İhkakı Hakta Görevli Mahkeme
- GİRİŞ24.10.2015 10:02
- GÜNCELLEME25.10.2015 08:35
“Yargı birliği” ilkesi gereğince, tüm mahkemelerin aynı usul ve esaslarda yargılama yapması ve ceza yargısında bazı suçlarla ilgili “uzman mahkeme” usulünün benimsenmesi isabetlidir. Ancak yine de ceza yargısında; “görevli mahkeme” kavramı üzerinden sulh, asliye ve ağır ceza mahkemelerinin öngörüldüğü, bunlardan sulh ceza mahkemelerinin kaldırıldığı, kovuşturma aşamasında genel yetkinin asliye ceza mahkemelerinde ve cezalarının ağırlığına göre bazı suçlardan dolayı yargılama görevinin ağır ceza mahkemelerinde olduğu, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 8 ila 12. maddelerinde düzenlenmiştir.
5235 sayılı Kanunun “Asliye ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 11. maddesine göre; “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hakimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır”.
5235 sayılı Kanunun “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesine göre; “Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m.148), irtikap (m.250/1 ve 2), resmi belgede sahtecilik (m.204/2), nitelikli dolandırıcılık (m.158), hileli iflas (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır”.
Görev kamu düzeninden olduğu için, mahkemenin görevinde yapılacak hata temyizde mutlak bozma sebebi olarak kabul edilmiştir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir davanın alt dereceli mahkemeye gönderilmesi mümkün değildir. Esasında alt dereceli mahkemenin de, görevine giren bir davayı üst dereceli mahkemeye göndermemesi gerekir. Ancak asliye ceza mahkemesi dosyayı görevsizlik kararı verip ağır ceza mahkemesine gönderdikten sonra duruşmaya geçilir veya dava üst dereceli mahkemede açıldıktan sonra duruşmaya başlanırsa, bu andan itibaren suçun hukuki niteliğinin değiştiğinden bahisle ağır ceza mahkemesinin dava dosyasının asliye ceza mahkemesine göndermesi hukuka aykırı olacaktır. Görev ihtilafı, asliye ceza mahkemesinde görülen bir davanın duruşmaya başlansa bile ağır ceza mahkemesinin görevine girdiği veya ağır ceza mahkemesinin henüz duruşmaya başlamadığı anda gündeme gelmesi gerekir.
Hem asliye ve hem de ağır ceza mahkemeleri iş yükünden şikayet etmektedir. Asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri arasında; eski adıyla ihkak-ı hak ve yeni adı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağın tahsili, sahtecilik, dolandırıcılık, insan öldürme suçuna teşebbüs ve basit taksirle bir kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma fiillerinin hangi görevli mahkemede yargılamasının yapılacağı konusunda ciddi tartışmalar yaşanmakta, dava dosyaları mahkemelere ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne gidip gelmekte, bu sırada adalet gecikmekte, yargının iş yükü artmakta ve ciddi bir emek harcanmaktadır.
Bu yazımızda, hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsilinde hangi mahkemenin görevli olduğunu tespit etmeye çalışacağız. Bir başka ifadeyle; Türk Ceza Kanunu m.150/1’de düzenlenen kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağının tahsili amacıyla tehdit veya cebir kullanması suretiyle işlenen tehdit veya kasten yaralama suçlarının işlendiğine dair iddiaların kovuşturmasına hangi mahkeme, yani asliye ceza mahkemesi mi yoksa ağır ceza mahkemesi mi bakacaktır?
TCK m.148 ve 149’da düzenlenen ve bir bileşik, yani mürekkep suç hali olan yağma suçu, hırsızlık ve cebir-şiddet ve/veya tehdit suçlarının birlikteliği ile mağdurun mal varlığına karşı işlenen bir suç tipi olarak tanımlanabilir.
Mülga TCK m.308’de; kendiliğinden ihkakı hak etme, yani cebir-şiddet veya tehdit kullanmak suretiyle kendiliğinden hak elde etme suçunun bağımsız bir suç tipi olarak düzenlendiği görülmektedir. Mülga TCK m.308 ile TCK m.150/1 mukayese edildiğinde; tüm unsurları itibariyle benzerlik göstermediği görülmekle birlikte, mülga TCK m.308’de bağımsız bir suç tipi olarak “kendiliğinden ihkakı hak edenler” suçunun düzenlendiği, ancak bu suçun yeni Ceza Kanununda karşılığı olarak gösterilen TCK m./150/1’in ise bağımsız suç tipini değil, “Daha az cezayı gerektiren hal” başlığı ile yağma suçunun daha az cezayı gerektiren halini öngördüğü ifade edilebilir. TCK m.150/2’de de, yağma suçunun konusu oluşturan malın değerinin azlığından dolayı verilecek cezada üçte birden yarıya kadar indirime gidileceğinin ifade edildiği görülmektedir. İlk bakışta, TCK m.150/1’in yağma suçunun basit hali sayılması gerektiği ileri sürülebilir. Hükmün gerekçesinde, yağma suçunun daha az cezayı gerektiren halinin tanımlandığı ibaresine yer verilmiştir.
Tüm bu tespit ve açıklamalar ışığında; 5235 sayılı Kanunun 12. maddesinde yer alan yağma suçu nedeniyle ağır ceza mahkemesinin, TCK m.150/1’den açılan veya daha sonra bu hükme girdiği anlaşılan eylemin yargılamasını yapacağı sonucuna varılabilir. TCK m.150/1’in 5235 sayılı Kanunun 12. maddesinde yer almaması, kendiliğinden hak alma davasının asliye ceza mahkemesinde görülmesinin dayanağı olamaz. Çünkü 12. maddede, “nitelikli yağma” başlıklı TCK m.149’da yer almamaktadır. Gerçi bu suçun temel cezasının üst sınırı 15 yıl olduğundan, cezasının ağırlığından dolayı nitelikli yağma suçunun yargılamasının ağır ceza mahkemesinde yapılacağı savunulabilir.
Burada sorun, suçun hukuki niteliği, yani iddianame düzenlenip dava kabul edilirken veya duruşma yapılırken suça konu eylemin kendiliğinden hak alma mı yoksa yağma mı olduğu konusunda yaşanmamaktadır. Yargılamanın kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla tehdit veya cebir kullanmasına konusunda yapıldığı ve kendiliğinden hak alma iddiasının doğru olup olmadığının tartışıldığı durumda, hala davayı ağır ceza mahkemesinde görülmesi gerektiği söylenebilir mi?
Yukarıda belirttiğimiz gerekçeye göre; kendiliğinden hak alma davaları, TCK m.150/1’in mülga TCK m.308’den farklı düzenlenme biçimi nedeniyle ağır ceza mahkemelerinde görülmesi gerekir.
Diğer bir düşünceye göre; TCK m.150/1, 5235 sayılı Kanunun 12. maddesinde yer almamaktadır. Her ne kadar TCK m.150/1’de tanımlanan ihkakı hak, yani kendiliğinden hak alma suçunun bağımsız bir suç tipi olarak düzenlenmediği, hükmün gerekçesi nedeniyle bu suçun yağma suçunun bir türü olarak kabul edilmesi gerektiği ve bundan dolayı da yargılamanın tartışmaya yer vermeyecek şekilde ağır ceza mahkemesinde yapılması gerektiği fikrinin kabul edildiği ileri sürülse de, bu şekli düşüncenin doğru olmadığı, esasında kendiliğinden hak alma suçunda failin, bir başkasına ait malı veya kendisine ait olmayan bir hakkı cebir-şiddet ve/veya tehditle alma kastına sahip olmadığı, kendiliğinden hak alma suçunun maddi unsurunun da yağma suçunun maddi unsuruna uymadığı, bu sebeple kendiliğinden hak alma suçunun, ya mülga TCK m.308’de olduğu biçimde ayrı bir suç tipi olarak veya benzeyen veya kendiliğinden hak alma suçunun içeriğinde yer alan suça veya suçlara atıf yapmak suretiyle düzenleme yapmanın mümkün olduğu, kanun koyucunun TCK m.150/1’de atıf usulünü tercih ettiği, bu durumda kendiliğinden hak alma suçunun, yalnızca düzenlendiği yer veya gerekçesi itibariyle yağma suçu sayılamayacağı, kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağının tahsili için zor kullanması ile hakkı olmadığı halde bir başkasına ait malı zor kullanmak suretiyle alması arasında, hem maddi ve hem de manevi unsurlar yönünden fark olduğu, kendiliğinden hak alma suçunda kullanılan yöntemin tehdit veya kasten yaralama olmasına göre değişen suçlardan birisinin, hatta her ikisinin de gündeme gelebileceği, kendiliğinden hak alma kapsamında işlenen suçun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu olması halinde, bundan dolayı da TCK m.109’un da ayrıca uygulanacağı, kendiliğinden hak alma suçunun yağma suçu kabul edilemeyeceği, Ceza Kanununda düzenlenme yeri ve biçimine göre ayrı ceza öngörülmeyip, bu yönü ile kendiliğinden hak alma suçunda araç suç olarak kabul edilen suçlara atıf yapıldığı, yargılama sırasında kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacı olduğuna dair taraflar arasında bir tartışma olmaması veya olmasa bile bu yönde tespitin yapılması şartıyla, suça konu eylemde tehdit veya kasten yaralama suçlarının olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, bunu için de yargılamanın tehdit ve kasten yaralama suçlarının kovuşturmalarını yürüten asliye ceza mahkemelerinde yapılması gerektiği, ancak davaya konu suçun yağma mı ihkakı hak mı veya kasten yaralama mı kasten öldürme suçuna mı teşebbüs olduğu konusunda tartışma olması halinde yargılamanın bir üst dereceli mahkemede yapılmasının uygun olacağı, bunun dışında kanun koyucunun yaptığı atıf nedeniyle kendiliğinden hak alma suçunda kullanılan tehdit veya kasten yaralama suçlarının yargılamasına asliye ceza mahkemesinde bakılması gerektiği fikri savunulabilir.
Gerçekten de dava açıldığı sırada veya dava asliye ceza mahkemesinde görülürken, yargılamaya konu suçun kendiliğinden hak alma eylemi olduğu tespit edildiğinde, sırf TCK m.151/1’in düzenlenme yeri, biçimi ve gerekçesinden hareketle yağma suçunun varlığının kabulü suretiyle davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesi gerektiğini ileri sürmek isabetli olmayacaktır. Yağma ile ilgisi olmayan ve kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağının olduğu hususunda tartışmanın olmadığı bir durumda, bu alacağın tahsili için alacaklının yetkili makama gitmek yerine kullandığı zor yönteminden dolayı yağma suçunun kabulü ile yağma suçunda yer alan hırsızlık eyleminin fail tarafından işlendiği sonucuna varılması doğru değildir.
TCK m.42 uyarınca yağma suçunun; hırsızlık, cebir ve şiddet veya tehdit suçlarından oluşan bileşik suç tipi olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Buna göre yağma suçunun oluşmasında, hırsızlık eyleminin varlığı zorunludur. TCK m.141’e göre; zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma eylemine hırsızlık denir. TCK m.150/1’de ise, TCK m.141 ve hırsızlık suçunun bir unsur sayıldığı m.148’den farklı olarak başkasına ait bir mal olmadığı, failin hukuki ilişkiye dayanan ve üzerinde tartışma olmayan alacağının bulunduğu, her ne kadar bu alacak o an failde değil de mağdurda olması itibariyle fail zilyet sayılmasa da, alacağın varlığının tartışmaya konu olmadığı bir durumda hırsızlık suçunun maddi unsuru için gerekli olan “başkasına ait taşınır bir mal” şartının gerçekleşmeyeceği, bu sebeple kendiliğinden hak elde etme ile yağmanın zor kullanma bakımından benzerlik gösterse de, suçun hukuki yararının konusu bakımından farklılık taşıdığı sonucuna varılmalıdır. Burada; görev bakımından münakaşanın yaşanıp da, yargılama konusu suçun hukuki niteliğinin ne olduğu hususunun tespitinin üst dereceli mahkemeye ait olduğuna dair bir sonuca da varılamaz, çünkü ortada suçun hukuki niteliği bakımından bir tartışma bulunmamaktadır.
Hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsilinde görevli mahkemenin neresi olması gerektiğine dair tartışma, Yargıtay kararlarına da yansımıştır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 19.11.2009 gün, 2009/8897 E. ve 2009/12892 K. sayılı kararında; incelenen dosya içeriğine, sanığın üzerine atılan suçun niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine ve Asliye Ceza Mahkemesinin kararında yer alan gerekçeye göre, kendiliğinden hak alma suçunda yargılama görevinin Ağır Ceza Mahkemesi olduğu sonucuna varıldığı görülmektedir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin kabul ettiği Asliye Ceza Mahkemesi kararının gerekçesinde; şüphelinin eyleminin bir hukuki ilişkiye dayanana alacağın tahsili amacı taşıdığı anlaşılmakla, iddia ve tüm dosya kapsamına göre sanığın eyleminin TCK m.150/1’de düzenlenen yağma suçunu oluşturduğu, her ne kadar madde metninde suçun “yağma olduğu” yönünde açık bir düzenleme mevcut değilse de, Kanun sistematiği çerçevesinde m.150/1’in yer aldığı bölümün dikkate alınmasının gerekeceği, “kişinin alacağını tahsil” fiillerinin yağma suçundan ayrı ve bağımsız bir suç tipini değil, yağma suçunu oluşturacağının doktrinde kabul edildiği, hükümde “yağma” kelimesinden bahsedilmemesi bir eksiklik olarak kabul edilmekle birlikte, sırf bu eksikliğin ve ayrıca tehdit ile kasten yaralama hükümlerine yapılan atfın, kendiliğinden hak alma fiilini ayrı ve bağımsız bir suç tipi olarak kabule yetmeyeceği, TCK m.150/1’de düzenlenen suçun yağma suçu sayıldığı ve yağma suçuna bakmak görevinin de münhasıran ağır ceza mahkemesine ait olduğu açıklanmıştır.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 30.05.2013 gün, 2013/8646 E. ve 2013/12804 K. sayılı kararında;
“Sanık hakkında TCK m.150/1 yollaması ile aynı Kanunun m.86/2 uyarınca cezalandırılması amacıyla kamu davası açılması nedeniyle; davaya bakma, delilleri değerlendirme ve takdir etme yetkisinin üst dereceli ağır ceza mahkemesi olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yazılı biçimde yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması”
Bozma sebebi kabul edilmiştir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 02.06.2014 gün, 2014/6199 E. ve 2014/11112 K. sayılı kararında;
“Sanığın olay günü alacaklı olduğu yakınanın önüne geçip alacağını istediği, yakınanın parası olmadığını söylediğinde üzerini aramaya başladığı, aralarında itişme olduğu, sanığın yakınanın boynundan gümüş kolyeyi koparıp aldığı ve yakınanı bıçakla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir tarzda yaraladığından bahisle 5237 sayılı TCK'nın 150. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 86/2, 86/3-e maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile hakkında kamu davası açılmış olduğunun anlaşılması karşısında; alacağın hukuki bir ilişkiye dayanan haklı bir alacak olup olmadığı, bu bağlamda eylemin yağma suçunu oluşturup oluşturmadığına ilişkin kanıtları takdir ve tartışma görevinin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması”
Bozma sebebi kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere Yargıtay’ın üç kararında da; karşı cevaplarını yukarıda verdiğimiz gerekçelerle, kendiliğinden hak alma suçunun Ceza Kanununda düzenlendiği yer ve şekli itibariyle yağma suçu sayılması gerektiği, ayrı bir kendiliğinden hak alma suçunun tanımlanmadığı ve bu sebeple yağma suçuna bakan ağır ceza mahkemesinin kendiliğinden hak alma suçuna ilişkin yargılamayı yapması gerektiği ifade edilmiştir. Bu kabule ve yukarıda açıkladığımız yüzeysel gerekçeye katılmadığımızı, esas itibariyle kendiliğinden hak alma suçunun ayrı bir suç olarak tanımlandığını, bu suçun sırf Ceza Kanununda düzenlendiği yer ve şekli itibariyle yağma suçu olarak kabul edilemeyeceğini, kendiliğinden hak alma suçu ve yağma suçunun unsurlarının birebir örtüşmediğini, her iki suçun maddi ve manevi unsurlarının farklı olduğunu, bu sebeple hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla hareket ettiğinde şüphe olmayan failin yağma suçundan dolayı değil, kendiliğinden hak alma suçunu işlediği iddiası ile yargılanmasının gerekli olduğunu, bunun aksinin kabulünün failin işlediği iddia edilen tehdit veya kasten yaralama suçlarının yargılamasına bakacak yer olan asliye ceza mahkemesi yerine ağır ceza mahkemesinde yargılanması anlamını taşıyacağını, bunun da faile yüklenen ihkakı hak eyleminin ağırlığına ve koruduğu hukuki yarara uygun düşmeyeceğini ifade etmek isteriz.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol