Rövanşizm kıskacı
- GİRİŞ30.05.2025 09:09
- GÜNCELLEME31.05.2025 10:06
İsmet İnönü'ye atfedilen meşhur bir söz var: "Bir ülkede namuslular, namussuzlar kadar cesur olmalı". Genelde muhalefet liderlerinin ya da muhalif siyasilerin ağzından duyuyoruz. Herkesin kendine göre bir "namussuz" tarifi var. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı durumlar da oluyor.
Özellikle bizim (Titrek) muhafazakârların (elbette genellenemez) bu sözü çerçeveletip duvarlarına asmaları gerekiyor. 20 küsur yıldır bir türlü "Atılgan"a dönüşememelerinin ciddi bir özeleştirisiyle.
Hatırı sayılır oranda (Türkiye’yi sürekli bir gerilim sarmalında tutan) rövanşizm endişesi taşıyorlar. "Cesaret" algılarının darbe dönemleri, 28 Şubat ve elitist laik kesimle yaşanan orantısız gerilimlerle şekillendiğini düşünürseniz, bir dereceye kadar normal de.
Ülkenin yaşadığı siyasi ve toplumsal kırılmalar, sürekli bir teyakkuz ve güvensizlik durumunu dayatıyor olabilir. Ama 23 yılın ardından tekrar tekrar süre istemek biraz abes kaçıyor. Ahlâkın, özgüvenin, doğruluğun hatta adaletin terazisi önümüzdeki ilk seçimler olmamalı. Ayrıca ahlâklı, doğru, adaletli olmak yetmiyor. Ahlakın, doğruluğun, adaletin sesini yükseltmek de gerekiyor.
Gazi'nin dediğinin tam aksine, hiçbir şey olamadığı için sanatçı (!) olan zıpzıplar, konserlerinde lgbt bayrağı açan ses-gırtlak tacirleri, lgbt bayrağı açıldığında sevinç çığlıkları atan öğrenciler, Cumhurbaşkanı ile fotoğraf veren herkesi (örneğin ünlüleri) hesaba çeken, defalarca açıklama yapmak durumunda bırakan (adeta Darwin'in Türlerin Kökeni kitabından fırlamış gibi görünen) tipler vesaire vesaire.
Bunların yarısı kadar, fakat medeni olanından, cesaret sahibi olunsa inanın çok şey değişir. Cesaretin ve özsaygının boşalttığı yeri doğal olarak korkaklık, hesap-kitap fetişizmi, ikiyüzlülük, herkese mavi boncuk dağıtma, omurgasızlık dolduruyor. Kiminle fotoğraf çektirdiğinizi, nerede bulunduğunuzu hangi etkinliğe katıldığınızı, bunların hem bugünkü getirilerini hem de yarın başınıza bir iş açıp açmayacağını sürekli hesap edip duruyorsunuz. Özellikle başıma iş gelir mi kısmı, en çok da son yılların acı tecrübelerinden besleniyor.
Türkiye, liyakat ve adaletle (iyi işleyen bir hukuk sistemiyle), bu ülke ya da insanlık için katma değer üreten herkesi partiler-ideolojiler üstü görerek, gereksiz korkularından kurtulabilir. Yoksa toplumsal barışın bir ayağı hep eksik kalacak. Sultan Abdülaziz'in "ülkeye demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin" dediği rivayet edilir. Gelecek kuşaklara, körfez ülkeleri seferinden dönen Trump'ın arkasından bakan bir Türkiye bırakmak istemiyorsak, Sultan Abdülaziz'in bu vizyonuna sahip herkesi, her dönemde pamuklara sarmalıyız.
Cesur olmak için illa komitacılığa, teröre, şiddete, çeteye, mafyaya veya kana dayalı bir geçmiş de gerekmiyor. Mesele biraz öz saygı ile ilgili. Kendinize saygı duymuyorsanız eğer kimse size saygı göstermiyor. Civcivleri kümesin etrafında tutuyor diye "titreklik" kâr sayılmamalı.
Rövanşizm tuzağına yakalanmışların, korku ve güvensizlik atmosferine yakayı kaptırmışların bu ülkeye, daha doğrusu insanlığa verebilecekleri hiç bir şey yok. İktidarın konfor alanına sıkışanların da. Bulunduğunuz makamın hakkını veremiyorsanız, yani liyakatsizseniz tedirgin olmak için çok sayıda nedeniniz oluyor. Bu nedenlerin baskısıyla ya tamamen teslim olmayı seçiyorsunuz ya da yedek kulübesi oluşturmaya başlıyorsunuz. İstidatlar muhtelif.
Genç kuşakların idealizmle yoğrulmuş hayallerini gerçekleştirmeleri için her şeyden çok cesarete ihtiyaçları var. Genç nesillere pasifliği miras bırakmak istemeyenler, yüzünü bir an önce cesarete, aynı zamanda "iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma" aktivizmine dönmeli. Ve de görünür ve duyulur olmayı öncelemeli.
Yoksa asli unsurken çeşniye dönüyor, aramızda bir de muhafazakâr bulunsun muamelesi görüyorsunuz. Ya da beyaz Türklerin, konjonktürden dolayı soft-laşan despotizmiyle veya kibirleriyle baş etmeye çalışıyorsunuz.
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
Yorumlar6