Mustafa Çelik’in görkemli dönüşü: “Niyaz Duruşu”
- GİRİŞ31.12.2025 09:06
- GÜNCELLEME31.12.2025 10:39
Düşgören bulutların şairi Mustafa Çelik’in şiiri bir süredir uykuda idi. Oysa “Adın Kaldı Bir” (Akabe Yayınları, 1986) ile müthiş bir çıkış yakalamış, araya dünya telâşesi girmiş, şiir sanki biraz geri çekilmişti. Biz arkadaşları ve okurları böyle sanıyorduk. Hatta “Benim Kayıp Şairlerim” (Çıra Yayınları, 2025) adlı kitabımda şiire -yeniden- çağırdığım şairler arasına Mustafa Çelik’i de dâhil etmiştim. Kitabı bizzat götürdüğümde bana “Sana sürprizlerim var!” demişti ama doğrusu böylesine görkemli bir dönüş yapacağını tahmin etmemiştim; yanılmışım.
“Elleri şakaklarında/ Düşgören bulutlar”ın şairi Mustafa Çelik ‘sıkı’ bir kitapla, hem de tematik/metafizik titreşimleri olan bir kitapla, “Niyaz Duruşu” (Ketebe Yayınları, 2025) ile selamladı şiir kamusunu…

Benim kadar, onun şiirini takip eden okurlarının da heyecanlandığına inanıyorum.
***
Çünkü “her yöreden bu sefil/ bu sel gibi ayrılık/ yağmur kaldığı yerden yağmaya başlar/ vurur deniz kıyıya kendini parçalar/ bölük bölük saçlarımın üstünden/ gelir geçer bütün kuşlar/ martılar/ o deniz fenerleri/ ne elimden tutar/ ne yalnız bırakırlar beni” diyen, diyebilen bir şairden şiirin çekilmesi mümkün değildir. İşte “Niyaz Duruşu” böylesine güçlü bir dönüş kitabı oldu.
Kitaptaki şiirleri tek tek sıralamayacağım. Merak eden alıp okur; okumalıdır da… Ben bu yazıda kitaba ilişkin birkaç tespiti sunmak istiyorum:
“Niyaz Duruşu”, hem poetik bir olgunlaşmayı hem de bilinçli bir iç daralmayı/arınmayı temsil etmesi bakımından önemli. Aradan geçen 40 yılın tesadüf olmadığını gösteriyor. Kitap, “aceleyle söylenmiş sözler”den çok, bekletilmiş bir niyazın diliyle konuşuyor.
Kitabın merkez teması Hac, fakat bir “gezi/ritüel anlatısı” olarak değil; benliğin çözülmesi, yüklerin dökülmesi ve “kul olma”nın dili olarak tebarüz ediyor.
Şair diğer şiirlerinde olduğu gibi bu şiirler toplamında da sessiz, mahcup ve kendini geri çeken bir tonda hatta çoğu yerde susmayı arzulayarak söylüyor.
Dili ise sade ama yoksul değil; bilerek inceltilmiş. Metaforlar gösterişsiz, çağrışımlar derin…
Modern Türk şiirinde sık rastlanan “yüksek metafizik iddia”dan kaçınıyor şair. Bunun yerine alçak sesli bir teslimiyet estetiği kuruyor.
***
Kitapta yer alan ‘Yöneliş’ şiiri kitabın poetikasını çok berrak biçimde özetliyor:
“şikayet ediyorum beni sana
hiçbir şeyim kalmıyor ortada
vefalı yüreğimden başka”
Burada şikâyet edilen “dünya” değil, bizzat şairin kendisi. Bu tavır, tasavvufî gelenekte güçlü bir jest olarak bilinir:
“Beni benden sana şikâyet ediyorum.”
Şiirin ikinci bölümünde yer alan;
“yüzü yok utanıyor ayaklarım
eşiğinden içeriye adım atmaya” dizelerinde yer alan eşik, hem Kâbe’nin hem de ilahî huzurun metaforu olarak belirginleşiyor. Utanç burada günahın retoriği değil; varlığın ağırlığıdır. Şair burada, “hak etmişlik” iddiasını tamamen terk eder.
Şiirdeki en çarpıcı imge ise;
“keşke boynu bükük
kuru bir dal olsaydım” dizeleridir
Bu hâl, insan olmaktan bile vazgeçme arzusudur. Yük taşıyan bilinç yerine, yük taşımayan bir nesne olma isteğidir. Modern şiirde nadir görülen bir tevazu biçimidir bu aynı zamanda...
Şiirin finalindeki;
“ellerimi açarak öylece
mahcup bir dua gibi
kalakalsaydım” mısralarında şiir, sonlanmaz; donar. “Kalakalmak”, hareketten vazgeçiştir. Dua bile bir eylem olmaktan çıkıp bir hâle dönüşür.
***
“Adın Kaldı Bir”de daha dışa dönük, zaman zaman imgesel cesareti yüksek bir ses varken; “Niyaz Duruşu”nda şair, sesini bilinçli olarak kısıyor. Bu bir güç kaybı değil; iradî bir çekilmedir. Bu yüzden kitap “slogan şiiri” arayan okuru tatmin etmez ama iç disiplin, edep ve bekleyiş duygusu arayan okur için kalıcıdır.
“Niyaz Duruşu”, -sadece- Hac temasını kullanan bir şiir kitabı değil; Haccı şiirin biçimine dönüştüren bir eser. Böyle olduğu için şairin geri çekildiği, şiirin öne çıktığı görülüyor. Bana göre, okurdan da benzer bir tavır bekliyor; hızlı okuma değil, durma hali…
***
“Niyaz Duruşu”nun poetik yerini en berrak biçimde tarif ederken, hiç şüphesiz, “Ben gelmedim davi için” diyen Koca Yunus geleneğine bakmamız gerekiyor. Şairin bunu taklit-etki düzeyinde değil, etik-estetik süreklilik üzerinden kurduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yunus Emre’nin şiirinde belirleyici olan öğretme arzusu değildir. İkna çabası veya anlaşılma isteği de değildir. Yunus’ta özne bilen değil, seçilmiş değil, örnek değil; eksik, kusurlu ve mahcup bir kuldur. Yani Yunus’ta ‘hakikat’, yüksek dilden değil; alçalmış bir benlikten konuşur.
Mustafa Çelik’in “Niyaz Duruşu” da, Yunus Emre geleneğini kelime, vezin, biçim düzeyinde değil ahlâk ve tavır düzeyinde sürdürür.
İki şiirin ‘ortak zemini’nde “ben” sürekli küçülür, hakikat karşısında konuşma arzusu zayıflar. Böylece şiir, sonuç değil hâl bildirir
Örneğin; Mustafa Çelik’in “Yöneliş”teki:
“şikayet ediyorum beni sana” dizesi, Yunus Emre’nin şu mısralarıyla aynı eksendedir:
“Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap”
İki şairin iki durumunda da özne kendini merkeze almaz, kendini mesele yapmaz, kendini itiraf eder.
***
Yunus Emre şiirinin kalbinde yer alan ‘mahcubiyet estetiği’; yani, günah anlatısı olmaması, didaktik olmaması, dramatik olmaması, Mustafa Çelik de aynı şekilde görülür. Çelik’te Hac gibi en “yüksek” ibadet, en alçak sesle yazılır:
“yüzü yok utanıyor ayaklarım
eşiğinden içeriye adım atmaya”
Bu dizeler, Yunus’un;
“Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme” uyarısıyla aynı ahlâkî zemindedir.
Yani, söz bile haddini bilmelidir.
Sözün özü: “Niyaz Duruşu”, okundukça, Türk şiirindeki İslâmî duyarlık geleneğinin tam da merkezinde yerini alacak bir kitap, şairi için de görkemli bir dönüştür…
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol