmiş sağlık çalışanlarının oradan oraya koşuşturmaları.
Ambulans sirenleri…
Morg önü şaşkınlıkları…
Bir anda bütün gerçekliğiyle yanıbaşıma dikildi koronavirüsü…
Başkasının ölümüne pek ağlayamaz insan. Trajedi kendi hanesinde değilse ancak empati kurabilir. Başkalarının hastalığına üzülebiliriz sadece. Eğer bulaşıcı ise biraz uzak dururuz ve yırtarız.
Ama bu sefer öyle değil…
“Sen koronalı bir hastasın. Ciğerlerinde ufak tefek sorunlar var. Oksijenin düşük. Test sonucun çıkıncaya kadar pozitif sayıyoruz. Devletin sana verdiği ilaçları al eve gidip kendini izole et. Kimseyle temas kurma. Kendini bir hücrede gibi düşün. Karantinadasın. Test sonucuna göre de artık ne gerekiyorsa yapılacak…”
Markette dokunduğun bir makarma paketinden…
Uzatılan bir banknottan…
Bir karış mesafeden öksüren birinden…
Tokalaştığın, sarıldığın bir arkadaşından…
Eşinden…
Virüsü kapmış ama belirtisi olmayan herhangi birinden…
Her türlü bulaşabilir. Böyle becerikli, böyle arsız!
Eklem yerlerinin çıtır çıtır kırıldığını hissedecek kadar seni ele geçiriyor.
Nefes alamıyorsun. Her nefes aldığında göğsüne bıçak saplanıyor. Nefes verdiğinde ise bıçağın ucu sırtından çıkıyor.
“Şöyle bir vaktim olsa, gün boyu yataktan çıkmasam” dediğin zamanlar oluyor mutlaka… Ama döşeğin her bir yanına civiler yerleştirilmiş gibi hissediyorsun. Ne yana dönsen batıyor gövdene. Suyunu içemiyorsun. Kitabın sayfasını çeviremiyorsun. Çocuklarına sarılamıyorsun. Cüzamlı muamelesi görüyorsun çünkü hasta olan sensin ama çevrendeki herkes birer hasta adayı. Onlara bu kötülüğü yapamazsın. Kapının önüne gelen tepsiyi alıp yemeğini yiyeceksin. Tepsiyi yine ayvnı yere bırakacaksın. Kapını kapatacaksın ve ağrılarına, acılarına geri döneceksin.
İşin, evde izolasyon süreci böyle…

Nasip olursa, koronalı günlere dair notlara gelecek yazıda devam edelim…

DİRİLİŞ POSTASI

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat