Terörle Müzakere ve Hukuk Düzeni
- GİRİŞ15.01.2013 09:02
- GÜNCELLEME16.01.2013 09:39
Devlet, suçları önlemek işlenen suçları ortaya çıkarıp suçluların cezalandırılmasını sağlamak zorundadır. Kişi hak ve hürriyetlerini ihlal eden, insanların can ve mal güvenliğini sürekli tehdit ederek, kamu düzenini ve barışını bozan kim olursa olsun önce yakalanmalı veya teslim olmalı, silah bıraktırılmalı veya bırakmalı, yargı önüne çıkarılıp adalet yerine getirilmelidir. Devlet, suç işlemek isteyen veya işleyenle görüşmez ve taviz vermez. Önce devlete ve dolayısıyla düzene karşı gelen hukuka aykırı faaliyet ve yapılanmalara son vermelidir. Kamu otoritesi, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması adına sadece rehine kurtarmak için pazarlık yapar. Demokratik hukuk devleti ilkesini benimsemiş bir toplumda, kamu kudreti kullanıcısı olan otoritenin, "ben görüştüm oldu, ben yaptım oldu" diyebilmesi mümkün değildir. Kamu otoritesi, hukuki alt yapı, Anayasa ve yasalarla gösterilen yetkilendirilme olmaksızın suç işleyenle veya bir suç örgütü ile görüşemez. Yasal dayanak çerçevesinde görüşülse bile, tüm bu görüşme ve sonuçları, parlamentonun bilgi ve denetimine ve yargının hukukilik denetimine açık olmalıdır. "Kuvvetler ayrılığı" ilkesi çerçevesinde tüm erkler, terörü önleme ve bitirme noktasında kararlı çalışmalarına devam etmelidir.
Üniter yapıya dayalı, "millet" esasını benimsemiş bir ülke, birlik ve bütünlüğünü korumak, kişi hak ve hürriyetlerini gözetip, kamu düzeni ve barışını sağlamak noktasında, "ırk" kavramı üzerinden hareket edip, aşırı milliyetçi yaklaşımlarla sempati kazanarak, cebir-şiddete ve teröre başvurmak suretiyle asıl amacı ayrılıkçılık olanları durdurmak, kan dökülmesini, can ve mal kayıplarını önlemek, siyasi kayıpların önüne geçmek ve toplumsal huzura ulaşmak amacıyla, suç işleyenlerle doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde görüşme yapılmamalı, bu görüşmeler dayanak alınıp taviz verilmemelidir. Çünkü sadece silahlı değil, şehirlerde de organize olmuş veya olmaya çalışan ayrılıkçı yapılanma, tüm aşamaları lehine kullanmaya çalışacak, kendi dilini, haritasını, merkezi yönetime ve üniter yapıya tümü ile ters düşen tercihlere girecek, bir taraftan demokrasinin nimetlerinden yararlanırken, diğer taraftan toplumsal yaşamın külfetlerine katlanmak istemeyecek ve imkansız taleplerde bulunmayı sürdürecektir.
İlk aşamada, akan kanın durması, kardeşlik, huzur ve güven ortamının sağlanması noktasında kulağa hoş gelebilecek ve geçici rahatlama da sağlayabilecek uzlaşma arayışı, kamu kudreti kullanıcısının hakimiyet ve kontrolünde silah bırakma, bıraktırma ve sonrasında üniter yapı ve bir millet gerçeği ışığında herkesi kapsayacak şekilde sorunlara çözüm bulma silsilesi ile devam etmediği takdirde, ülke ve millet için kalıcı barış ve güven ortamı tesis edilemeyecektir. Tüm bu aşamalarda, ülke içinde ve dışında kötüniyetli hareket ve girişimler olabilecek ise de, nihai hedef üniter yapı, birlik ve beraberlikle sorunu çözmek olduğundan, ülkenin benimsediği ilke ve esaslar hiçbir nedenle terk edilmeden sorunları çözmeye çalışmak ve çözmek isabetli olacaktır.
Toplumun hassasiyet göstereceği nokta, önce terörün durdurulması, sonrasında kişi hak ve hürriyetlerine eşit sahip olma ve onları kullanma noktasında, varsa taleplerin alınıp sorunların çözüme kavuşturulmasıdır. Terör faaliyetlerinde bulunarak ve suç işleyerek devletten taviz elde edildiği algısı ve inancının topluma yerleşmesi, ülke bütünlüğü, eşitlik ilkesi ve ötekileştirme yasağı açısından isabetli olmayacaktır. Terörü önleme çaresizliği ile görüşme yapıldığında, bu görüşme hangi saik ve amaçla yapılırsa yapılsın, nihai sonuçları yönünden fayda getirmeyecektir.
Toplumlar, yaşadıkları ülke ile ilgili iç ve dış sorunlara her zaman herkesi memnun edecek çözüm bulamayabilir. Bazı durum ve zamanlarda sorunla yaşamayı bilmek de gerekir. Tüm bu söylenenler, kamu kudretini kullanım yetkisini elinde bulunduran devletin, bireyin ve toplumun suçların işlenmesini önlemek, işlenen suçları ve faillerini bulup cezalandırmayı sağlamak gerçeğinin gözardı edilmesine yol açamaz. Demokratik toplumlarda, herkes hukuk kurallarına uymak zorundadır ve bu zorunluluğun ihlaline sebep olan saik ne olursa olsun "ceza" kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Bu prosedür, otoriter yapıyı sağlamlaştırmak amacıyla değil, herkesin hak ve hürriyetlerini korumak için demokratik hukuk devletlerinde izlenen sistemin bir sonucudur.
Devletin idare kademesi olan hükümet, toplum bütününü, kamu düzeni ve barışını yakından ilgilendiren sorunların çözümünde stratejik kararlar alıp, tasarruflarda bulunabilir. Ancak tüm bunların hukuk dairesinde cereyan etmesi ve hukuki alt yapısının olması gerekir. Dayanağını, hukuk, anayasa ve kanundan almayan hiçbir yetki kullanılamaz.
Bir ülkede aniden kaldırılan mahkemeler ile tümden yargı denetimi dışına taşınan kamu görevlileri ile ilgili yasal düzenlemelerin ne anlama geldiği, bu değişikliğin birey ve kamu yararı bakımından stratejik öneminin ne olduğu sorusuna cevap bulmak gerekebilir. Kimisine göre bu tür bir düzenleme olağan yasama tasarrufudur, kimisine göre de yürütme organı tarafından yasama organı vasıtasıyla yargı organına yapılan müdahale ve yargı yetkisine getirilen bir kısıtlamadır. İlki, yasal düzenlemenin görünen anlamı, ikincisi ise saiki olabilir.
"Hukuk devleti" ve "yargı birliği" ilkelerini savunurken, özel görevli mahkemeleri ve savcıları, bu değişikliğin yapılma sebebi ve olağan yargı sistemi ile bağdaşmaması sebebiyle sıradan kabul etmek mümkün değildir.
Birçok defa yargının yetki aşımı ile müdahalelere, ancak bundan fazla yasama ve yürütme erklerinin yargı organına ve hukukilik denetimine müdahale çabaları ve hatta yargı yetkisini kısıtlamaya yönelik çabaları olmuştur. "Hukuk devleti", "kuvvetler ayrılığı", "yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı" ilkeleri ile uyuşmayan tüm bu müdahalelere son verilip hukuk kültüründe düzelme olmadıkça, yargı ve adaletle ilgili sorunlar da devam edecektir. Oysa yargı, kimsenin amacı için kullanabileceği vasıta olamayacağı gibi, tarafsızlığından da hiçbir güç için taviz vermemelidir.
Her suç iddiası ve şüphelisi soruşturulmalı, yeterli şüphe varsa dava açılıp yargılanmalı ve suçun işlendiği tespit edildiğinde de suçu işleyen cezasını çekmelidir. Demokratik hukuk devleti bu şekilde yürür, insan hak ve hürriyetleri ile kamu düzeni ve barışı da bu yolla korunur. Ancak suçları önlemenin, düzen ile kişi hak ve hürriyetlerinin korunması yolu da sadece Ceza Hukukundan geçmez. Bu koruma, demokratik düzen ile bu düzenini kurum ve kuruluşları hakkında ise, demokrasiyi koruyup gözetmenin yolu, öncelikle onu birey ve toplum olarak hazmedip benimsemekten geçer. Demokrasiyi anlamayan, özünü kavramayan, varlığını şeklen kabul edip, onun araçlarını kendisi ve otoritesini koruyup güçlendirmek için kullanmak isteyenlerin ve destekçilerinin otoriter yaklaşımla koruduklarını zannettikleri demokrasiden fayda gelmeyecektir. Birey ve toplum, demokrasiyi benimseyip ona sahip çıkmadıkça, demokratik meşru düzene müdahale etmek isteyenler, meşru yollarla yönetime gelmeden en iyisini kendilerinin bildiklerine inanmak suretiyle hareket edip, demokratik düzeni kesintiye uğratmaya çalışacaklardır.
Son olarak, hukuk devletinde emir ve yasakları ihlal etmek suretiyle başkalarının hak ve hürriyetleri ile demokratik işleyişe müdahale edenleri cezalandırmak ne derece önemli ise, aynı şekilde ve hatta bunun da üzerinde, demokrasiye, onun kurum ve kuruluşlarına sahip çıkan birey ve topluma sahip olmak, daha fazla önem taşır. Asıl olan, toplumsal mutabakata dayalı, herkesin özgür ortamda yaşayıp, kendisini huzur ve güvende hissettiği demokratik hukuk devletinin varlığı ve bu varlığın kesintiye uğratılmadan hayatına devam etmesidir.
ersansen@hotmail.com
Yorumlar2