Hazır ol cenge
- GİRİŞ08.07.2025 07:50
- GÜNCELLEME08.07.2025 07:50
Dünya, doludizgin bir savaşa doğru ilerliyor. Böyle bir dönemde, tam da bu tür çatışmaları önlemek üzere tasarlandığı düşünülen uluslararası kurumlar ve normlar adeta felç olmuş durumda.
Zira bizzat bu sistemi inşa edenler, bugün bu normları ve kurumları açıkça ihlal ediyorlar. Bu nedenle uluslararası sistem, büyük bir savaş öncesi kriz hali içerisinde bulunuyor.
Aslında etrafımızda artan çatışma yoğunluğu bu durumu açıkça gözler önüne seriyor. Uzun süredir hesaplaşılmamış meseleler yeniden su yüzüne çıkıyor, donmuş çatışmalar ise yeniden alevleniyor. Ukrayna-Rusya Savaşı ve İran-İsrail arasında patlak veren savaş, bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Böyle bir dönemde devletlerin savunma sanayine ve silahlanmaya ayırdığı bütçe asla lüks olarak görülemez. Nitekim Latince bir atasözü der ki: “Si vis pacem, para bellum.” Bu söz Türkçeye “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah” şeklinde çevrilmiştir. Bu perspektiften bakıldığında, savunmaya ayrılan bütçe bir lüks değil, bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir.
Bugün tüm NATO üyeleri savunma harcamalarını hızla artırıyor. Uzun yıllardır bu alandaki harcamalarını sınırlı tutan Almanya gibi ülkeler dahi savunma bütçelerinde ciddi artışlara gitmeye başladı. Hatta NATO, üye ülkelerin savunma harcamalarını GSYH’nin %5’ine kadar çıkarması yönünde ilkesel bir karar almış durumda. Türkiye’nin de uzun süredir %2’yi bulmayan savunma harcamalarını hızla artırması gerekmektedir.
Bu noktada Türkiye’nin önemli bir avantaja sahip olduğunu söyleyebiliriz. Son 20 yılda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlılığı ve siyasi iradesiyle savunma sanayinde atılan adımlar sayesinde Türkiye, birçok ürünü seri üretim aşamasına getirecek seviyede geliştirmiştir. Artık bu sistemlerin hızla üretilerek önce Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine kazandırılması, ardından da uluslararası pazarlarda ihracat yoluyla değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin savunma sanayinde kurmuş olduğu altyapı sayesinde, birçok devletin yurtdışından hazır sistemlere milyarlarca dolar harcadığı bir ortamda, Türkiye bu sistemleri kendi içinde üreterek hem istihdam sağlayabilir hem de ihracat yoluyla gelir elde edebilir. Bu nedenle bu ürünlerin öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bunun için de savunma bütçesinin hızla artırılması gereklidir. Böylece TSK bu alımları gerçekleştirebilir, şirketlerimiz ise bu talep sayesinde üretim kapasitesini artırıp yeni ürün geliştirmeye yönelebilir. Bu süreç, savunma sanayi ihracatını da hızlı bir biçimde yükseltecektir.
Bu sayede Türkiye’de hem istihdama katkı sağlayacak büyük bir sanayi sektörü oluşacak, hem de ihracatta ciddi bir çarpan etkisi yaratılabilecektir.
Öte yandan, Türkiye’de savunma sanayine yönelik toplumsal bir mutabakatın oluşmuş olduğunu da belirtmek gerekir. Savunma sanayine yapılan yatırımlar ve harcamalar kamuoyu nezdinde hiçbir şekilde lüks olarak değerlendirilmiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin savunma harcamalarını %5 seviyesine çıkarması yönünde toplumsal desteğin varlığından söz edebiliriz.
Silahlanma ve savunma sanayinde adeta bir seferberlik ilan etmek zorundayız. Türkiye’nin bütçesi içinde böyle bir dönemde lüks sayılabilecek tüm harcamalar gözden geçirilmeli, kısıtlanmalı ve bu kaynaklar savunma alanına yönlendirilmelidir. Bu, artık bir tercih değil; bir mecburiyettir.
Elbette bu sürecin doğru yönetilmesi gerekmektedir. Çünkü ekonomik sıkıntılar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hissedilmektedir. Bu bağlamda, bütçede tasarruf edilebilecek kalemlerden sağlanacak kaynakların savunma harcamalarına yönlendirilmesi zorunluluk haline gelmiştir. Bunun da ötesinde, “Savunma Sanayi Fonu” daha da güçlendirilmelidir.
Zira sıradan bir dönemden geçmiyoruz. Türkiye’nin önümüzdeki 100 yılını ve küresel sistemin yönünü belirleyecek bir tarihsel eşikteyiz.
Diriliş Postası
Yorumlar2