İsrail’in dış politika doktrini
- GİRİŞ07.05.2025 08:19
- GÜNCELLEME07.05.2025 08:19
İsrail, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve bölmek amacıyla uzun süredir çeşitli yöntemler uyguluyor. Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’nin askerî altyapısını hedef alan İsrail, sonrasında rejim kalıntılarının ayaklanmasını destekleyerek ülkeyi kaosa sürüklemeye çalıştı. Bu çabalarında başarı sağlayamayınca bu kez Suriye’nin güneyindeki Dürzileri ayaklandırmayı denedi.
Aynı dönemde, İsrail’in Trump yönetimini Suriye’den çekilmemeye ikna etmeye çalıştığını da biliyoruz. Zira Fırat’ın doğusundaki PKK varlığı, İsrail açısından Suriye’nin istikrara kavuşmamasının bir teminatı olarak görülmekte.
İsrail’in Suriye’de bundan sonra ne yapabileceğini ve hedeflerinin ne olabileceğini anlayabilmek için, dış politikasının temel ilkelerini doğru şekilde kavramak gerekir.
İsrail’in dış politika doktrininin temelinde, İsrail’in ilk başbakanı David Ben-Gurion tarafından geliştirilen Ben-Gurion Doktrini yer alır.
Bu doktrine göre İsrail, kendisini Araplar ve Müslümanlarla çevrili bir ada olarak konumlandırır. Ben-Gurion, bu tehdit algısına karşı 1948 sonrasında İsrail’in hayatta kalabilmesi için bazı temel ilkeler belirlemiştir ve bu ilkeler bugüne kadar İsrail dış politikasının temelini oluşturmuştur.
Bu ilkelerin başında, İsrail’in bölge ülkelerine karşı askerî üstünlüğünü her koşulda koruması gelir. Öyle ki, İsrail’in Türkiye’nin F-35 savaş uçağı alımını bile engellemeye çalıştığını biliyoruz.
Bir diğer ilke ise İsrail’in güvenliğini dışa bağımlı olmadan, kendi askerî kapasitesiyle sağlamasıdır. Bu çerçevede, İsrail’in savunma sanayisinin son derece gelişmiş ve geniş imkânlara sahip olduğu görülmektedir.
İsrail’in nükleer silah programı ise bu doktrinin bir diğer önemli ayağını oluşturur. Nükleer kapasite, İsrail için son çare olarak değerlendirilen bir caydırıcılık unsuru ve güvenlik garantisidir.
Ayrıca Yahudi diasporasının, özellikle Avrupa ve ABD’deki lobiler aracılığıyla İsrail’e sağladığı siyasi, ekonomik ve diplomatik destek de bu dış politika doktrininin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Ben-Gurion’un geliştirdiği doktrinin en önemli yapı taşlarından biri de periferi doktrinidir (çevreleme politikası). Bu yaklaşıma göre İsrail, kendisine düşman olan Arap devletlerinin içerisindeki etnik ve mezhepsel azınlıkları (Örneğin Kürtler, Maruniler, Dürziler gibi gruplar) desteklemeli ve bölgedeki Arap olmayan devletlerle (Örneğin Türkiye, İran, Etiyopya) stratejik ittifaklar kurarak Arap dünyasının gücünü dengelemelidir.
Bu kapsamda İsrail’in 1948 sonrası Türkiye ve İran ile yakın ilişkiler kurduğu bilinmektedir. Ancak 1979 İran İslam Devrimi sonrasında İsrail-İran ilişkileri tamamen kopmuştur. Türkiye ile ilişkiler ise 2000’li yıllarda Türkiye’deki demokratikleşme süreciyle birlikte ciddi şekilde gerilemiştir.
İsrail’in dış politika stratejisini anlamak açısından, 1980’lerde İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış ve daha sonra gazetecilik kariyerine devam etmiş olan Oded Yinon’un hazırladığı rapor da dikkat çekicidir.
Yinon Planı olarak bilinen bu strateji, Ben-Gurion doktrininin ötesine geçerek İsrail’in komşularını sadece istikrarsızlaştırmakla yetinmemesi, aynı zamanda komşu Arap devletlerini etnik ve mezhepsel temelde bölerek küçük parçalara ayırması gerektiğini savunur. Yinon’a göre bu yolla İsrail, bölgesel hâkimiyetini pekiştirebilir.
Bu plana göre;
• Irak: Şii, Sünni ve Kürt bölgelerine ayrılmalı.
• Suriye: Alevi, Sünni, Dürzi ve Kürt bölgelerine bölünmeli.
• Lübnan: Hristiyan, Şii, Sünni ve Dürzi kantonlara ayrılmalıdır.
Batılı güçler tarafından yerleşimci sömürgeciliğin bir örneği olarak Orta Doğu’da kurulan İsrail’in uyguladığı politikaların yeni ya da özgün olmadığını söyleyebiliriz. Batılı güçlerin daha önce dünyanın başka bölgelerinde uyguladığı “böl, parçala, yönet” stratejisinin, etnik ve mezhepsel azınlıkları kışkırtma politikalarının bir benzeri bugün İsrail tarafından Orta Doğu’ya uyarlanmıştır.
İşte bu zihniyetin ve stratejik yaklaşımın izlerini İsrail’in Suriye’ye ve genel olarak Orta Doğu’ya bakışında açıkça görmek mümkündür.
Bu nedenle, İsrail’in Suriye’yi bölme veya istikrarsızlaştırma hedefinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini bilmek gerekir. Özellikle etnik ve mezhepsel azınlıklar üzerinden yapılacak üstü kapalı provokasyonların önümüzdeki süreçte de devam edeceği açıktır. Bu bağlamda, Türkiye ve İsrail’in, Suriye sahasında uzun soluklu bir güç mücadelesi içine girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada ‘Türkiye ne yapmalı?’ sorusunun cevabını bir sonraki yazımızda ele alalım.
Diriliş Postası
Yorumlar2