İki sebep

  • GİRİŞ24.05.2019 10:28
  • GÜNCELLEME24.05.2019 10:28

Yüksek Seçim Kurulu’nun 6 Mayıs’ta verdiği İstanbul seçimi iptal kararının, 250 sayfalık gerekçeli metni önceki gün kamuoyuyla paylaşıldı. Bu hem uzun, hem de hukuki kavram ve terimler nedeniyle karmaşık olabilen metin, gazeteler ve internet-haber sitelerinde sokaktaki vatandaşın da rahatça anlayabileceği biçimde özetlenmeye çalışılıyor.

Yüksek Seçim Kurulu’nun internet sitesinde (www.ysk.gov.tr) muhalif üyelerin şerhleri de dahil olmak üzere tamamına ulaşılabilecek metnin kısa bir özetini bendeniz de geçmek isterim, zira YSK’nın temelde iki gerekçesi var gibi ve ikisi de oldukça sağlam gözüküyor.

750 SANDIK BAŞKANI MEMUR DEĞİL, 210 BİN OY ETKİLENİYOR

YSK’nın seçim iptalinin temel gerekçesi şu, “sandık kurulu başkan ve asil-yedek üyelerden en az ikisinin kamu görevlisi olması zorunluluğuna uyulmaması”. Kanuna göre, her sandıkta bulunan başkan, asil üye ve yedek üyeden en az başkan ve bir üyenin kamu görevlisi olması şart; ancak İlçelerdeki Seçim Kurulları bu zorunluluğa riayet etmemiş.

“Yeterince memur yoktu” savunması ise durumu açıklamıyor, çünkü İstanbul’da yaklaşık olarak 220 bin devlet memuru görev yapıyor, İstanbul’daki yaklaşık 30 bin sandık için gerekli memur sayısı ise sadece sandık başkanlarını hesaba katarsak 30 bin. Dolayısıyla İlçe Seçim Kurulları’nın olası “yeterli sayıda devlet memuru yoktu” gerekçesi böylelikle hükümden düşmüş oluyor. İlçe seçim kurullarından neden hukuki zorunluluğun dışına çıkılıp memur olmayanların sandık başkanı yapıldığıyla ilgili makul bir açıklama da gelmedi. YSK’nın sandık kurulu başkanlarının nereden geldiği yönünde bilgi talebinde bulunduğu ama ilçe seçim kurullarının bu konuda bilgi vermediği biliniyor. Üst mahkemeye rest anlamına gelecek bu tavır bile başlıbaşına şaibe anlamına geliyor.

Tespitlere göre İstanbul’da başkanı memur olmayan yaklaşık 750 civarında sandık vardı ve bu sandıklar 210 bin civarında oyu etkiliyordu. Sonuç şu; 31 Mart seçimlerinde ilçe seçim kurulları, sandık başkanlarını mülki amirin verdiği memurlar listesi içinden seçmemiş, neden seçmediklerine ilişkin makul bir açıklama da yapmamış, Yıldırım ve İmamoğlu arasındaki oy farkı da sadece 13 bin olduğu için YSK bu durumun sonuca, yani halkın iradesine doğrudan etki edebilecek bir usulsüzlük olduğu kararına varmış.

SAYIM DÖKÜM CETVELİ OLMAYAN SANDIKLAR: 30 BİN OY ETKİLENİYOR

YSK’nın ikinci temel gerekçesi ise, bazı sandıklarda hiç sayım döküm tutanağının olmaması, bazılarında da yok hükmünde sayılan imzasız tutanakların olması, -ki bunlar toplamda 108 sandık ediyor, etkilenen oy rakamı ise 30 binin üstünde. İmamoğlu ve Yıldırım arasındaki oy farkı ise herkesin bildiği üzere sadece 13 bin. Üstelik bu rakam 29 binlerden 13 bine itirazlar sonucunda, tekrar sayımlar sonrasında peyderpey inmiş.

Yani aradaki fark önce 30 bin 281 bin iken, nedense hep İmamoğlu lehine geçersiz ilan edilen oyların, nedense hep İmamoğlu lehine yapılmış kaydırmaların “düzeltilmesiyle” 13 bine kadar düşmüş bir oy farkı bu. İki aday arasındaki fark bu kadar azken ve yeniden sayılan her sandıkta Yıldırım’a verilmiş oyların –az ya da çok- başka partilere yazıldığı ortaya çıkmışken, 30 bin oyu etkileyen imzasız tutanakları yok mu saymalıydı YSK? Elbette hayır ve sırf bu madde bile tek başına seçim tekrarını şart kılıyor.

Muhalefet kesimleri, son iki gündür muhalefet şerhi düşenler dışındaki tüm kurul üyelerine siyasi karar verildiğini söyleyerek ateş püskürüyor, bir yandan da “YSK gerekçeli kararda “çalma, hırsızlık” ifadelerini kullanmamış o halde hırsızlık yok” şeklinde çocukların bile güleceği bir tarzda dil oyunu yapıyor. Oysa sırf, “nerede 108 sandığın tutanağı?”sorusu bile, başlıbaşına birilerini utandıracak bir sorudur. YSK’nın hukuki bir metinde sokaktaki adamın kullandığı ağzı mı kullanması gerekiyordu?

Öte yandan, bu süreçte, iki aday arasındaki oy farkının bu kadar düşük olmasına rağmen ve iddia edilen usulsüzlüklerin çok az bir kısmı gerçekleşmiş olsa bile bunun İstanbul seçimlerinin kaderini değiştirebileceğini bile bile “fazla da uzatmayalım, verelim gitsin İstanbul’u” mealine gelen yaklaşımlarda, telkinlerde bulunanlar oldu. Buna esef etmemek mümkün değildi, zira partiler nezdinde AK Parti’nin ya da CHP’nin; adaylar nezdinde İmamoğlu’nun ya da Yıldırım’ın kazanması değil; ama adalet, eşitlik, dürüstlük, halkın iradesinin sandığa birebir yansıması mühimdi. En azından biz öyle bilirdik.

Demokrasinin ilkelerine tutunarak, vesayet yıllarında bir profesörle bir çobanın oyunun eşit sayılmasını sağlamaya çalışarak, “devlet adalet üzerinde inşa edilir” diye değerlere vurgu yaparak bugünlere gelmiş pek çok kişideki dramatik kırılmayı görmek de, seçimlere şaibe karıştığını görmek kadar üzücüydü doğrusu…

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat