Eşitlik, özgürlük ve hukuk güvenliği

  • GİRİŞ26.05.2013 09:32
  • GÜNCELLEME26.05.2013 09:45

İnsanların birbirini sevdiği, hak ve hürriyetlerine saygı gösterdiği, inanç ve ifadelerinin korunduğu, inanç ve ifadelerinden dolayı kınanmadığı, suçlanmadığı, ötekileştirilmediği, herkesin gerçek anlamda eşit olduğu, eşitliği yaşayıp hissettiği, hukuk güvenliği hakkının özde kabul edildiği, bir kişinin dahi topluma ve kamu kudreti kullanıcısı devlete karşı hakkını savunup alabildiği, kamu hizmetlerinin en iyi şekilde, dürüst ve eşit sunulduğu, kamu hizmetlerini sunanların "liyakat" usulü ile görev ve yetki elde ettiği, sağlıklı ve düzenli bir çevrede yaşama hakkını gözeten şehirleşmenin benimsendiği, gelir ve gider dengesinin sağlanıp, dürüst gelir ve gider dağılımının gözetildiği, kamu harcamalarının kamu yararına ve şeffaf bir şekilde yapıldığı, kamu otoritesinin keyfi hareket etmediği ve yetki kullanmadığı, kuvvetler ayrılığının olduğu, temsili demokrasinin çoğulcu ve millet iradesine dayandığı, yargının tarafsız ve bağımsız olduğu, hukuk kurallarının insan hak ve hürriyetlerini korumak için öngörüldüğü, bu kuralları ihlal edenlere yaptırımların derhal uygulandığı, hak arama hürriyetinin kesintisiz kullanıldığı, ülke, millet ve devlet korumanın temelde toplum ve insanı gözetmek olduğu benimsendiği, bilimin, eğitim ve öğretimin esas alındığı, akşamdan sabaha kanunların değişmediği, istikrarlı, bireysel tercihlere göre değişiklik göstermeyen, nerede olursa olsun vatandaşını koruyan, geçmişine ve tarihine sahip çıkan, hak ve hürriyetlerini bilip isteyen bireylerden oluşan bir ülke üzerinde yaşayan millet olmalıyız.

Hukukun olmadığı veya hukuk kurallarının eşit uygulanmadığı yerde hukuka aykırılıkların sıradanlaştığını, insanların geçerli hukuk düzenine karşı gelmeye cüret edebildiğini, hukuka aykırılıkları görmezden gelmenin, kural tanımayanın veya keyfi hareket etmek isteyenin deyim yerinde ise işine geldiğini, bunun görüntüde düzenden öte geçemeyeceğini, gerek kurallarda ve gerekse uygulamada çifte standardın, siyasete ve sosyal duruma göre izlenen aşırı yumuşak veya sert uygulamaların yarar yerine zarar getireceğini ifade etmek isteriz.

Meşru görünen sübjektif amaca ulaşabilmek için demokratik hukuk toplumu vasıtalarının kullanılmasının somut tehlike ve zararlara neden olabileceği bir gerçektir.

Demokratik toplumda, insanların hayat alanlarına ve tercihlerine mümkün olduğunca karışmamak gerekir. Emir ve yasakların, yalnızca insan hak ve özgürlüklerinin korunması için düzenlenmesi ve bu konuda aşırılığa gidilmemesi isabetlidir. Aksi halde, insanların tüm yaşam alanlarına müdahale içeren kısıtlayıcı kural ve uygulamalarla karşı karşıya kalınabilir.

Demokratik hukuk toplumunda, cebir, şiddet, tehdit, hakaret ve sövme içermeyen açıklama, eleştiri ve yorumlara tahammül edilmesi gerektiğine, kolluk kuvvetinin biber gazı ve tabanca yerine, insan yaşamını ve beden bütünlüğünü koruyan zor kullanma yöntemlerine, ancak yasal gereklilik halinde başvurmasının isabetli olacağına işaret etmek isteriz.

Ülkede "eşitlik" ilkesinin uygulanmasında bir istikrar tesis edilmelidir. Örneğin; 07.11.1982 tarihinden önce işlediği bir suç nedeniyle hapis cezasına mahkum olan kişi hakkında yeniden kabul edilen koşullu salıverilmenin, 07.11.1982 ile 23.04.1999 tarihinden önce suç işleyenleri neden kapsam dışı bıraktığı, aynı şekilde kamu görevine dönebilmenin 28.02.1997 tarihinden önce meslekten ihraç edilenlere neden uygulanmayacağı, hangi gerekçe ile  "eşitlik" ilkesinin gözardı edildiği sorusu gündeme gelmektedir.

12.09.2010 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa m.148/3'de öngörülen Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunma hakkının etkin yargı yolu olarak kullanılması gerektiğini, aksi halde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından 04.05.2013 tarihli, 10755/13 başvuru numaralı Uzun-Türkiye kararında kabul edilen, her ne kadar olağanüstü kanun yolu olsa da 23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen yargı kararlarına karşı önce Anayasa Mahkemesi'ne gidilmesi zorunluluğuna dair uygulamadan, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun etkin yargı yolu olmadığının, yani Anayasa Mahkemesi'ne yapılan başvurulardan ihlal tespit ve kararlarının çıkmadığını belirleyen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvurunun etkisiz yargı yolu olduğundan bahisle kendisine doğrudan doğruya başvuru yapılmasının yolunu tekrar açabilecektir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin yukarıda belirttiğimiz kararı hatalıdır. Çünkü Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunabilme hakkı, Anayasa m.148/3'de net olarak tanımlandığı üzere olağanüstü kanun yolu olup, hak ihlaline uğradığını düşünen insanların doğrudan doğruya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurabilmelerine engel olmamalı idi. Ancak kimisine göre İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin iş yükünü azaltabilmek, kimisine göre de Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda etkinlik kazandırabilmek için, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bireysel başvuru tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak kabul edildi. Anayasa Mahkemesi'nin şu ana kadar verip de internet ortamında yayınlanan kararlarında, henüz bireysel başvurunun esastan kabulü ile insan hak ve hürriyetlerinin birisini ihlal ettiğine dair tespiti göremedik.

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı etkin yargı yolu hüviyetini kazanıp, Ülkemizde hukukun gelişmesine, insan hak ve hürriyetlerinin korunmasına katkı sağlamasını ümit etmekteyiz.

Anayasa Mahkemesi'ne başvuru süresinin 30 gün değil, en az üç veya altı ay olması ve başvurunun da ücretsiz hale getirilmesi gerekir.

Hak arayan insanlar, sonuç alabilmek için uzun bir süre İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kapısında zaten beklemekte idi. Şimdi insanlar, bir de uzun süre Anayasa Mahkemesi'nin kapısında bekleyip sonuç alamayacak ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurabilme süreci uzayacaksa, yani adalet arayışı gecikecekse, "hukuk devleti" ve "adalet" ilkeleri görünürde varlıklarını koruyabilirler, fakat özde zedelenirler.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat