Bireysel Başvuruda Anayasa Mahkemesi ve İHAM
- GİRİŞ05.06.2013 08:36
- GÜNCELLEME05.06.2013 08:36
Ümit ediyoruz ki, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan değişiklikle kabul edilip, 23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen yargı kararlarına konu olan ve ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmallere karşı bireysel başvuru hakkının kabul edildiği Anayasa Mahkemesi, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması konusunda üstlendiği bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirir[1].
Şimdiye kadarki uygulama, bu noktadaki gidişatın birey açısından umut verici olmadığını göstermektedir. Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruları red kararlarında gerekçeler bulunmaktadır. Ancak bu gerekçeler, ne derece doyurucu, Anayasa m.141/3 ve 148/3'e ne kadar uygundur? Tartışılır. Önemli olan, yargı kararının şeklen varlığı değil, esastan ürettiği çözümlerdir.
Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruların reddine dair kararlarda; “Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi, hakimin takdir yetkisini kullanması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesi'nin bu takdire müdahalesi sözkonusu olamaz.” gerekçesine yer verildiği görülmektedir.
Kullanılan bu son derece dar ve soyut kabul gerekçesi, kişi hak ve hürriyetlerine aykırı olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi'nin gerçek fonksiyonunu yerine getirmesine de uygun düşmemektedir.
Bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesi'nden asıl beklenen, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne (İHAM'a) yapılan başvuruların sayısını bir bariyer kurmak suretiyle azaltmak değil, kişi hak ve hürriyetlerinin ihlaline ilişkin tespitleri yaparak, bireyi dışa muhtaç olmadan iç hukukta mutlu etmek olmalıdır. Bunun dışında, esasında olağanüstü bir kanun yolu olan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne doğrudan doğruya gidebilmenin önünü kesen mekanizma olarak uygulanıp, bireyin mağdur edilmesi ve zaten uzun süren yargı sürecinin daha fazla uzamaması amaçlanmalıdır. Aksi bir amaç ve uygulama, tereddütsüz “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ise, iç hukukun bu olağanüstü kanun yolunu, olağan kanun yolu olarak kabul etmek suretiyle iş yükünü azaltmayı ve Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yapılan başvurulardan kurtulmayı hedeflemek yolunu seçmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin en azından şimdiki uygulaması bu yöndedir. 26.03.2013 tarihli Müdür Turgut ve diğerleri - Türkiye ve 30.04.2013 tarihli Hasan Uzun - Türkiye kararları da bu uygulamayı destekler niteliktedir. Anlaşıldığı kadarıyla İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi;
- Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu tüketilmeden kendisine yapılan başvuruları kabul etmeyecek,
- Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapılmadan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurulmak istenirse, bu şekilde yapılan başvuru İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından reddedileceğinden, iç hukuktaki süre de kaçırılmış olacaktır. Mercii tayininde hatanın süreyi etki etmeyeceğine dair bir usul izlenmezse, kararın kesinleşmesinden itibaren 30 gün içinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne yapılan başvuru, Anayasa Mahkemesi'ne yapılmış sayılamayacak,
- Birey, aynı zamanda hem Anayasa Mahkemesi'ne ve hem de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurmuşsa, başvuru süresine bakılmalıdır. Bu durumda, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi başvuruyu askıya almayıp usulden reddedecek, Anayasa Mahkemesi ise kabul edecektir. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu tükendikten sonra, birey tekrardan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurabilecek ve Mahkeme, başvuruyu esastan inceleyecek,
- Anayasa Mahkemesi, 23.09.2012 tarihinden önce kesinleşmiş ulusal mahkeme kararları için zaman bakımından yetkili olmadığından, bu tarihten önce kesinleşen kararlara karşı yapılan başvurular ise İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından incelenecektir.
Şahsi düşüncemiz, tüm hukuk yolları tüketildikten sonra başvurulan ve olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlanan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından de facto olarak uygulanmamaktadır.
Gerek İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 01.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 14. Protokolü ile yürürlüğe girmesi için gün sayılan 15. Protokolü ve gerekse iş yükünü gerekçe göstererek kamu kudreti kullanıcısı devlet tarafından bireyin hak ve hürriyetlerinin ihlali tasarruflarını görmezlikten gelmeye çalışan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, misyonunu tamamlamak üzere olduğunu göstermektedir.
Yürürlüğe girmesi halinde 15. Protokol, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne yapılacak başvurulardaki altı aylık süre kuralı, dört aya düşürecek ve tarafların aleyhine olduğunu düşündüğü daire kararını Büyük Daire'ye götürme hakları ise kaldırılacaktır.
Ulusüstü yargı gücü olarak kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, kişi hak ve hürriyetlerini etkin bir biçimde korunmasını engellemek için değil, aksine kuruluş belgesi olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de belirtildiği üzere kişi hak ve hürriyetlerini korumak için oluşturulmuş bir müessesedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kuruluş amaç ve fonksiyonuna aykırı bu tür sınırlamalar, bireysel hak ve hürriyetleri güçlü devletlerin insafına terk etmektedir. Bu halde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin, bağlayıcı olmayan içtihat üreten bir mahkemeye dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.
[1] 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz”.
ersansen@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol