İran rejiminin çöküşü: Vekiller, hayaller ve gerçekler

  • GİRİŞ24.06.2025 09:04
  • GÜNCELLEME24.06.2025 09:04

İsrail-ABD ikilisinin İran’a başlattığı saldırı, başlarda İran’ın nükleer silah programını hedef aldığını iddia etse de, kısa süre içerisinde bu saldırıların İran’da bir rejim değişikliğini hedeflediğine dair emareler artmaya başladı. İran’dan gelen cılız tepkilere bakıldığında, bu ikilinin İran’da rejim değişikliğine kolayca ulaşabileceklerine dair bir umuda kapıldıkları görülüyor. Bu noktada İran’ın ciddi bir caydırıcılık ortaya koyamaması hem ABD’yi hem de İsrail’i iştahlandırmış ve cesaretlendirmiş gözüküyor. İran’ın çok kısa bir sürede rejimin bekasının tartışıldığı bir noktaya gelmesi, gerçekten Orta Doğu tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir durum.

Halbuki İran, yıllardır bugüne hazırlanıyordu diyebiliriz. Zira İran, bir devlet politikası olarak İsrail’i haritadan silmeyi hedeflediğini uzun süredir dünya kamuoyuna açıkça beyan eden bir devletti. Özellikle 2003 sonrası, Orta Doğu’da sözde “direniş ekseni” altında bir Şii hilali oluşturmak amacıyla milyarlarca dolarlık kaynak kullandığı biliniyor. İran bu çerçevede Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de ve Orta Doğu’nun farklı bölgelerinde vekil örgütler kurdu. Bütün bunlar, günün sonunda Tahran’ın tehlikeyi sınırları dışına taşıma ve kendisine yönelmiş bir saldırı dalgasını sınırlarının dışında göğüsleme stratejisinin bir parçasıydı.

Buna rağmen İran’ın vekil örgütlerinin 7 Ekim sonrasında birer birer tasfiye edildiklerini, sessizleştirildiklerini ve pasifize edildiklerini gördük. Bugün İran rejiminin geleceği tartışılırken, bu vekillerin devreye girip girmeyecekleri dahi şüpheli. Bunun birkaç sebebi var:

Öncelikle İran, 2003 sonrası Orta Doğu’da ABD’nin açtığı alan üzerinden çok hızlı bir şekilde genişledi ve kaynaklarıyla orantılı olmayan bir şekilde büyüyerek adeta “obez” bir yapıya ulaştı. Bu durum, İran’ın kendisini dev aynasında görmesine yol açtı. Nasıl ki Hizbullah, Suriye Savaşı sonrası eski atikliğini ve çevikliğini kaybederek dış müdahalelere açık, hantallaşmış bir örgüte dönüştüyse; İran’ın da 2003 sonrası yaşadığı büyük genişleme, onu dış sızmalara açık hale getirmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda İran’ın içinde ciddi bir istihbari zafiyet ve sızma olduğu açıkça ortada.

İkinci olarak, İran’ın ülke içinde ihtiyaç duyduğu kaynakları Orta Doğu’ya gömmesi, bir hayalin peşinden bu kaynakları heba etmesi sonucunda, içeride rejimin meşruiyeti iyice zayıflamış durumda. Bu yüzden İran içinde ciddi bir ayaklanma tehlikesi ya da en azından bir işgal ya da saldırı girişimi karşısında güçlü bir tepki ortaya koyulamıyor.

Üçüncü olarak, İran’ın 7 Ekim sonrası oluşan yeni stratejik dengeyi doğru okuyamadığını da görüyoruz. İsrail’in 7 Ekim’den İran’ı sorumlu tutması ve İran ile vekil örgütlerini tasfiye etmeye yönelik girişimlerini İran yeterince ciddiyetle değerlendiremedi. Bu tehditleri, 7 Ekim öncesinde olduğu gibi asimetrik mücadele yöntemleriyle savuşturabileceğini düşündü. Dolayısıyla İran, elindeki gücü ve kapasiteyi 7 Ekim sonrası dönemde doğru zamanda ve doğru yerde kullanamadı. Bu da her büyük saldırıya ve provokasyona verdiği zayıf tepkilerle ABD ve İsrail’i daha da cesaretlendirdi.

Günün sonunda, bu pasif, çekingen ve sözde “stratejik sabır” politikası, İran’ı rejimin bekasının tartışıldığı bir düzleme sürükledi. Fordo’daki tesise ABD tarafından yapılan saldırının ardından İran’dan hâlâ ciddi bir cevap gelmemiş olması, Trump’ı daha da cesaretlendirmiş gibi gözüküyor. Artık İran’da rejimin bekasının ciddi biçimde sorgulandığı bir denklem tam anlamıyla oluşmuş durumda. İran rejimi, son kozlarını oynadığının farkında mı bilinmez; fakat önümüzdeki bir ay içerisinde alacağı kararlar, rejimin geleceğini belirleyecek gibi görünüyor.

Diriliş Postası

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat