Evlilik yaşını düşürmek: 1965 kalıntısı “Nüfus Planlama” Kanunu revize edilmeli
- GİRİŞ23.08.2025 09:11
- GÜNCELLEME23.08.2025 09:11
Türkiye, farklı dönemlerde nüfus konusunda farklı politikalar benimsemiş bir ülke.
Cumhuriyet’in ilanından 1965 yılına kadar geçen süreçte, nüfusu artırmaya yönelik politikalar ön planda.
Bu doğrultuda, Atatürk’ün de açık bir şekilde “milli politika” olarak tanımladığı hedef doğrultusunda sadece söylemlerle kalınmıyor; ekonomik, sosyal ve hukuki düzeyde çeşitli uygulamalar hayata geçiriliyor.
Örneğin, doğum kontrol yöntemleri yasaklanıyor. 1926’da yürürlüğe giren Ceza Kanunu ile düşük yaptır(t)mak ağır cezalara tabi tutuluyor. Bu yaptırımlar 1936 yılında daha da ağırlaştırılıyor. Böylece gebeliği önleyici uygulamalar engellenerek nüfus artışı destekleniyor.
Ayrıca, çocuk sayısının artmasına bağlı olarak ailelere ekonomik destekler sağlanıyor. Bu destekler arasında çocuk yardımları, vergi muafiyetleri ve indirimleri var.
Mesela, 1929 yılında çok çocuklu aileler bazı devlet hizmetlerinden muaf tutuluyor. 1931 ve 1932 yıllarında çıkarılan vergi düzenlemeleriyle bu aileler vergi ödemekten de muaf sayılıyor. Aynı zamanda 1931 yılında devlet memurlarına verilen yol harcırahlarında aile bireylerinin sayısı dikkate alınmaya başlanıyor. Devlet hizmetlerinden faydalanmada da aile nüfusuna göre öncelikler tanınıyor.
Yine, çok çocuk sahibi aileler ödüllendiriliyor. Örneğin, 6 ve daha fazla çocuğu olan annelere para ödülü ya da madalya verilmesi öngörülüyor. 1931’de yapılan bir başka düzenlemeyle hazine arazilerinin dağıtımında da ailedeki kişi sayısı dikkate alınıyor.
Belediyeler de işin içine dahil ediliyor. Nüfusu artırma hedefi doğrultusunda Belediye Kanunu (1930) ile belediyelere, halk sağlığını koruyacak önlemler alma, ücretsiz doğum yardımları sağlama ve yoksullara ilaç temin etme yükümlülüğü getiriliyor.
Göçmen politikaları da nüfusu artırma stratejisinin bir parçası olarak uygulanıyor.
Göçmenler, ülkenin farklı bölgelerine yerleştiriliyor ve sahip oldukları çocuk sayısına göre arazi veriliyor; uğraştıkları meslek alanlarına göre düşük faizli ve uzun vadeli krediler sunuluyor.
Ve hepsinden önemlisi ve günümüz kafasıyla “ilginç/kabul edilemez” olarak telakki edilebilecek olanı, evliliklerin teşvik edilmesi amacıyla evlenme yaşının düşürülmesi. 1938 yılında yapılan bir düzenlemeyle Medeni Kanun’da evlenme yaşı erkeklerde 17’ye, kadınlarda ise 15’e çekiliyor. Olağanüstü durumlarda bu yaş sınırı erkeklerde 15, kadınlarda 14 olarak belirleniyor.
Tüm bu teşvik ve uygulamalar sonucunda, her ne kadar İkinci Dünya Savaşı yıllarında beklenen artış oranları tam olarak elde edilememişse de genel olarak nüfus artış hızı sürekli yüksek seyrediyor. 1960’lı yılların başında nüfus artış hızı binde 28,5 oranına ulaşarak Cumhuriyet tarihindeki en yüksek seviyeye erişiyor.
Sonra ne mi oluyor?
1960’larda dünyadaki “nüfus planlaması” eğilimleri/dayatmaları Türkiye’yi de etkiliyor ve nüfus artış hızını düşürmeye yönelik politikalar gündeme geliyor. 1960’ta kurulan Devlet Planlama Teşkilatı bu konuda aktif rol oynuyor.
Birleşmiş Milletler, Amerika Nüfus Konseyi ve Fransa gibi uluslararası güçler, Türkiye’ye doğum kontrolü önlemleri alması yönünde baskı yapıyorlar.
“Dönemin Türkiye’si” baskıya boyun eğiyor!
Türkiye’deki devlet kurumları (Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Doğumevi vb.) bu yönde politikaları savunuyor. Akademisyenlerin önemli bir bölümü, “nüfus artışı ekonomik kalkınmaya manidir” iddiası etrafında “devreye giriyor/sokuluyor.” Her türlü propaganda ve reklam da aktif hale getiriliyor. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı, kadının rızasıyla doğum kontrolünün caiz olduğunu belirten bir fetva vererek sürecin “parçası” yapılıyor.
Bunların sonucunda, 10 Nisan 1965’te yürürlüğe giren 557 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu ile doğurganlığı azaltıcı uygulamalar yasalaşıyor. Bu kapsamda evlenme yaşı artırılıyor (erkeklerde 18, kadınlarda 17), doğum kontrol yöntemlerinin kullanımı serbestleştiriliyor ve ilerleyen yıllarda 10 haftaya kadar kürtaja izin veriliyor.
Böylece, 1965 sonrası dönemde, kamu kurumlarının etkin çalışmaları ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla yapılan iş birlikleri (BM Nüfus Fonu, UNICEF, WHO, JICA, UNESCO, Johns Hopkins Üniversitesi, vb.) sayesinde, Türkiye’de nüfus artış hızı yavaşlatılıyor.
Gelinen noktada doğurganlık oranı 1,48 gibi dip noktada!
Artık 557 sayılı Kanun yok, ama yerine 24 Mayıs 1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun var.
Bu Kanun çerçevesinde halihazırda “gebeliği önleyici ilaç”, “gebeliği önleyici nitelikte oldukları kabul edilen ilaç ve araçların reklam ve propagandası”, “sterilizasyon ameliyatı” (sterilizasyon, bir erkek veya kadının çocuk yapma kabiliyetinin cinsi ihtiyaçlarını tatmine mani olmadan izalesi için yapılan müdahale demek) ve “10 haftaya kadar kürtaj” gibi nüfus artış hızını düşürmeye yönelik politikalar “hukuken devam ediyor”.
Ne mi demek istiyorum: Eğer nüfus artış hızına yönelik politikalar başarılı olsun isteniyorsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “1960’larda yanlış bir iş yaparak doğum kontrol sistemiyle Türk nüfusunu azalttılar. Bu, ülkemiz için savaştan çok daha önemli bir tehdittir.” şeklinde işaret ettiği üzere, önce bu “hukuki sorunlar” enine boyuna masaya yatırılmalı ve revize edilmeli.
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Yorumlar55