Karşılaşma

  • GİRİŞ19.06.2019 10:11
  • GÜNCELLEME19.06.2019 10:11

Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın seçim karşılaşmasının yayınlandığı program, hem gazeteciler arasında, hem de pek çok siyasetçi nezdinde normalleşme, kutuplaşmanın kırılması olarak yorumlandı.

Doğrudur, siyasetçilerin ekranlarda eşit ve medeni bir çerçevede kozlarını paylaşması, demokratik olgunluğun göstergesi olarak değerlendirilebilir, ama adayların ekranda karşılaşmak istememesini de, kutuplaşma nedeni olarak görmüyorum doğrusu. Zira siyasetçi, şartları, durumu, ortamı ve bundan kendi lehine siyasi bir fayda hasıl olup olmayacağını hesaplayarak rakibiyle canlı yayında karşılaşmayı isteyebilir ya da istemeyebilir; bu seçeneklerden birini tercih etti diye de kimseyi “kutuplaştırmış” filan olmaz.

Nitekim, İsmail Küçükkaya’nın modere ettiği canlı yayında da şartlar Binali Yıldırım lehine değildi, buna rağmen Yıldırım o canlı yayından alnının akıyla çıkabildi. Şartlardan kastım şu,–programın başında- Binali Yıldırım sorgulanmaya, Ekrem İmamoğlu da kendini anlatmaya çağrılmış gibiydi. Bir kere Yıldırım’ı “İBB Başkan Adayı”, İmamoğlu’nu ise “İBB Başkanı” diye takdim ederek başlamayı dil sürçmesiyle açıklayabilir miyiz, bilemiyorum.

Sadece o da değil, ilk reklama gitmeden “23 Haziran seçimine de itiraz edecek misiniz?” gibi aslında “AK Parti’nin seçime itiraz etmesini eleştiren” ironik bir soruyla Binali Yıldırım’a yüklenen ve adayı sıkıştırmayı amaçlayan birkaç soru daha soran moderatör, İmamoğlu’na benzer saldırganlıkta tek bir bir soru yöneltmedi. Allahtan sosyal medyada eleştiriler yükseldi de, moderatör programın ilerleyen dakikalarında daha tarafsız, daha adil bir görüntü vermeye gayret etti. Ki durumu toparlama çabası elbette olumlu bir adımdı. Ekran başındakilere, hatasını anladığını düşündürttü.

Zaten programın ertesi günü, moderatör Küçükkaya’nın CHP adayı ile biraraya geldiği ortaya çıktı, Binali Yıldırım da bunu “gayri ahlaki bir durum” olarak değerlendirdi. Ki CHPli olduğu bilinen bir gazetecinin bu gizli görüşmeyi yapmamış olsa bile programın başında gösterdiği performanstan taraflı olduğuna hükmedebilirdik.

Küçükkaya’nın şahsıyla ilgili konuşmuyorum, meslekteki genel bir sorundan sözetmek istiyorum; bana kalırsa bir siyasi partiyi desteklemek sorun değildir aslında. Problem, bu desteği meslek ilkelerini çiğneyecek ölçüde fanatikçe sürdürürken, bir başka partiyi destekleyen gazetecilere “yandaş” filan gibi sıfatlar takarak, mesleki itibara saldırmaktır ki; malumunuz ülkemizde bu yıllarca yapıldı. Yoksa herkesin bir dünya görüşü vardır.

Programın içeriğine gelince; Ekrem İmamoğlu başlarda agresif, yer yer sorgu memuru bir tutum içindeyken ilerleyen saatlerde “16 milyon İstanbulluyu kucaklayacağım” moduna geri döndü. Binali Yıldırım ise başlarda biraz daha ciddi ve mutsuz gözükürken ilerleyen dakikalarda esprili, bizden, gülümseyerek ettiği sıradanmış gibi görünen laflarla rakibini afallatan; yaptığı projeleri de, yapacaklarını da iyi bilen tavrına büründü. O’nu güçlü kılan sadece programda dersini çalışmış bir belediye başkan adayı görüntüsü vermesi değil, biraz da bu espriyle karışık sözleri oldu.

Mesela, sürekli “16 milyon İstanbullu” diye lafa başlayan rakibine İstanbul’un nüfusunun değiştiğini artık 16 milyon değil, 15 milyon 67 bin kişi olduğunu hatırlatması… Mesela “Yalan demeyelim, gerçek değil diyelim, Ekrem Bey bozuluyor” gibi sözleri… Mesela gençlere burs vermeyi vadeden CHP adayına “Bunu ben de düşündüm ama yazamadım, öğrencilere burs veremezsin; çünkü belediyeler öğrencilere burs dağıtamasın diye CHP Anayasa Mahkemesi’ne gitti “belediyeler burs veremez” diye karar aldırdı” şeklindeki hatırlatması ve diğerleri… Belediyedeki verilerin kopyalanması meselesine ise, yedekleme ile veri kopyalamanın aynı şeyler olmadığını tane tane anlatarak açıklık getirdi ve lafını da esirgemedi: “Bu bir FETÖ taktiğidir”. İmamoğlu, VIP konusunu geçiştirdiği gibi bu konuya da doyurucu bir cevap vermedi.

Programın heyecansız, sönük geçtiği ise artık bir ortak görüş. Buna neden olarak, 3 dakikalık süre kısıtlaması, moderatörün bu kısıtlamaya olması gerekenden fazla sadık kalması ve sürekli adayları bu konuda uyarması, programda adayların diyalog kurmasının önüne geçilmesi ve benzeri sebepler gösterilebilir. Ama bunlar moderatörle değil, daha çok formatla ilgili sorunlar gibi gözüküyor. Elbette moderatör gidişata bakıp, ufak müdahalelerle programı daha hareketli bir zemine kaydırabilirdi, demek ki tercih etmedi.

Velhasıl programda, Binali Yıldırım’ın rakamlara daha hakim olduğunun gözlendiğini, rakibinden daha iyi bir performans gösterdiğini söylersem herhalde kimseye haksızlık etmiş olmam. Ama bu programın, zaten sıkı bir şekilde konsolide olmuş seçmenin fikrini değiştirebilecek bir güç taşıdığı da düşünülmemeli. Bu yayınla kararsız seçmen sandığa gitmeye ikna edilebildiyse, bu en büyük başarı olurdu herhalde...

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat