ABD hep yamyam, hep ganimetçi!
- GİRİŞ03.09.2025 08:47
- GÜNCELLEME04.09.2025 09:26
Marco Polo, 1271’de Çin’e gitti. Türklerin idaresindeki Hanbalık’ta (Pekin) Kubilay Han’ın hizmetine girdi. Akıllı adamdı, kafasını çalıştırdı ve 1295 yılında döneminin en zengin gezginlerinden biri olarak Venedik’e döndü. Kaleme aldığı siyasetnamesinde Kubilay Han’ın topraklarının eşsiz zenginliğini öve öve bitiremedi. Ganimetçilerin gözlerini Doğu’nun zenginliklerine çevirdi.
1492’de Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını (tam olarak kıta değil, bugünkü Bahamalar) keşfi ile başlayan bu ‘uzaklara merak’, büyük bir ekonomik gücü de beraberinde getirdiği için cazip hale gelmişti.
Avrupalı sömürgeciler ‘Yeni Dünya’nın keşfinden hemen sonra gemiler dolusu ganimetçi ile bu topraklara çıkmış, yağmalamış, kıtanın yerli halklarını kılıçtan geçirmiş ve insanlık tarihinin en büyük ‘yamyamlığı’nı yapmışlardı.
Pirî Reis de Kolomb’dan hareketle bir harita çizmiş ve Osmanlı’ya ‘Yeni Dünya’yı anlatmıştı. Fakat buna rağmen bir sınırı Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na, diğer sınırı Yeni Sahra’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanmış büyük Osmanlı’da bir ‘Yeni Dünya’ merakı uyanmamıştı.
Yeni Kıta, 1700’lü yılların sonlarına kadar İngiltere’nin sömürgesi idi.
Nüfusu ise sadece 3 milyon kadardı!
***
Bu ‘küçük’ ülke, tamamı Osmanlı toprakları olan Kuzey Afrika’da; Cezayir eyaletimizle 1795’te, Trablusgarp ile 1796’da, Tunus ile 1797’de ‘dostluk’ ve ‘ticaret anlaşması’ yapmıştı… Hatta Akdeniz korsanlarına karşı gemilerini koruması için Cezayir Dayısı’na 12 bin altın vermeyi bile kabul etmişti.
7 Mayıs 1784, bizim açımızdan da tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü ABD ile Türkler arasında ilk doğrudan münasebetler bu tarihten itibaren başlamıştır. ABD Kongresi Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams’ı ‘Eski Kıta’ (yani Avrupa) ile ilişkiler kurması için görevlendirmişti. Osmanlı da Eski Kıta’nın büyük devletlerinden biri idi. Albay William Bainbridge komutasındaki “George Washington” savaş gemisi, ABD’nin Akdeniz fedaisi sayılan Cezayir Dayısı tarafından Sultan III. Selim’e hediyeler sunmak üzere yola çıkarılmıştı. 9 Kasım 1800’de İstanbul’da demirleyen ve Yeni Dünya’nın bayrağını dalgalandıran gemi büyük bir coşku ile karşılanmıştı. Gemi komutanı Albay Bainbridge ile Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa iyi kaynaşmış, kısa sürede dostluk kurmuşlardı.
***
İki ülke arasındaki resmî anlaşma 30 yıl sonra yapılmış olsa da Bostonlu bir tüccar 1785 yılından itibaren İzmir’in meşhur incirini Amerika’da tanıtmak için reklam kampanyaları yapmaya başlamıştı bile. İlk tüccar gemisi de 1797’de İzmir’e gelmişti.
ABD, Türklerle daha ‘sıkı’ işbirliği için William Stewart isimli diplomatını 1802’de İzmir konsolosu olarak atamıştı. 1804’ten itibaren bu şehirden Amerika’ya sayısız gemi kalkmıştı. Halı, sünger, yün, kitre, incir ve afyon veriyor karşılığında kumaş ve kahve alınıyor, imparatorluğun büyük şehirlerine dağıtımı yapılıyordu.
