Gramsci PKK’yı feshetti
- GİRİŞ17.05.2025 09:26
- GÜNCELLEME17.05.2025 09:26
Bu hafta “terörsüz Türkiye” için önemli bir gelişme oldu. Binlerce insanımızı şehit eden terör örgütü PKK, bir bildiri ile kendini feshettiğini ilan etti. Doğal olarak bu durum, Türkiye’nin en önemli gündemi oldu. Dünyanın da dikkatleri “terörsüz Türkiye” sürecine yöneldi.
27 Şubat’ta terörist başı Öcalan’ın çağrı metni ve 5-7 Mayıs toplantıları sonrası terör örgütü PKK’nın fesih bildirisi dikkatle okunduğunda, Marks’ın bilimsel/reel devrim aşamasından Gramsci’nin sosyalist devrim yöntemine geçildiği görülebiliyor.
PKK’yı Kavramak İçin Öncelikle Marks’ın Görüşlerine Bakmak Gerekir.
Marks için “bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımı tarihidir.” Kapitalist toplumda hâkim güç, yani altyapıya sahip olan sınıf, burjuvadır. Altyapı-üstyapı şeklinde ifade edilen ilişkide altyapı toplumun ekonomik sistemidir ve üstyapı olan din, hukuk, ahlâk, siyaset, kültür gibi tüm kurumları belirler. Böyle bir ilişki zemininde, kapitalist sistemde Marks’a göre “…devlet, egemen bir sınıfın [burjuvanın] bireylerinin onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün kıldıkları bir biçim”e verilen addır.
Bu nedenle yapılması gereken, eyleme (praksis) bağlı bir devrim ile burjuvanın üstesinden gelip altyapıya hâkim olmaktır. Praksis, işçilerin burjuvaya (kapitalistlere) karşı çıkması/savaşması ile komünist toplumun ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu ise, ufak depremler ile olmayıp büyük bir deprem ile gerçekleşir.
Bu tarz bir deprem olarak devrim, “şiddeti” içerir; şiddet/terör olmazsa olmazdır. Marks, maddi gücün ancak maddi güçle yıkılabileceğini; mevcut toplumsal koşulların zor yoluyla yıkılması gerektiğini açıkça belirtir.
Bunun için de “sınıf bilinci” şarttır. Sınıf çıkarının bilincine varmayan ve kavrayamayan; bundan dolayı da uygun bir örgütlenme sağlayamayan “kendiliğinde sınıf”tan kendi sınıf çıkarının bilincine varıp “uygun örgütlenme” gerçekleştiren “kendisi için sınıf” hali gereklidir. Bu “uygun örgütlenme” modelinin şiddeti azık belleyen yönünün adlarından biri PKK’dır.
PKK’yı Feshettirense Gramsci’dir.
Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı, 20. yüzyılın en etkili marksist düşüncelerinden biridir. Gramsci’ye göre egemen burjuva sınıfı, iktidarını yalnızca ekonomik güçle değil, toplumun rızasını kazanarak, yani kültürel ve ideolojik üstünlük kurarak sürdürür. Bu bakış açısı, iktidarın yalnızca üretim araçlarının kontrolüyle değil, toplumun düşünsel yapısını şekillendirmekle de bağlantılı olduğunu ortaya koyar.
Gramsci iktidarın sadece seçim kazanmakla değil, toplumun gözünde “meşru” ve “normal” hale gelmekle kurulduğunu savunur. Bu bağlamda siyasi partiler, yalnızca politik programlar sunmaz; aynı zamanda kimlikler, semboller ve kültürel değerler aracılığıyla toplumda “hegemonya” inşa eder. Yani politik iktidar, toplumsal bilinç üzerinde de hakimiyet kurmalıdır.
Bu nedenle, Gramsci’nin devlet anlayışı klasik marksist yaklaşımdan farklıdır. Ona göre devlet yalnızca baskı aygıtı olan siyasal toplumdan ibaret değildir; aynı zamanda “sivil toplum” aracılığıyla hegemonyayı da içerir. Bu yüzden devlet, “zor + rıza” dengesiyle işler. Siyasal toplum zorlayıcı araçlarla, sivil toplum ise toplumsal rıza üretimiyle işlev görür. Bu ikisinin bileşimi devletin bütünlüğünü oluşturur. Yani devlet, zor yolla pekiştirilen hegemonyadır.
Dolayısıyla Gramsci, sosyalist devrimin gerçekleşmesi için sadece ekonomik yapının değil, sivil toplumun da devrim lehine dönüştürülmesi gerektiğini vurgular. Bu noktada kültürel, dini ve ideolojik yapılar büyük önem taşır. İbadethaneler, sendikalar, işveren kuruluşları, medya ve basın gibi kurumlar, toplumsal bilincin şekillendiği sivil alanlardır. Bu sebeple Gramsci, bu alanların sosyalist mücadelede merkezî bir rol oynadığını savunur. Bu yönüyle hegemonya, bir fikir savaşını ve anlam inşasını da ifade eder.
Dolayısıyla, Gramsci’nin önerdiği bu hegemonya stratejisi, toplumu dönüştürmek için şiddet yerine fikirsel mücadeleyi ve kültürel nüfuzu esas alır. Böyle olduğu içindir ki, hegemonya mücadelesi yalnızca sokakta veya fabrikada değil, toplumun tüm alanlarında —okullarda, medyada, parlamentoda— yürütülmelidir.
Hal böyle olunca, Gramsci’ye göre hegemonya kurmak sadece baskı ile değil, özellikle “ikna” yoluyla mümkündür. Sosyalist hegemonya inşası için medyada, eğitim kurumlarında, üniversitelerde, parlamentoda ve sivil toplumda etkin olmak gerekir. Bu sürecin en önemli aktörlerinden biri (fesih bildirisinde zikredilen) “organik aydınlar”dır. Yani toplumun içinden çıkan ve halkla bağ kurarak sosyalizmin kültürel liderliğini üstlenen düşünür ve aktivistler gerekir.
Tüm bunları yapmakla Gramsci’ye göre, karşı-hegemonya oluşturulmuş olur. Karşı-hegemonya, egemen sınıfın yerleşik değerlerine karşı yeni bir düşünsel sistem kurmak anlamına gelir. Feminist hareketler, ataerkil ve cinsiyetçi normlara karşı mücadele ederek; ekolojik hareketler ise doğanın sömürülmesini normalleştiren anlayışa karşı çıkarak bu tür bir karşı-hegemonya oluştururlar. Her iki hareket de mevcut düzenin doğal ve meşru olmadığını göstererek alternatif düşünceler geliştirir (Bu iki harekete fesih bildirisinde özel olarak yer verilmesi, bu gerçekten dolayıdır).
Sonuçta; Gramsci’nin hegemonyası ile ortaya çıkan, “reel sosyalizmin de bitişi”dir. Terörist başı Apo’nun reel sosyalizmin bitişi vurgusu ile kastettiği de budur. Dolayısıyla, terörist başı Apo’nun “çağrı metni” ve terör örgütü PKK’nın fesih bildirisi, Marks’ın marksizmi aşamasından Gramsci’nin marksizmi aşamasına geçiş anlamına geliyor.
Bu nedenle, Marks’ı kavrayan PKK’yı kavramış olur ve “kanlı dönemin şifrelerini çözer” ama “yeni süreci” kavramak ve gidişatın neler olabileceğini şimdiden görebilmek için Gramsci’yi iyi analiz etmek gerekiyor.
Özetle; çağrı metnini ve fesih bildirisini bir de bu gözle okumakta fayda var, derim.
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Yorumlar4