Kazdağları meselesi

  • GİRİŞ09.08.2019 08:00
  • GÜNCELLEME09.08.2019 08:00

Kanadalı Alamos Gold şirketinin, Çanakkale’nin Kirazlı köyü yakınlarındaki altın ve gümüş arama çalışmaları nedeniyle kesilen ağaçlar büyük bir tartışma başlattı. Ağaçların kaç tanesinin kesildiği yönündeki bilgiler muhtelif, devletin verdiği rakamlar 13 bin civarında, maden firması da daha şimdiden bunların yerine 14 bin fidan dikildiğini iddia ediyor, oysa TEMA Vakfı’na göre bu rakam çok daha yüksek, 200 bine yakın.

Aslına bakılırsa kaç ağaç kesildiğinin şu şartlarda bir önemi kalmamış durumda, zira lokal olmaktan çıkmış ve ülke çapında ortaklaşmış bir kitlesel tepki çoktan oluştu bile; yazarından sanatçısına, doğal yaşamcı sivil toplum örgütlerinden bölgedeki köylülere dek genişleyen bir spektrumdaki kitle, medyayı da ustalıkla kullanarak toprağın üstünün altından daha değerli olduğu yönünde ortak bir popüler yaklaşım oluşturdu bile. Konu sosyal medyadan, konvensiyonel olana dek genişledi ve gündemin birinciliğine yükseldi.

Doğrusu, “toprağın üstünün altından daha değerli olduğu” söylemiyle ima edilen, devletin altın ya da diğer madenleri çıkarmaktan vazgeçmesi gerektiğiyse, bunun ülkenin gerçeklerinden tamamen uzak ve fazla romantik bir yaklaşım olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bir ağacın, tek bir ağacın bile önemli olduğunu, Türkiye’de yılda bir gün resmi olarak ağaç dikme günü ilan edilmesi gerektiğini düşünen bir vatandaş olarak madenlerin çıkartılmasına kategorik olarak karşı değilim.

Ancak bunun Türkiye’ye katkısının ne olacağı konusunda halkın çok önceden bilgilendirilmesi gerektiği gibi, bir halkla ilişkiler çalışması da yapılmalıydı. Sözgelimi, nerede o şirketin diktiği 14 bin fidan, bilmiyoruz. Bildiğimiz gördüğümüz, ormanın içine bir kanser uru gibi yayılmış devasa çıplaklık; heyula görünümlü bir tepe…

Doğa eylemlerine karşı çıkanların bulduğu tek argüman ise “dış güçler”. Bu kişiler, köylülerin eylemleri sonucu önce yabancı şirketten alınan, sonra da o dönem (o yıllarda adı FETÖcü değildi, kendisi de kriminal değildi elbette) Akın İpek’e verilen Bergama altın madeni örneğini vererek eylemcilerin gizli ajandası olan bir akıl tarafından örgütlendiğini iddia ediyor. Bu argüman ise, eylemlere katılanları ya kendilerini kullandırtmış birer aptal ya da art niyetli vatan haini mesabesine indiriyor.

Oysa, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” mottosunu benimsemiş bir devlet aklı, velev ki dış güçler tarafından örgütlensin, o madenden edinilecek fayda hakkında tatmin edici bir halkla ilişkiler çalışması yapar ve ne yapıp edip vatandaşını ikna etmesi gerektiğini bilirdi.

Kaldı ki, doğa duyarlılığı da 2013 yılında Türkiye’de ortaya çıkmış yeni bir icat değil. İnsanlar 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyanın dört bir yanında yıkıcı kalkınmacılığın kontrol altına alınması için örgütleniyor ve mücadele ediyorlar. Balina avcılığının kısıtlanması çabalarından, ozon tabakasının delinmesi nedeniyle küresel çapta yükseltilen eylemlere dek, nükleer enerji karşıtlığından buzulların erimesi karşısındaki duyarlılığa, savaş karşıtlığına dek uzun bir de liste var elimizde…

Elbette nezih bir dünya temennisinde meseleyi götürüp Kropotkin’e bağlayacak değilim, zaten eylemcilerin de anarşizm gibi bir özlemleri olduğunu sanmam. Bana kalırsa, 2013 yılından bu yana Türkiye’de yükseltilen çevreci muhalefetin bir anlamı, mesajı var. Bu insanlar, eski tip, doğaya zarar veren kalkınmacı modeli mevcut hükümetle özdeşleştiriyor, kendilerini sadece çevreci değil, yeni bir siyasetin de seslendiricisi olarak görüyorlar. Buna katılırsınız katılmazsınız, orası size kalmış.

Ancak, bir araştırmacının yaptığı, “1950’lerden bu yana aktif olan çevreci hareketlerde öne sürülen örtülü model taban demokrasisidir” yorumu Türkiye’den bakıldığında bile anlamlı gözüküyor.

Kazdağları eteklerinde ormanın içinde villa sahibi olan şarkıcılar, komedyenlerin de aynı eylemde doğaseverler ve Kirazlı köylüleriyle birlikte olması da bir çelişki elbette. Bu insanlara Bodrum’un giderek beton yığınına dönüşen sahilleri, Kazdağları’nda satın aldıkları villaları ve hatta PKK tarafından kundaklanarak küle dönen ormanlar konusunda neden ses çıkarmadıkları soruldu haklı olarak. Doğru, dosdoğru bir soruydu. Bu noktada ünlülerin “ele verir talkını kendi yutar salkımı” davranışlarını ve bu vesileyle verdikleri riyakar görüntüyle niyetlerini mercek altına almak şart.

Ancak devletin, yeni toplumsal hareketleri ve kimlikleri, yeni siyaset tarzını yakalamakta gecikmesi, bu nedenle her protestoyu “dış güçler” etiketiyle karşılaması daha kötü. Zira o eylemciler içindeki fırsatçıların, provakatörlerin, belki ajanların eline koz vermekten başka bir şey değil bu.

YENİŞAFAK

Yorumlar3

  • Muammer Yeter 4 yıl önce Şikayet Et
    Devlet doğrudan müdahale etsin. Çapulculara fırsat vermesin. İnşaat hazine arazisine yapıldıysa yetkililer yıksınlar.
    Cevapla
  • Misafir 4 yıl önce Şikayet Et
    Kazdağlarindaki villalar da yıkılsın, arsalar da devlete geçsin.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Enes 4 yıl önce Şikayet Et
    Doğru söze ne hacett...
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat