Örgüt
- GİRİŞ19.09.2016 07:00
- GÜNCELLEME20.09.2016 09:13
Gerek kanunlarda ve gerekse Yargıtay kararları ile doktrinde, suç veya terör örgütüne ilişkin birçok açıklama bulunmaktadır. Bir birlikteliğin iştirak veya çeteden çıkıp suç veya terör örgütü sayılabilmesi için; insanların suç işlemek için toplanıp anlaşması, devamlılık, hiyerarşik yapılanma, suç işlemeye elverişli vasıtalar, örgüte girişte bir prosedür, örgütten çıkmanın yasak veya çok zor olması, örgüt içi yaşam kuralları, bir veya birkaç belirli suçu işlemeye değil örgütün devamlılığına hizmet edecek birçok suçu işleme iradesini varlığı, örgütün yönetim kadrosunun varlığı, alt kadronun aldığı emir ve talimatlarla hareket etmesi gerekliliği aranır. Aksi halde, “mensup” sıfatıyla en az üç kişinin bir veya birkaç belirli suçu işlemek için birlikte hareket etmesi “örgüt” varlığını göstermez.
Çıkar amaçlı suç örgütü olduğunda “mafya” ve siyasi maksatlar taşıdığında “terör örgütü” olarak adlandırılan hukuka aykırı yapılanmaların önlenmesi, var olanların çözülüp dağıtılması, cebir ve şiddet ile tehdide yönelen eylemlerin önüne geçilmesi, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçların failleri ile birlikte adalet önüne çıkarılması için birçok çalışma yapılmaktadır.
Elbette örgütlenme; sivil demokratik yaşamın bir gerekliliği, kamu otoritesinden taleplerin dile getirilmesinin, toplumsal destek ve ilgi kazanmanın yöntemidir. İnsanlar, gerek sosyal ve gerekse meslek yaşamlarında örgütlenme gereği duyarlar, bu maksatla şirketler, dernekler, vakıflar ve birlikler kurabilirler. İnsanların bir hiyerarşik yapılanma içine girip talep ve temennilerini örgütlü şekilde dile getirmelerinde bir sakınca yoktur. Esasında örgüt ve örgütlenme hakkı, ifade hürriyeti ile eleştirme hakkının bireysellikten uzaklaşmış ve toplu biçimde kullanılan bir yansımasıdır.
Örgütlü hareketlerin meşru zeminde kalmaları ve taleplerini hukuka uygun dile getirmeleri halinde bir sakınca doğmayacaktır. Ancak kuruluşu itibariyle gayrimeşru veya kuruluşu hukuka uygun olup da faaliyetleri bakımından hukuka aykırı hareket eden, bu amaçla cebir ve şiddet veya tehdit yöntemlerini kullanan veya kabulü mümkün olmayan maksadına ulaşmak için deyim yerinde ise kamu otoritesine sızan veya nüfuz eden bir yapının eylemlerini, önleyici veya adli kolluk faaliyetleri ile durdurmak veya ortaya çıkarmak şarttır. Örgütün henüz suça karışmadığı dönemde istihbari ve önleyici kolluk önem kazanır, faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçların ve faallilerin ortaya çıkarılıp, çözülüp dağıtılmasında ise, adli kolluk çalışmaları daha etkili olacaktır.
Gerçi bizde suça teşebbüs etmese veya suçu işlemese bile, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda tanımlanan illegal yapıların oluşturulması suç tipleri arasında sayılmıştır, yani örgütün varlığı suçun oluşması için yeterlidir ve örgütten dolayı ceza sorumluluğunun doğması için örgütün faaliyeti kapsamında suç işlenmesi şart değildir. Bu düşünce kişi hak ve hürriyetlerini aşırı sınırlayan yönü ile eleştirilse de, şu an hukuki durum bundan ibarettir.
Terör veya suç örgütlerinin önüne geçmenin, yürüttükleri faaliyetler kapsamında işlemeyi hedefleri suçları durdurmanın, hiyerarşik yapılarını çözüp zayıflatarak ortadan kaldırmanın yolu; örgüt mensubiyetini, örgüte lojistik desteği ve para kaynağını mümkün olduğu kadar azaltmak ve nihayetinde kesip bitirmekten geçer.
Çıkar amaçlı suç örgütü ise maddi menfaat elde etmek, terör örgütü ise siyasi maksadına ulaşmak için faaliyetleri kapsamında işlediği suçları ortaya çıkarmanın ve işleyecekleri önlemenin en tartışmasız yolu, etkin pişmanlığı kullanmak ve adli tahkikat geçiren üyelerin örgütle ilişkisini kesmektir.
Dünya üzerinde yapılanmasını tamamlamamış, daha iştirak, çete seviyesinde iken veya henüz ses getiren eylemler yapmadan müdahale edilememiş örgütleri kalıcı şekilde durdurabilmenin bilinen başka bir metodu yoktur. Önce devlet kararlılığı şarttır. Devlet, milletin ortak mutabakatından aldığı kamu kudretini kullanma yetkisini kimse ile paylaşamaz ve bu yetkiyi kontrolsüz ve denetimsiz olarak kimseye devredemez. Esasında devletin sadece kullanma yetkisine sahip olduğu kamu kudretini devretmesi de mümkün değildir. Devlet, yalnızca kamu hizmetlerinin verilmesi hususunda özel kişileri yetkilendirebilir ki, bu da hukuk kuralları ve sözleşmeler çerçevesinde gerçekleşir.
Bunun dışında devlet; ister çıkar amaçlı ve isterse siyasi saikle devletten ayrı yapılanan, ülkeyi, ülkenin bir kısmını veya bir kurum veya kuruluşun yetkilerini ele geçirip menfaat elde etmek ve/veya yönetmek isteyen hukuka aykırı yapılara ve bu yapıların faaliyetlerine izin veremez, verdiği takdirde milletin kurduğu siyasi teşkilatı adı “hukuk devleti” olamaz.
İşte bu nedenle devletten; “kırık pencere metodu” adlı suçu önleme yöntemini tatbik etmek suretiyle suçu önlemesi, suçluyu durdurması, işlenen suçu ve suçluyu ortaya çıkarıp cezalandırılmasını sağlaması, önleyici ve adli kolluk faaliyetlerini etkin biçimde yürütmesi beklenir. Devlet; iç düzen ve ulusal güvenlik, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması bakımından “hukuk devleti” ilkesi sınırlarında kalmak suretiyle tavizsiz olarak suçu ve suçluyu durdurmanın yollarını arayıp bulmalıdır. Aksi halde sokaklar ve caddeler; dağınık topluluklara, kaosa, zamanla da çıkar amaçlı veya siyasi maksatlı hukuka aykırı yapılanmalara teslim olur.
Bir devlette istihbarat elde etme, bu bilgileri rafine edip önleyici ve adli teşkilatlarla paylaşma karar ve disiplini; hukuk düzeninin, kamu barışının, can ve mal güvenliğinin korunması için olmak zorundadır. Bu zorunluluk; kamu otoritesinin gücüne güç katmak, güvenlikçi politikalar izlemek, kişi hak ve hürriyetlerinin özünü zedelemek anlamını taşımaz.
Konumuza dönecek olursak; hiçbir devlet kendi içinde kişi hak ve hürriyetlerinin nimetlerinden yararlanmak suretiyle hukuka aykırı hedeflere ulaşmak isteyen yapıları beslemez, bunların büyüyüp serpilmelerine de izin vermez, göz yummaz. Yasal meşruiyet kazanmış olsun veya olmasın, tüzel kişiliği bulunsun veya bulunmasın her sivil toplum örgütü, hukuk nizamını belirleyen kanunlara bağlı kalmalı ve devletin kuruluş felsefesine saygı göstermelidir.
Bir kamu tüzel kişiliği olan devlete ait düşünce ve hareket kabiliyetinin, devletin bağlı olduğu kuruluş felsefesine göre yöneten yürütme oranı ve idare, hiçbir vaziyette bir yapının kamu kurum ve kuruluşlarında, yani kamu otoritesinde yapılanmasına izin vermez. Devletin koruma kalkanları, önleyici ve adli kolluk teşkilatları, “devlet” denilen meşru yapının korunması, esas olarak da ülkenin yönetim şekil ve sisteminin gözetilmesi, yıpratılmaması için vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu an illegal yapılanmalara karşı kararlılıkla hareket etme kabiliyetini kazanmış ve ulusal çıkarlarını öne almak suretiyle önleyici ve adli kolluk faaliyetlerini etkin biçimde kullanmaya başlamıştır. Ancak bu konuda yaşanan iyileşmenin birden bire mükemmel hale gelmesini beklemek hayaldir, zamanla Devlet aklının galip geleceğini, Devlet idaresine katılanların, bu nedenle de kamu otoritesinin Devletin kuruluş felsefesine sahip çıkmanın en doğrusu olacağını anlayacakları tartışmasızdır.
Netice itibariyle; bir illegal yapılanmanın can damarı mensup, para ve lojistik desteğinin sürdürülebilirliğidir. Örgütün yeni mensup kazanamadığı, mevcutları kaybettiği, para ve lojistik desteği temin edemediği, yani para, insan ve lojistik destek sağlayabileceği kaynakların kesildiği, bu konuda tavizsiz, yani hiçbir yanın etkisinde kalmadan, toplanan istihbari bilgiler doğru rafine edilerek, analiz ve senteze tabi tutulduğunda, illegal yapılanmanın çözülmeme ihtimali yoktur.
Hal böyle iken;
Bir yabancı memleketin büyükelçisinin; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik açısından yaşadığı ciddi sorunları görmezden gelip, Uluslararası Hukukun, büyükelçilerin uluslararası görev ve yetkileri ile ilgili konvansiyon kuralları, uluslararası kuralları bir kenara koyarak, kendi ülkesini temsil için bulunduğu memleketin iç işlerine, hukuk düzenine ve egemenliğine karışmasına kalkışmasında, bu maksatla yazılı açıklamada bulunup kendi üzerine vazife olmayan meseleye açık kaynak üzerinden müdahil olmasında iyiniyet ve samimiyet aranamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ne tür güçlükler yaşadığını bilen, müttefik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında ve terörün karşısında olduğunu belirten bir memleketi temsil eden ve onun adına konuşup tasarrufta bulunan büyükelçinin açıklama ve davranışlarını, işbilmezlik ve uluslararası nezaketsizlik olarak geçiştirmek mümkün değildir.
Tüm memleketler içte ve dışta türlü sorunla uğraşırken, ulusal güvenliğini ve bütünlüğünü koruyup kollamaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu şekilde bir uyarıyı ve diplomatik dille tavsiyeyi hak etmediği tartışmasızdır. Herkes kendi işine ve egemenlik alanına bakmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti bu tavsiye ve hatırlatmaya ihtiyaç duymayacak derecede konunun öneminin ve hassasiyetinin farkındadır, olmak da zorundadır.
Türkiye Cumhuriyeti karşı karşıya kaldığı terör sorununu “hukuk devleti” ilkesine bağlı kalarak çözecektir. Hangi sıfatı taşırsa taşısın hiç kimsenin de suç işleme, suçu destekleme, hukuk düzenini ve kamu barışını bozma hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Her ülkenin saygı duyulması gereken hukuk kuralları, ülke bütünlüğü, insanlarının can ve mal güvenliği ile bunları gözeten hukuk nizamı vardır. Bunlar hangi saikle çiğnenirse çiğnensin, Devletten sessiz kalması ve hukuksuzluklara yol vermesi beklenemez.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol