Dürzülük!
- GİRİŞ23.07.2025 08:48
- GÜNCELLEME24.07.2025 09:06
Bizim oralarda (Ordu, Gökömer) güvenilmez, kaba, fitneci, düzenbaz kişilere ‘dürzü’ denir. Hatta bazen öyle öfkeli bir cümle içinde yer bulur ki, cinayet sebebi bile sayılabilir: “Ulan dürzü! Senin bu yaptığın hangi kitapta yazar!”
Buna benzer başka hakaret/argo deyimler veya kelimeler de kullanılır: “Ermeni keyişin (keşişin) oğlu”, “Moskof dölü”, “Rum’un uşağı”…
Fakat bunların hiçbiri “dürzü” kelimesi kadar aşağılayıcı bir küfür sayılmaz. Diğer deyimlere bazen gülüp geçilir ama “dürzülük yapma!” dendiğinde zaman donar, kan beyne sıçrar, sonrası Allah kerim…
***
“Dürzü/Dürzi” kelimesi son birkaç haftadır bütün Türkiye’nin hatta dünyanın gündeminde. Lübnanlı Dürzilerin lideri Kemal Canbolat, 1940’lı yılların en önemli siyasi figürlerinden biri idi. 1948’de kurduğu İlerici Sosyalist Parti (Progressive Socialist Party, PSP) ve partinin silahlı kolu Halkın Kurtuluş Ordusu iç savaşta aktif rol oynadı. 1977’de bir suikast sonucu öldürülünce yerine oğlu Velid Canbolat geçti. Doğumundan bir yıl önce kurulan partinin de lideri konumunda… Seküler/ sosyalist Canbolat ailesi ve siyasi hareketi, Lübnan’da yaşanan çok önemli siyasi dönüşümlerin ana aktörlerinden biri oldu.
Kendilerini Müslüman gören ama batınî bir topluluk olan Dürzilerin dinî inançlarına ve ritüellerine girecek değilim.
Boyumu da aşar…
Ancak bir durum tespiti anlamında kaydetmekte yarar var: Lübnan’da Kemal ve Velid Canbolat çizgisinden Dürzilerin Suriye’de Evanjelist/Siyonist çizgiye nasıl evrildikleri, hangi amaca hizmet ettikleri ve aslında ‘ne’ oldukları konusunda fikir sahibi olabilmek için bugün üstlendikleri ‘dürzülüğü’ iyi tahlil etmek gerekiyor.
Şimdi efendim…
Osmanlının çokkültürlü yapısından Cumhuriyetle birlikte ulus-devlete dönen Türkiye hakkında uzun uzun yazabiliriz. Hepimizin bu konuyla ilgili bir fikri, ön kabulü veya ezberi vardır. “Eskisi çok iyiydi, yenisi kötü” veya “eskisi çok kötüydü, yenisi çok iyi” kalıplarının dışına çıkarak bir noktaya atlamak (aslında iki haftadır tarihçilerden, derin analistlerden, televizyon ekranlarına sabitlenmiş yorumculardan bekliyorduk ama olmadı) istiyoruz.
İbn Haldun’un bayraklaşmış bir sözü vardır: “Coğrafya kaderdir.”
Sigmund Freud da yaklaşık bir tespit yapar: “Kadavra kaderdir.”
İki yaklaşım arasında çok belirgin bir fark var mıdır?
Bana göre yok…
Neden?
Merhum Orhan Türkdoğan hocanın yaklaşımıyla cevaplandırırsak, “Her insanın doğum yolu ile içinde yaşadığı guruba aidiyet -biz buna coğrafya diyebiliriz Ö.Ü.- duygusu vardır, bu da sosyal bir gerçektir. Bu onun günahı değil, alın yazısıdır.”
Geçelim…
Türkiye’de bir “Kürt sorunu” var mıdır?
Yani Kürt kimliğinin inkârı veya tanınmaması, anadilde eğitim, kültürel haklar, etnik kimliğe dayalı siyasi temsil, kalkınma eşitsizliği gibi meseleler ne zaman Türkiye’nin gündemine girmiştir.
Bu başlıklar altında sadece Kürt vatandaşların sorunlarına mı odaklanacağız yoksa Doğu’nun tümden kalkınması konusundaki devlet refleksinin zayıflığına mı vurgu yapacağız?
Bu sorun, kalkınmada öncelikli bölge ilan edildikten sonra bütün ekonomik imkânların bölgeye yağdırılması ve “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eşitliğine dayanan yaklaşımla” meselenin siyasal ve kültürel çözümü noktasında hiç mi bir şey yapılmadı soruları yıllarca tartışılmadı mı?
Kıymetsiz bir endemik bitki gibi icat edilip 1970’li yılların sonlarında “Kürdistan İşçi Partisi” (Partiya Karkaren Kurdistane-PKK) kurdurulan Abdullah Öcalan’ın başlattığı Marksist-Leninist eylemler bu ülkenin ekonomisine ve siyasi hayatına tarihinin en büyük darbelerinden birini vurmadı mı?
“Terörsüz Türkiye”nin tarihi ve çok önemli bir fırsat olduğunu kabul etmekle birlikte, tarih sayfalarına geçen bu süreci neden hatırlamamız gerektiğini anlamaya..
Bu sürecin iç ve dış faktörlerle özellikle Suriye üzerinden ve YPG eliyle neden ve nereye taşınmak istendiğine..
ABD’nin Irak’taki Çekiç Güç operasyonundan bugüne bölgenin en stratejik alanlarında oynanan küresel oyunlara..
Kuzey Irak’ta ABD-İsrail eliyle kurulan fiilî Kürt devletinin nereye evrilmek istendiğine kadar pek çok konu yeni ve güncel tahlillere muhtaçtır.
İsrail’in nihaî hedefine ulaşmak için bölgede kaosu ateşlediğini..
Ateşin asıl sahibi ABD’nin de yangına benzin taşıdığını hep birlikte görmekteyiz. Yıllardır büyük bir iç savaşın pençesinde kan kaybeden ve neredeyse oksijen tüpüne bağlı yaşayan Suriye’nin güney şehri Suveyda’da Dürzileri bahane ederek -neden ve ona ne!- yeni bir işgal planını devreye sokan mutant topluluğu Siyonist yönetimin sahibi ABD eliyle önce Lübnan’a, ardından İran’a ve şimdi de Suriye’ye yönelik mafyatik kabadayılığının altında yatan nedenleri, Jeruselam Üniversitesi’nden Prof. İsrail Shahak ana hatlarıyla şöyle anlatıyor/ itiraf ediyor: “İsrail’in Ortadoğu politikası, Afganistan’dan Fas’a kadar uzanan ve Orta Asya devletlerinin de dahil olduğu geniş alanı kapsar!”
Yeni, İsrail dürzülüğünün nedeni tam olarak da budur: Arz-ı Mevud histerisinden de öte bir ideal…
Önce Orta Doğu üzerinde etkin bir hegemonya kurmak, ardından kendisine ilişmeyenleri (mesela Suudi Arabistan, Mısır ve küçük Arap kabile ülkelerinden bazıları) ‘pışpışlayarak’ onların istikrarı için yeni oyunlar icat etmek ve en önemlisi hem caydırıcı güç hem de pratik çatışma için nükleer güce kavuşmak!
Bu tespitler de Yahudi Prof. Shahak’a ait…
Basit bir soru gelebilir: “Ama efendim, Yahudiler Müslümanlar kadar Hristiyanlara da düşman. Neden Hristiyanlar da onlardan yana?”
Doğru bir soru…
Dikkat ederseniz bazı İslam ülkeleri dışında çok sayıda Batılı insan çeşitli meydanlarda, maçlarda, konserlerde İsrail aleyhine gösteriler yapıyor, sloganlar atıyor ve Gazze’ya yönelik soykırımı lanetliyor.
Örneğin nüfusunun sadece yüzde 1’i Yahudi olmasına rağmen Macaristan gibi ülkelerin yöneticileri İsrail aleyhine tek bir gösteriye, slogana dahi izin vermiyor. İsrail’in baş dürzüsü Netanyahu, sadece Macaristan’a ‘resmî’ ziyaret yapabiliyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri gaz odalarında, sabun fabrikalarında katleden Alman idaresi bugün Tel Aviv yönetiminin en büyük destekçisi…
Hepimiz görüyor ve biliyoruz…
Tek bir ipucu vererek bu haftalık bitirelim: ABD’de yönetimde olan Evanjeliklerle Yahudilerin icat ettikleri ve Huntigton’ın felsefî altyapısını oluşturduğu ‘yeni dünya düzeni’nin kuvveden fiile geçirilme sancıları…
Bunun anlama geldiğini -kısmetse- gelecek hafta anlatmaya çalışalım.
____________________________________
DİPNOT:
Bu da mı gol değil arkadaş!
Cehalet nedense hep bilinçli bir tercih gibi günümüzde…
Hakikatle savaşanlar eninde sonunda kaybedeceğini bile bile bitimsiz bir cahil cesaretiyle kılıcın üstüne üstüne gidiyor.
Bu vatanın ve milletin namusuna kolayca dil uzatabiliyor.
İsrail, dünyanın gözü önünde Suriye’yi işgal ediyor gıkları çıkmıyor. Sıranın kendilerine gelmeyeceğinden o kadar eminler ki…
Kamera kayıtları ile tespit edilen para kulelerine…
Baklava kutusundan çıkan destek deste eurolara…
Hesap hareketleriyle hırsızlıkları tescillenmiş..
Bu da yetmemiş en yakınlarındaki adamlarının itiraflarıyla ortaya çıkan vurgunlara…
Hırsızlıkla suçlanan tutukluların savcı ve hâkimlerin ve hatta milletin aklıyla alay etmelerine…
Bütün bunlara da diyecek bir kelimeleri yok.
Efendim, LGS’de 14-15 yaşındaki çocuklar soruları çalmış!
Yok ya hu!..
Varsa yoksa siyaset…
Varsa yoksa iftira…
Özcan Ünlü / Haber7
Yorumlar8