Fakat 1820’de büyük bir provokasyon yaşandı ve donanmamız Navarin’de bozguna uğratıldı. Bu saldırıdan sonra Osmanlı, ittifak halinde olduğu pek çok Avrupa ülkesine şüpheyle baktı ve yüzünü ‘yeni dost’ ABD’ye çevirdi.
30 Mayıs 1830’da yeni bir anlaşma imzalandı. Amiral David Porter, ABD’nin İstanbul maslahatgüzarı olarak görevlendirildi. Bu görevlendirmenin ardından birtakım yeni ekonomik ve siyasi gelişmeler yaşanmaya başlandı.
1850’ye gelindiğinde ABD ile 1 milyon altın dolarlık ticaret hacmine ulaşıldı. Bu rakam 1870’te 4 milyon altın dolara, 1910’da ise 20 milyon altın dolara yükseldi…
***
Dönemin ABD Başkanı Andrew Jackson’ın dönemin Padişahı Sultan II. Mahmud’a yazdığı 3 Nisan 1831 tarihli mektup şöyle başlar:
“Şevketlû, kudretlû, Avrupa ve Asya ve Afrika’da kâin kâffe-i memalik-i Âli Osman’ın padişahı, büyük ve has dostumuz Sultan Mahmud Han Hazretlerine ifade olunur ki, Şevketlû Padişah Hazretleri, devlet-i âliyenizin azâmet ve şöhreti bize mâlumdur…”
Arkasından, ABD gemilerinin Karadeniz’e çıkabilmesi için girişimlerde bulunulmuş fakat Padişah buna izin vermemiştir.
***
ABD, bundan yaklaşık 200 yıl önce Türk topraklarında ameliyat yapmaya başlamıştır. İngiltere ve diğer Eski Kıta ülkeleri ile rekabet halinde süren bu operasyonların bugün geldiği noktayı özetlemeye gerek yok sanırım: Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Vietnam, Japonya’ya atılan atom bombası, Kore savaşları, Kıbrıs olayları, Irak’ın işgali, Ukrayna savaşı, Arap Baharı ile başlayan süreç ve nihayet Filistin topraklarındaki Siyonist kıyımın tarihî arka planını anlamak için derinlikli tarih okumalarına her zaman ihtiyacımız var.
ABD başkanının, padişaha ‘haşmetlû’ diye hitap ederken aslında tam olarak ne söylediğini iyi anlamak gerekir. Bir şeyi daha -asla- unutmamak gerekir: Mutant devlet İsrail’in başbakanı Netanyahu’nun “Hedefimiz Türkiye!” açıklaması da bu ilk işaret fişeği ile doğrudan alakalıdır.
Ya, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın şu sözlerine ne demeli? "PKK, Türkiye tarafından terör örgütü olarak tanımlanmıştır. ABD de PKK’yı yabancı bir terör örgütü ilan etmiştir. Ancak artık PKK ile ilişkili olmayan başka bir örgüt var: SDG ve YPG. Bunlar IŞİD karşıtı savaşta bizim müttefiklerimiz oldu. Onların kökeni PKK’ya dayanıyordu ama bugün durum farklı" dedi.
Yani şunu demek istiyor: “Biz Türkiye’yi çok seviyoruz. Başkanımız Andrew Jackson gibi sevmeye devam ediyoruz.”
Diyeceksiniz ki, “Bütün bunlar komplo teorisi!”
Haklı olabilirsiniz.
Ancak tarihi yapanlar ve yazanların hayat hikâyelerine, yürüdükleri yola, proje ve propagandalarına, en önemlisi de hadiselerin sonucuna baktığımızda salt/çıplak gerçeklik bize bir şeyi söylüyor:
Yeryüzünde hiçbir siyasî süreç kendiliğinden -hüdainabit- oluşmuyor. Her şey bir sebep-sonuç ilişkisine bağlı…
Özcan Ünlü / Haber7
Yorumlar9