Hukuk ve Barış
- GİRİŞ03.05.2013 09:28
- GÜNCELLEME03.05.2013 09:28
Son zamanlarda, “barış süreci” adı altında gerçekleşen baş döndürücü gelişmeler, beraberinde değişik bir af yöntemini gündeme getirdi. Bu nev'i şahsına münhasır usul, esas itibariyle hukukun herhangi bir yerinde yazılı da değildir.
Kangrene dönüştüğü ve bilinen tüm yöntemler denendiği halde çözülemediği söylenen bir iç soruna (bizce dış sorun) çare bulunması yolunda, suç işleyenin takipsiz bırakıldığını, gerek önleyici ve gerekse adli kolluk faaliyetlerinin Ülke genelinde aynı seviyede uygulanmadığını veya uygulanamadığını görmekteyiz.
Kimse itiraf etmese veya edemese de ortada hukuk kurallarının tatbiki noktasında bir sorun olduğunu söylemek gerekir. Çünkü bir hukuk devletinde çözüm ve çareler, hukuki alt yapı ve yasal dayanak oluşturulmak suretiyle bulunmalıdır.
Ancak bilinen doğrulardan, öğrenilenden ve bir hukuk toplumunda olması ve izlenmesi gereken yöntemlerden farklı hareket edildiği, buna gerekçe olarak da karşı karşıya kalınan olağanüstü sorunun gösterildiği, bu sorunu çözmek ve çare bulmak adına olağan doğrulardan kısa süre de olsa vazgeçilmesinin uygun olacağı, kimsenin de bu istisnai duruma itiraz etmemesi gerektiği söylenebilir. Oysa ortada olağanüstü bir hal olmadığı gibi, yürürlükteki hukuk kurallarının terkini veya askıya alınmasını mümkün kılabilecek yasalaştırmada yapılmamıştır.
Ceza kanunlarının herkese eşit uygulanması ve bu yolla adalete ulaşılması gerektiği tartışmasızdır.
Bir suç işlenmişse, devlet bu suçu ve faillerini takip etmek, yakalamak, adalet önüne çıkarıp yargılanmalarını sağlamak zorundadır. Yargı, dürüst yargılanma hakkı kapsamında göreceği davalarla suçu ve suçluyu bulmalıdır. Hukuk devleti işleyişini bu şekilde sürdürür ve hiçbir güce boyun eğmez.
Eşitlik ve adalet ilkeleri, tüm bireyler ve toplum için aynı olmalıdır. Özellikle egemenliğin sahibi olan millet ve milleti oluşturan bireyler, adalet ve eşitlik ilkelerinin varlığını gördüklerinde hukuk düzeninin işleyişine inanırlar. Ülke ve milletin menfaatleri korunurken, egemenliğin kullanıcısı değil sahibi olan milletin iradesini ve iyiliğini mutlak şekilde gözetmek gerekir. Bu iyilik, işlenen suçların görmezden gelinmesi değil, ya yargılama veya af suretiyle sağlanmalıdır. Toplum barışı, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması adına düzeni sağlayan hukuk kurallarının herkese eşit uygulanması yoluyla korunabilir.
Bir tarafta, soruna kalıcı çözüm bulmak adına çıkarılan kanunlar, salıverilen tutuklular, adalet önüne çıkarılmayan failler, diğer tarafta yıllarca süren soruşturma ve davalarda tutuklu olanlar, eşit ve adalete uygun işlemeyen kanunlar olduğu takdirde, hukuk devletinin iyi işlediğinden bahsetmek güçleşir. Hukuk devleti, sorunlara kalıcı çözüm bulmak ve suç işleyenlerin adaletle yüzleşmesini sağlamak noktasında, bağlı olduğu hukuk kurallarını, ilke ve esaslarını gözardı edemez.
Suçlu ile müzakere ve anlaşmanın hukuka aykırı olduğu, Anayasa ve yasalarda dayanağının bulunmadığı, “hukuk devleti” ilkesinin ise yasal dayanaktan yoksun olan yetki kullanımına izin vermeyeceği, çatışan iki devlet ve taraf olmadıkça uluslararası sözleşmelerin tatbik edilemeyeceği tartışmasızdır. Mesele iç hukuka ait olduğunda, kaçırılan kamu görevlilerinin teslimi aşaması, milleti temsil eden bazı milletvekillerinin terör örgütü lideri ve mensupları ile yaptığı görüşmelerin yasal dayanağı, yine “barış süreci” adı altında suç işlediği iddiası ile aranan şüpheli veya sanıkların Ülkeyi terk etmelerine izin verilmesi, ciddi hukuki açmazlar olarak gözükmektedir.
Kamu otoritesinin yukarıda işaret ettiğimiz tehlikelerden haberdar olmaması pek mümkün gözükmemektedir. Bu noktada, kimin ne istediği değil, ülke ve millet menfaatlerinin ne olduğu önemlidir. Dış baskı ve tehdide boyun eğilmeyeceği ve eğilmemek gerektiği de tartışmasız olduğuna göre, milli menfaatleri gözeten ve sorunu çözmeye yönelik tedbir ve çarelere, “hukuk devleti” ilkesi, Anayasa ve yasalar çerçevesinde başvurulması zorunluluğu ortadadır.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol