Gözardı edilen 'süreç'
- GİRİŞ28.06.2013 13:01
- GÜNCELLEME29.06.2013 09:29
Ülke insanının birbiri ile uğraştığı, ortak noktalarda bir türlü buluşamadığı, hukuk, eşitlik ve adaleti herkesin kendisine göre yorumlayıp anladığı bir yerde, bu zayıflamayı gören, demokratik hukuk toplumunun sağladığı nimetlerden haksız şekilde yararlanmak isteyenlerin iştahını kabarttığı bir gerçektir.
Hukuk düzeninde birlik, yürürlükte olan hukuk kurallarının Ülkenin her yerinde ve herkese eşit uygulanması ile sağlanabilir. Bu konuda tereddüde yer olamaz. Adı ve amacı ne olursa olsun hukuk düzeninde birliğin sağlanmadığı bir ülkede, keyfi, kötüniyetli davranış ve taleplerin ortaya çıkacağını, ancak bunların sürekli şekilde insan hak ve hürriyetleri ile süslenip gündeme taşınacağını, bu nimetten yararlananların hiçbir şekilde külfete katlanmak istemeyeceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
İnsanların itiraz ve taleplerini iyi algılayıp anlamak, doğru ile yanlışı birbirinden isabetli ayırmak, hangi talebin hak ve özgürlükler ve hangi talebin de Ülke, Millet ve Devlet güvenliğine karşı icra edildiğini, bunlardan kişi hak ve özgürlüklerinin korunup geliştirilmesi amacıyla yapılanları basitleştirmemek, itibarsızlaştırmamak ve ötekileştirmemek zorundayız.
"Barış süreci" adı altında birçok yanlışın "de facto" yapıldığı, hukuki dayanağın aranmadığı, yokluğuna göz yumulduğu, hukuk düzeninin yerini "taviz" usulünün aldığı bir sistem özünde kaybetmeye mahkumdur. Bunlara basit ve sıradan yanlışlar olarak bakmak mümkün değildir. Ülke, Millet ve Devletin kabul edemeyeceği yegane husus, kendi birlik ve beraberliğine karşı yapılacak olan kalkışmadır.
Hiçbir ülke, millet ve devlet, "insan hak ve hürriyetleri" düsturunu dayanak alan, fakat temelinde ayrı bir yapılanmayı ve meşru güç odağı haline gelmeyi arzulayan, düşünce açıklamalarından ibaret kalmayıp, "otorite" özelliğini kazanmak suretiyle "zor kullanma" kapasite ve yetkisini elde etmek isteyen kişilere ve bu kişilerin sistematik eylemlerine izin vermez.
"Barış süreci" adı ile yürütülen uzlaşma serüveninde asıl olan, eşit bir şekilde tüm vatandaşların ve insanların hak ve hürriyetlerinin, kültürlerinin, inanç, fikir ve yaşam biçimlerinin, birlik, beraberlik ve bütünlüğün gözetilmesi suretiyle korunup geliştirilmesi ve bugüne kadar yapıldığı düşünülen yanlışlardan dönülmesidir. Bunun dışında bir amaç ve hedef olamaz.
Kimlik, ırk, cinsiyet, inanç veya insanların birbirini ayrıştırmaya çalıştığı özelliklerden hareketle; ayrı polis teşkilatı, askeri güç, eyalet sistemi, farklı eğitim-öğrenim yapılanmasının hedeflenmesi, ayrı bayrak altında toplanma, halkın kamu kudretini kullanma yetkisini verdiği devletin elinden bu yetkinin alınmaya çalışılması ve bunun da olağan bir durum olarak gösterilmesi mümkün değildir. Üniter yapıya sahip bir ülkenin, hangi yerinde olursa olsun ayrı bir kolluk teşkilatlanmasına gidilemez.
Terör örgütünün silahlarını teslim etmek ve varlığına son vermek yerine, maddi güç, üye ve sempatizan toplamaya devam etmesi ile toplumun kavuşmak istediği barış, huzur ve güven ortamının bir ilgisi bulunmamaktadır. "Barış süreci" bu demek değildir. Bu süreçte, Devletin kamu kudretini kullanma yetkisi ve üniter yapısı hiçbir şekilde tartışmaya açılmamalı ve zaafa uğratılmamalıdır.
"Barış süreci" adı altında yürütülen "uzlaşma" ile ilgisi bulunmayan istek ve eylemler, Anayasa ve kanunlarda dayanağa sahip olmadığı ve aksine emir, yasak ve yaptırımlarla desteklendiğinden ve Millet tarafından da hiçbir şekilde benimsenmediğinden, bireyleri bu tür eylemlere azmettirenlerin ve bu eylemleri icra edenlerin, Ülkenin diğer yerlerinde suç işlediği iddia edilen insanlara yapılan yasal muamele ne ise aynı muameleye tabi tutulmak suretiyle adalet önüne çıkarılması elzemdir. Aksi halde, "hukuk devleti", "eşitlik", "adalet" ilkelerinin zedelenmesi ve kamu kudretini kullanan Devlette zafiyet yaşanması kaçınılmazdır.
Aksi halde, bugünleri dahi arayacağımızı şimdiden söylemek isterim. Hiç kimse, kuzu postuna bürünüp, kurt pozisyonunda hareket edenlerin eylemlerini "iyiniyetli" olarak değerlendirip, gerçekleri bulandırmamalı ve aşırı iyimserlik göstermeye çalışmamalıdır. Bu noktada elbette, insan hak ve hürriyetlerinin korunup geliştirilmesine yönelik düşünce açıklamaları, bu yönde gösterilen çabayı, kamu huzuru, barışı ve düzeni için atılan adımları desteklemek gerekir. İtiraz ve kaygı, amacından saptırılıp farklı niyet ve istekleri, demokratik hukuk toplumunun sağladığı nimetleri kötüye kullanan ve sistemi zedelemeye çalışanlardan kaynaklanmaktadır.
Hukuk devleti, vatandaşının canını ve malını koruyup gözetmek, suçun işlenmesini önlemek, suç işleyeni adalet önüne çıkarmak amacıyla karakol kurabilir ve hukuk kuralları çerçevesinde gerekli tedbirleri alabilir. Bunun aksi düşünülemez. Kamu hizmeti sunan hukuk devleti, elbette polis devleti zihniyeti ile hareket edemez. Ancak devlet, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla güvenlik ve adalet için üzerine düşen sorumlulukları da yerine getirmek zorundadır.
Ülkemizde doğru ile yanlış birbirine karışabilmektedir. Maalesef hak ve hürriyetlerin suistimali, karşılıklı suçlama, saf tutma, ötekileştirme, itibarsızlaştırma, küçümseme ve iş sıkışıklığa geldiğinde lüzumundan fazla taviz verme, gerçek niyetinin ne olduğu bilinmeyen birçok müdahaleye açık olma, sürekli tartışma konumuz ve alışkanlığımız haline dönüştü.
İnsanlarımızın huzursuzluk ve itirazları, iyi ile kötünün savaşı olarak görülmemeli, desteklediğimiz görüş lehine yapılan yanlışları haklı ve vicdanımıza uygun saymamalıyız. İnsanların farklı görüşlerde olması, ayrı yaşam biçimlerini, inanç ve kültürleri benimsemesi, bizi düşmanlaştırmamalı, ayrıştırmamalı ve ötekileştirmemelidir.
Bugüne kadar iyisi ve kötüsü ile bu topraklarda sürdürdüğümüz yaşamı, bu andan itibaren en iyi şekilde nasıl devam ettirip, gelecek nesillere birlik, beraberlik ve bütünlüğünü koruyan Ülke, Millet ve Devlet bırakmanın hesabını yapmalıyız. Korku ve endişe ile yaşamamayı, birbirimizin destekçisi olmayı öğrenmeliyiz. Sorunlarımızı tespit edip çözmeli, fakat birbirimize sırtımızı dönmemeli, zulmetmemeli ve kaybeden olmamalıyız.
Ayrıca, "Gezi Parkı" ile başlayan rahatsızlık, Ülke, Millet ve Devlet güvenliğini yakından ilgilendiren Suriye sorunun gündemdeki önemini yitirmesine neden olmuştur. Suriye'nin yaşadığı iç karışıklık, bu sebeple sınır güvenliğinin azalması, Suriye'den Ülkemize giriş yapanların yeterli şekilde kontrol edilememesi, "mülteci" veya "misafir" statüsünde gelenlerin durumu, bu sırada Türkiye'ye kaçak giriş yapanların yol açabilecekleri tehlikeler de gözardı edilmemelidir. Bu tehlikenin ne şekilde zarara dönüştüğü, boyutu ve ortaya koyduğu acı tablo, Hatay, Reyhanlı'da kendisini net bir şekilde göstermiştir.
ersansen@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol