Keyfi Tutuklama ile ilgili BM Çalışma Grubu Kararı ve Yorumu

  • GİRİŞ25.07.2013 09:26
  • GÜNCELLEME25.07.2013 09:26

Başvurucular özetle; Türk Hukuku, Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Herhangi Biçimde Alıkonulan ya da Hapsedilen Tüm Kişilerin Korunması için İlkeler Manzumesi ile koruma altına alınan, başta dürüst yargılanma hakkı olmak üzere, diğer haklarından mahrum bırakılmalarının bir sonucu olarak tutuklu olduklarını, yargılamalarının hukuka aykırı olarak gerçekleştirildiğini, yargılama sonuçlanmadan 34 askerin zorla emekli edilmesinin masumiyet/suçsuzluk karinesini ihlal ettiğini, Türk Hukuku'nda savcıların Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160. maddesine göre, sanığın lehine ve aleyhine delil toplamakla yetkilendirildiği halde, somut olayda savcıların sanıkların lehine herhangi bir delil toplamadığı gibi, bazı delilleri saklamaya çalıştığını, Mahkemenin toplanan delilleri bağımsız ve tarafsızca değerlendirmediğini, bu kapsamda savunma makamının toplanan delillerin gerçekliği hakkında delil sunmasına izin verilmediğini, 31 aya ulaşan tutuklama tedbirinin orantısız olduğunu, tutukluluğun devamı kararlarının aynı, soyut ve basmakalıp gerekçelerle verildiğini, duruşma salonunun tavanına mikrofon yerleştirmek suretiyle tüm konuşmaların kayıt altına alınarak savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Hükümet, esasa ilişkin beyanları ile birlikte iki usuli itirazda bulunmuştur. Hükümete göre, uyuşmazlığa konu yargılama Yargıtay'da temyiz incelemesinde olduğundan, yani henüz sonuçlanmadığından ve bazı başvurucular, hak ihlalleri ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunduklarından, huzurdaki başvurunun reddedilmesi gerekmektedir.

Çalışma Grubu, yerel mahkemeler ya da diğer bazı uluslararası mahkemeler veya insan hakları organları tarafından benimsenen ve şikayete konu uyuşmazlığın incelenebilmesi için yargılamanın sona ermesi gerektiği şeklindeki görüşün kendisi için geçerli olmadığını belirtmiştir.

Kararda, Çalışma Grubu'nun şikayete konu uyuşmazlığın sonuçlandırılması (davanın bitirilmesi) şartına bağlı inceleme yapmasının, gerek makul sürede yargılanma ve gerekse makul sürede salıverilmeye ilişkin kuruluş amacı ile bağdaşmayacağı ifade edilmiştir.

Hükümet ikinci olarak, bazı başvurucuların huzurdaki başvuruya konu iddialarla ilgili İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne (İHAM'a) başvurduğunu, dolayısıyla huzurdaki başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Çalışma Grubu, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile aynı kabul edilebilirlik kriterlerine sahip olmadığını ve İHAM'ın esas itibariyle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne uygunluk denetimi yaptığını, oysa Çalışma Grubu'nun ise Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ve Uluslararası Teamül Hukuku kurallarına uygunluğu denetlediğini ifade etmiştir. Bu sebeple Kararda, aynı veya benzer iddialar ile İHAM'a başvuru yapılmasının, tek başına Çalışma Grubu'nun Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ve Uluslararası Teamül Hukuku kurallarına uygunluk denetimi yapmasını engellemediği belirtilmiş ve Hükümetin ikinci itirazı da reddedilmiştir.

Kararda, Hükümetin özellikle başvurucuların dürüst yargılanma haklarının ihlali ile ilgili birçok iddiasına cevap vermediği ifade edilerek, bu koşullar altında değerlendirmenin başvurucuların sağladığı bilgilere dayanılmak suretiyle gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.

Çalışma Grubu, başvurucuların tutukluluklarına ve kefaletle serbest bırakılmamalarının hukukiliğine itiraz edebilecekleri etkili bir yolun varlığını Türk Hükümeti'nin gösteremediğini belirtmiştir. Kararda, mahkemelerin tutukluluğun devamı kararları ile tutuklama tedbirinin ölçülü olarak uygulandığını, yani kefalet yerine tutukluluk tedbirinin uygulanmasının maddi ve hukuki anlamda açıklandığını gösteren gerekçeli kararların Hükümet tarafından sunulmadığı belirtilerek, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 9. maddesi ile Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme'nin 9/3. maddesinin ihlal edildiği belirtilmiştir.

Hükümet cevabında; delillerin gerçekliğine ilişkin iddialara, Mahkemenin savunma makamının dijital delillerin gerçekliğini çürüten üç farklı uzman raporunu değerlendirmeyi reddetmesine ya da delillerin değerlendirilmesi için bilirkişi atamadığına ilişkin herhangi bir açıklama yer almadığı ifade edilmiştir. Hükümet, birisi gerçekleştirilmeye çalışıldığı iddia edilen darbeyi önleyen olmak üzere iki kilit ismin tanık olarak dinlenmesinin Mahkeme tarafından reddedilmesi hakkında da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Çalışma Grubu, sanıkların soruşturma dosyasında yer alan bilgilere erişimlerinin kısıtlanmasının, bu bilgilerin yargılamada sanıklar aleyhine delil olarak kullanılmaması ve nitelikleri itibariyle sanıkların lehine deliller olmamaları şartı ile mümkün olduğunu belirtmiştir. Somut olayda sanıkların, lehlerine olan ve savcılık makamı tarafından yargılamada kullanılan delillere erişiminin milli güvenlik (Devlet sırrı) gerekçesiyle kısıtlanması, Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme'nin 14. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendini ihlal etmektedir[1].

Çalışma Grubu, mahkeme salonuna mikrofon yerleştirmek suretiyle yargılama süresince avukat-müvekkil iletişiminin dinlenilmesini de Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme'nin 14. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendini ihlal ettiğine karar vermiştir.

Dürüst yargılanma hakkına ilişkin bu ihlaller neticesinde Çalışma Grubu, özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın tutukluluklarının keyfi olduğunu belirtip, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 9. ve 14. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 9, 10 ve 11. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Çalışma Grubu Kararın sonuç kısmında, Türk Hükümeti'nden 250 kişinin durumunun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme hükümlerine uygun olarak düzeltilmesini talep ederek, somut olayın tüm özellikleri gözönünde bulundurulduğunda uygun onarımın, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 9. maddesinin, 5. fıkrası uyarınca tazminat hakkı olduğunu belirtmiştir.

Çalışma Grubu'nun, neden henüz kovuşturma aşaması bitmeyen bir dosya ile ilgili şikayeti esastan inceleyip karara bağladığını da kısaca açıklamak gerekir. Çalışma Grubu, kovuşturma devam etse de tutuklama tedbirinin yargılamanın esası dışında değerlendirilebileceğini ve tutuklama şartlarının incelenebileceğini dikkate almış olabilir. Ayrıca Çalışma Grubu, tutuklanmaması gereken veya tutuklansa bile sonradan salıverilmesi gereken şüpheli veya sanığın tutuklanmak suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliğinden alıkonulmasını, tutuklu insanın kullanabileceği haklar ile tutuksuz insanın kullanabileceği haklar arasında derin farklılıklar olması sebebiyle, bu yolla dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesinden de hareket etmiş olabilir. Kısaca, devam eden bir yargılamada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığının incelenebilmesi, bu amaçla da kanun yollarına başvurulabilmesi mümkündür. Bu kanun yolu, olağan olabileceği gibi olağanüstü de olabilir ve hatta İç Hukuktan kaynaklanabileceği gibi, Uluslararası Hukuktan da dayanağını alabilir.

Sonuç olarak; Çalışma Grubu'nun kararı iç hukuk bakımından bağlayıcı olmasa da, Birleşmiş Milletler nezdinde faaliyet gösteren bağımsız uzmanlarca hazırlanan ve dikkate alınması gereken tavsiye raporu niteliğini taşıdığını belirtmek isteriz.

Anlaşıldığı kadarı ile Çalışma Grubu, henüz bitmeyen davada işin esasına girmek istememekle birlikte, tutuklamanın şartları ve süresinin makul olup olmadığı, yani tutuklamanın keyfi uygulanıp uygulanmadığı konusunda dürüst yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine bakmaya ve bu kapsamda suç şüphesi ile ilgili delilleri incelemeye kendisini yetkili görmüştür. Çalışma Grubu, bu yönü ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nden ayrılmıştır.

13.11.2011 tarihli Özkan - Türkiye kabul edilemezlik kararında İHAM, “Ulusal mahkemeler nezdinde davanın devam ettiği sırada, başvurucu tarafından Sözleşmenin dürüst yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi hükümlerinin ihlali konusunda şikayet edemeyeceği sonucuna varılmaktadır.” gerekçesine yer vererek, devam eden yargılamalarda kişi hürriyeti ve güvenliğini düzenleyen 5. maddenin ihlalinin değerlendirileceğine, fakat henüz bitmeyen davanın usul ve esas yönünden aykırılık iddialarına inceleyemeyeceğine işaret etmiştir.

İHAM'ın iç hukukta devam eden bir yargılama yönünden yaptığı bu tespit, yargılamanın esasında ayrı değerlendirilmesi gereken tutuklamanın şartları ve gerekliliği ile makul sürede yargılanmayı bağlamamalıdır.

İHAM aynı kararında, “Başvurucu, kendisi hakkında yürütülen ceza davası konusunda iddia ettiği ihlallerden dolayı mağdur olduğunu düşünmesi halinde, aynı başvuruyu yeniden yaptığından bahisle başvurusu reddedilmeksizin, tekrar İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurmasına izin verilmektedir.” gerekçesi ile dava ve olağan kanun yollarının bitiminden sonra (23.09.2012 tarihinden sonraki iç hukuk kararları yönünden Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı da tüketildikten itibaren) başvuru yapılmasının mümkün olduğunu ifade etmiştir.

Özkan - Türkiye kararında İHAM, tutukluluk süresinin makullüğünü ve tutuklama tedbirine itiraz yönünden etkili iç hukuk yollarının bulunup bulunmadığını sonra inceleyeceğini, 13.12.2011 tarihi itibariyle tutuklamanın bir suç şüphesine dayandığını ve uygulanmasının hukuka uygun olduğunu, ayrıca Sözleşmenin 3. maddesinin incelenmesi için yeterli delil sunulmadığını, davanın karmaşıklığı dikkate alındığında yargılama süresinin de bu aşamada makul olduğunu belirtmiştir.

İHAM 30.04.2013 tarihli Güder - Türkiye kararında ise, zannedilenin aksine başvuruyu esastan incelemek suretiyle reddetmemiş, başvurucunun 6 aylık bireysel başvuru süresini kaçırdığından bahisle hukuka aykırılığın tespiti talebini usulden reddetmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, kişiye, olaya ve duruma bakmaksızın bir tedbir olan tutuklamayı, kurallarına uygun ve makul süre uygulamayı benimsemeli, tutuklamayı yıllarca süren bir cezaya dönüştürmemelidir.

Bu arızalı durum nedeniyledir ki, “Kuvvetli suç şüphesinin varlığı veya isnat edilen suçun ağırlığı tek başına tutuklama nedeni sayılamaz. Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.  Tutuklama hiçbir surette cezalandırma şekline dönüştürülemez.” hükmü Anayasa tarafından güvence altına alınmalıdır.


[1] Bizde de, soruşturmanın selameti açısından dosya gizliliği mümkün olabilir (CMK m.153/2). Milli güvenlik, savunma hakkını kısıtlayacak şekilde dosyanın şüpheli veya avukatından gizlenmesinin dayanağı olamaz. Türk Hukuku'nda “Devlet sırrı” kavramı vardır. CMK m.47 ve 125. Belirtmeliyiz ki, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında “Devlet sırrı” kavramından hareketle savunma hakkının kısıtlanması, dürüst yargılanma hakkının ihlaline yol açar.

Prof. Dr. Ersan Şen
ersansen@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat