Akademisyenlik mesleğinin itibarı:
- GİRİŞ12.07.2025 08:01
- GÜNCELLEME13.07.2025 09:11
28 Şubat’tın katsayı engelini aşmak için “açık lise” mezunu olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne girdikten hemen sonraki yıllarda ekonomik kriz patlak vermişti Türkiye’de.
Hazırlık sınıfı bitmiş, birinci sınıf derslerine giriyorduk. Heyecan o biçimdi doğal olarak. Zor şartlara, tüm engellemelere rağmen, Doğu Karadeniz’in küçük bir vilayetinden gelip Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olmuştuk.
Derslerden biri “Ekonomi 105” idi. Birinci döneminin ortasında dersin hocası, gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Meğer (şimdi olmayan) o dönemin meşhur bir bankasının “danışmanı” imiş. Dersi asistanı ile tamamladık.
İkinci dönem, “Ekonomi 106” dersini alınca baktık, sınıfta o hoca; tutuksuz yargılanmak üzere mi çıkmıştı yoksa beraat mi etmişti, hatırlamıyorum. Ama net hatırladığım şey, derse döndüğü ilk gün tahtaya da kalemle yazdığı şu sözü olmuştu: “Bir banka usulüne göre nasıl boşaltılır?”
Bunu “kibarca” anlattı önce ve sonra dersine geçti.
O gün “akademisyen itibarı” meselesi benim için “sıfırın altında” bir yere düşmüştü.
Derken üniversite mezuniyetine yakın bir zamanda rahmetli Sabahattin Zaim hoca geldi Boğaziçi’ne. Konuşmasıyla gönül dünyamda yerlerde sürünen “akademisyen itibarı”nı 2-3 saatlik kelam-ı kibarları ile düzlüğe çıkardı, temizledi.
Gel zaman, git zaman derken “üniversite profesörü” olmak nasip oldu.
Sabahattin hocanın yolundan gitmeye niyet ettiğimizde akademisyenlik mesleğinin maddi olarak “çorba + ana yemek + tatlı” üçlüsünden çoğu zaman “sadece çorba” ve bazen de “çorba + ana yemek” imkânı anlamına geldiğini, çok nadir de “üçü bir arada menü”yü tatma imkânı olacağını başta kabul etmiştik. Öyle de oldu.
Önemli olan “itibar” idi ve “akademisyen itibarı”, güzel ahlak, faydalı ilim ve salih amel üçlüsünü bünyede taşımak idi bizim için. Değişmedi bu inancım. İnancıma uygun çizgide mücadele etmeye de devam ediyorum.
Ancak toplumun nazarında “akademisyen itibarı” başka bir mesele.
2024 yılında yapılan “Türkiye Mesleki İtibar Araştırması” sonuçlarına göre, iyi bir işte aranan üç temel özellik arasında birinci sırada iyi bir ücret (% 89,2) var, sonrasında iş garantisi (% 88,8) geliyor ve nihayetinde işin kaza ve ölüm riski içermemesi (% 88,2) üçüncü sırada.
“Mesleklerin itibarı” araştırması sonuçları, “çorba + ana yemek + tatlı” menüsünün bir arada olmasını, iyi (itibarlı) bir işte olmazsa olmaz bir özellik olarak kodlamış demek ki. Araştırma sonuçları da zaten öyle diyor: “Mesleklerin itibarları ile kazançları arasında yakından bir ilişki gözlemlenmiştir.”
Bu gerçeklik dikkate alındığında araştırma sonuçlarına göre halk nazarında en itibarlı üç meslek içinde tıp doktorundan (% 88,3) sonra “üniversite profesörü” (% 83,32) geliyor. Öyle ki araştırmanın 2019 yılındaki sonuçlarına göre 2024 yılında “üniversite profesörü”nün itibarı üçüncülükten ikinciliği çıkmış.
Geldiğimiz zaman diliminde zor soru şu: Acaba bir sonraki araştırmada (2029 yılı) “üniversite profesörü”nün itibarı ilk 3’te kalabilecek mi, hatta ilk 10’da olabilecek mi?
Zira iyi bir işte aranan üç temel özellikten birincisi olan ücret/maaş bağlamında akademide son 2-3 yıldır ciddi sorunlar var, hem de çok ciddi!
Sorunun ciddiyeti, İzmir Büyükşehir Belediyesi işçilerinin “ücret zammı” konusunda iş bırakma eylemleri sürecinde kamuoyundaki tartışmaların da konusu oldu. İşçilerin talep ettikleri ücretin “profesörlerin maaşı”ndan fazla olduğu basına yansıdı.
Hatta daha birkaç gün önce İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nin resmî açıklaması ile mesele tescillendi. Çünkü üniversitede işçi kadrosunda görev yapan personellerle ilgili toplu iş sözleşmesi sürecinde sendikanın taleplerinden iki tanesi aynen şöyle:
“i) Destek ve güvenlik çalışanları için net maaş: Profesör maaşının % 23 fazlası. ii) Teknik personel için net maaş: Profesör maaşının % 31 fazlası.”
Yani işçilerin ölçüsü “profesör maaşı”na göre ve profesör maaşından fazla olacak şekilde! İşin içinde (ölçüde) üniversite akademisyenlerinden doçentler, doktor öğretim üyeleri, araştırma görevlileri (asistanlar) zaten yok! Yani profesörler dışındaki akademisyenler grubunun zaten “itibarları” çok değilken, yeni durumda onlar için sorun daha da ciddi; sıfırın altında!
Hal böyle olunca ve böyle devam ederse “2029 Türkiye Mesleki İtibar Araştırması” sonuçlarında durumun ne olacağını (muhtemel vahametini) bir kere daha enine boyuna düşünmek icap ediyor!
İtibarı gittikçe düşen veya düşecek olan akademi mensuplarının tedrisatına yani üniversitelere “itibar kazanalım diye gelen öğrenciler” ne olacak bu durumda? Ya da “gelecekler” mi acaba?
Belki de “akademisyen itibarı” sorunundan dolayı üniversiteler zamanla “in cin top oynayan mekanlara” mı dönüşecek? Son 2-3 yıldır yüksek lisans ve doktora programlarının önemli bir kısmında “in cin top oynamaya” başladı zaten!
Başa dönelim: Evet, akademide “bir bankanın içi nasıl boşaltılır” diye öğrencilerine şerri/ahlaksızlığı öğretmek isteyen “akademi kılıklı/unvanlı” nadanlar, karakteri bozuk profiller olabilir, olabiliyor. Ama akademide Sabahattin Zaim gibi “güzel insanlar” da oluyor, olmaya devam ediyor, daha çok olmalı.
Bu nedenle, güzel insanların itibarını korumak ve daha itibarlı hale getirmek en güzeli. Bunun için de maaşlar “itibar koruyucu” bir seviyede olması önemli. Ayrıca bu “güzel insanlar”ın akademide devamlılığı için çürüklerin de beslenmesi elzem! Hatta bol bol verilmeli ki gerçek manada ilim ehli aradan sıyrılıp yetişsin!
Meseleyi Fatih Sultan Mehmed döneminden bir anektod ile bağlayalım. O dönemin medreselerinde görev yapan âlimlerin maaşları oldukça yüksekti ve kendilerine büyük bir hürmet [itibar] gösterilirdi. Fatih Sultan Mehmet’e atfedilen ve ilim ehlinin protokoldeki konumlarını ve aldıkları maaşları belirleyen Kanunnâme-i Âl-i Osman adlı metinde bu duruma dair bilgilere yer verilmektedir:
“Sahn mollaları [yüksek dereceli din âlimleri] mevleviyettedir [yüksek dereceli kadılık]. Onlar cümle sancak beylerine tasaddur ederler [önde gelir ve onlara üstün sayılırlar].”
Kısacası, deniyor ki; sahn mollaları hem ilmi hem de protokol açısından yüksek bir konumdalar ve devletin ileri gelen yöneticilerinden bile daha fazla saygı/itibar görmelidirler.
Vesselam…
Faruk Taşçı / Haber7
Yorumlar18