Arka Plan

  • GİRİŞ30.07.2013 09:53
  • GÜNCELLEME30.07.2013 09:53

Bu nedenle, günümüzde yaşanan benzer sorunun çözümünde aynı hataya düşülmemelidir.

Şu an İran, Suriye ve Irak'la yaşanan sorunlar dikkate alındığında, Musul ve Kerkük'ün Türkiye Cumhuriyeti'nin kontrolüne bırakılacağı ileri sürülüp, Türkiye Cumhuriyeti tarafından bu bölgenin korunmasının yolunun açılması ve Türkiye Cumhuriyeti'ne bir tür jandarmalık görevi verilmesi gündeme gelebilir.

Bölgede yaşanan güvenlik sorunu mevcut durum itibariyle aşılamayacağından, geçici de olsa bölgenin Türkiye Cumhuriyeti tarafından ilhak edilmek suretiyle koruma altına alınması mümkün olabilecektir. Bu durum, geçici de olsa bölgede rahatlama, huzur ve güven ortamına kavuşulduğu hissiyatının oluşmasına yol açabilecektir.

Bölgede yaşayanlarda millet, ülke ve devlet kültürü henüz oluşmadığından, bu kapsamda devlet gelenekleri de bulunmayıp, bu anlayışı yerleştirecek nitelikli insanlara ihtiyaç duyduklarından, siyasi, sosyal, iktisadi gelişimleri ile nitelikli insana olan ihtiyaçlarını Türkiye Cumhuriyeti üzerinden tamamlamaya çalışacaklardır.

Amerika Birleşik Devletleri ve özellikle Avrupa tarafından desteklenen plana göre, bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrılık olmayacak, bağlılık devam edecek ve herkes üniter yapıya sadık kalmak suretiyle yaşam sürdürecektir. Tabi görünürdeki plan bu olabilir.

İnsan ister istemez, Anayasa değişikliği tartışmalarında sürekli gündeme getirilen “Türk Milleti” kimliğine son verme, anadilde eğitim-öğrenim ve özerlik elde etme çabalarının nedeni, yukarıda belirttiğimiz ana amacı gerçekleştirmeye yönelik olduğu endişesini duymaktadır.

Arka planda, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını da kapsayacak şekilde, Türkiye Cumhuriyeti'nin korumalığı ve desteği altında yeni millet, ülke ve devlet olma kültürünü oluşturmak ve bu maksatla nitelikli insanlara sahip olmak hedefi olabilir.

Sonuç olarak; dış güçler şimdilik, sözde barış süreci, bu amaçla yapılan görüşmeler, Anayasa değişikliği süreci, “Türk Milleti” adının terk edilip, coğrafi esasa dayalı vatandaşlık kavramı (Türkiye Cumhuriyeti Devleti Vatandaşlığı) ve değişik konularda Türkiye Cumhuriyeti'ni oyalayacaklardır. Ancak bu oyalama, ayrılmayı düşünenlerin millet-ülke-devlet olma hedefine ulaştıklarına inandıklarında son bulacaktır.

Wilson Prensipleri ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nde kabul edilen plebisit ve self-determinasyon/halkın kendi kaderini tayin hakkı olduğu ileri sürülüp, dış güçlerin desteği ile Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrı devlet olma amacı ciddi şekilde gündeme getirilecektir. Bu noktada ideal hedef, bir başka yeni devletin kurulması olarak gözükmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti bu oyuna gelmemelidir. Devlete ve Millete karşı silahlı bir kalkışma olmuş ve bunda başarılı olamayan dış güçler, özellikle de bölge devletlerinin yaşadığı sorunları ve destekledikleri insanlar için güvenli ortamın olmaması sebebiyle farklı yollara başvurmak zorunda kalmıştır.

75 milyonluk vatandaş kitlesi ile coğrafyası, tarihi geçmişi ve güçlü bir devlet geleneği bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nin sahip olduğu teknik imkanlar, insan ve silah gücü, profesyonel birlikleri, hava gücü üstünlüğü dikkate alındığında, Ülke içinden veya dışından gelen tehlike ve saldırılara karşı savunma yapabilme, bunda da başarılı olabilme yeteneğinin olduğu tartışmasız ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti, Ülkesini, Milletini, kişi hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla meşru savunma hakkına her zaman sahiptir. Uluslararası Hukuk ve iç hukuk kuralları, bu hak ve yetkiyi Türkiye Cumhuriyeti'ne tanımıştır.

Türk Milleti'ni oluşturan insanlar, hangi ırktan ve nereden gelmiş olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkmak, ayrılığa düşmemek, birbirleri ile kavga etmemek, bir ve güçlü olup ayakta kalmak zorundadır. Kamu kudreti kullanıcısı Devlet ise, bu gücü ve hukuku dayanak almak suretiyle Vatanın Milleti ile bölünmez bütünlüğünü korumak taahhüdü altındadır. Devlet bu sorunu, yürürlükteki Anayasa ve kanunlar çerçevesinde çözmek zorundadır.

Ortada dış güçler tarafından hazırlandığı, yönetildiği ve yönlendirildiği tartışmasız olan bölgesel planın, Türkiye Cumhuriyeti'nin öncelikli menfaatlerini koruyup kollamak yerine, dış güçlerin amaç ve varlıklarına hizmet ettiği görülebilmektedir.

Hayatın olağan akışına uygun olan da budur, çünkü planı tertipleyen öncelikle kendi çıkarlarını gözetir. Türkiye Cumhuriyeti, aleyhine olan bu planı bozmaktan ziyade, “büyük güce karşı gelen kaybeder” klasiği nedeniyle “nasıl olup da planın bir parçası haline gelerek kazanırım” ve “günü kurtarmak” mantığı ile hareket ettiği takdirde, planın kazananı değil, kaçınılmaz kaybedeni olacaktır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin, yukarıda bahsettiğimiz yeni milletleştirme, bir ülkeye sahip kılma ve devletleştirme sürecine, somut yarar ve zararlarının ne olduğunu ve olacağını net şekilde tespit etmek suretiyle müdahil olması şarttır.

Türk kamu otoritesinin yukarıda işaret ettiğimiz tehlikelerden haberdar olmaması pek mümkün gözükmemektedir. Dış baskı ve tehdide boyun eğilmeyeceği ve eğilmemek gerektiği de tartışmasız olduğuna göre, milli menfaatleri gözeten tedbirlerin alınması zorunluluğu ortadadır.

Netice itibariyle; Türkiye Cumhuriyeti, 5-10 yılını değil, 50, hatta 100 yıllık geleceğini mercek altına almalı, planlamalı, coğrafyasını ilgilendiren bu çok önemli konuda yapılması gerekenlere karar vermeli, ne kaybedip kazanacağının hesabını iyi yapmalı ve bugünü değil, geleceğimizi dikkat almak suretiyle hareket etmelidir. Türkiye Cumhuriyeti, Ülke menfaatlerini gözeten hedefleri belirleyip, gelecek 50 yılın siyasi ve coğrafi haritasının ne olabileceğinin net hesaplarını şimdiden yapmalı, düşmana karşı güçlü ve kararlı durmalıdır.


ersansen@hotmail.com

Yorumlar1

  • adam turk 12 yıl önce Şikayet Et
    YANİ KILASİK KAZAN FIKRASI. önce doğurtacaklar sonra öldürecekler kazanı
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat