AfD gözlem altında, Le Pen mahkemede: Avrupa nereye gidiyor?

  • GİRİŞ04.05.2025 09:17
  • GÜNCELLEME04.05.2025 09:17

Avrupa Birliği, son dönemde ciddi baskılar ve çok yönlü meydan okumalarla karşı karşıya. Trump’ın izolasyonist politikaları, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri, yoğun göç dalgaları, hızla düşen doğum oranları, ekonomik kırılganlıklar ve en önemlisi aşırı sağın önlenemez yükselişi, Birliğin geleceğini derinden etkileyecek faktörler arasında yer alıyor.

Bunlar arasında bana göre en kritik mesele, aşırı sağın Avrupa genelinde sistemli ve kalıcı bir yükseliş içinde olmasıdır. Zira birçok aşırı sağ parti, Avrupa Birliği’nin varlığını sorgulamakta, Birlikten çıkmayı ya da farklı entegrasyon modellerini savunmaktadır.

Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin geleceği açısından özellikle iki ülke belirleyici konumdadır: Almanya ve Fransa. Zira Almanya, Birliğin ekonomik gücünü, Fransa ise askerî ağırlık merkezini temsil etmektedir.

Bu iki ülkenin öncülüğünde şekillenen Avrupa entegrasyonu, bugün geldiği noktaya büyük ölçüde bu ortak liderlik sayesinde ulaşmıştır. Dolayısıyla bu iki ülkede yaşanacak siyasi gelişmeler Avrupa Birliği’nin yönünü doğrudan etkileyecektir.

Bugün hem Almanya’da hem de Fransa’da aşırı sağ ciddi bir yükseliş göstermektedir. Fransa’da Marine Le Pen’in 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma ihtimali güçlenmiş durumda.

Almanya’da ise geçtiğimiz haftalarda yapılan bir kamuoyu araştırmasında, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ilk kez Hristiyan Demokrat Birliği’ni (CDU) geçerek ülkenin en güçlü partisi konumuna yükseldi.

Bu yükselişe karşı Avrupa’daki müesses nizamın refleks göstermeye başladığı açıkça görülüyor.

Geçtiğimiz günlerde, Almanya’nın iç istihbarat kurumu olan Federal Anayasayı Koruma Dairesi (BfV), AfD’yi “kesin olarak aşırı sağcı” (gesichert rechtsextremistisch) bir yapı olarak sınıflandırdı. Daha önce AfD’nin yalnızca bazı eyalet teşkilatları bu şekilde değerlendirilirken, bu son kararla birlikte artık AfD’nin tamamı anayasal düzene tehdit oluşturan bir yapı olarak tanımlanıyor.

BfV’nin yayınladığı raporda, partinin etnik temelli bir Alman halkı anlayışını savunduğu, göçmen kökenli Alman vatandaşlarını eşit vatandaşlar olarak kabul etmediği ve insan onuruna aykırı söylemleri sistematik biçimde benimsediği vurgulandı.

Bu karar, istihbarat servisinin AfD’yi daha sıkı gözetlemesine, parti içinde muhbir görevlendirmesine, iletişim kayıtlarını toplamasına ve açık gözlem yapmasına olanak tanıyor. Hukuken bu, bir siyasi partiye uygulanabilecek en ağır istihbarat adımlarından biridir.

Fransa’da ise Marine Le Pen hakkında yargı süreci başlatılmış durumda. Söz konusu dava, aşırı sağcı Ulusal Birlik (Rassemblement National) partisinin Avrupa Parlamentosu’ndan aldığı fonların usulsüz kullanımı iddiaları ile ilgili.

Le Pen ve bazı parti yetkililerinin Avrupa fonlarını partisel propaganda faaliyetlerinde kullandıkları iddia ediliyor. Bu dava, sadece bir mali denetim meselesi olmaktan öte, aşırı sağın yükselişini durdurmak isteyen merkez siyaset ve devlet kurumlarının stratejik bir hamlesi olarak değerlendirilmelidir.

Bu gelişmeler, Avrupa’da aşırı sağın iktidara yürüyüşünü durdurmak için artık sadece siyasi rekabet değil, aynı zamanda hukuki ve kurumsal araçların da devreye sokulduğunu göstermektedir.

Nitekim, daha önce kaleme aldığım bir yazıda belirttiğim gibi, Avrupa’daki müesses nizamın aşırı sağa karşı siyasi yasaklar, parti kapatma girişimleri ve dava süreçleriyle tepki vereceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.

Tüm bu adımlar, Avrupa Birliği’nin temel yapısal bütünlüğünü korumaya yönelik bir savunma refleksi olarak okunabilir. Zira Almanya ya da Fransa’da aşırı sağın iktidara gelmesi, Avrupa entegrasyonunun ya tamamen sonlanması ya da bugün olduğundan çok daha farklı bir mecraya yönelmesi anlamına gelecektir.

Bütün bu gelişmeler bize neyi gösteriyor? Avrupa Birliği’nin, bugüne kadar demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları konusunda dünyanın geri kalanına yönelttiği eleştirilerin benzerlerini artık kendi içinde uygulamak zorunda kaldığını görüyoruz.

Yıllarca Türkiye’yi parti kapatmaları, siyasetçilere getirilen yasaklar ve açılan davalar nedeniyle eleştiren Almanya ve Fransa’nın, bugün benzer yöntemlere başvurmaya başlaması oldukça dikkat çekicidir.

Aynı şekilde, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve terörle mücadele konularında Türkiye’ye yöneltilen sert eleştirilerin, Filistin meselesi söz konusu olduğunda Avrupa’da nasıl sert güvenlikçi tedbirlerle uygulandığını hep birlikte gözlemlemekteyiz.

Bütün bu toz duman ortadan kalktıktan sonra AB’nin o sözde normatif gücünden geriye ne kalacağını varın siz hesap edin.

Diriliş Postası

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat