Ordudan atılan binbaşının oğlundan mektup

  • GİRİŞ14.03.2011 07:26
  • GÜNCELLEME14.03.2011 07:26

SİLİVRİ SANIKLARI ŞANSLI ÇÜNKÜ…

Jandarma binbaşısı Sadık Paksoy Ergenekoncuları utandıracak şeyler söylemiş çocuğuna. Sivil dikta korkusu olanlar boşuna korkmasınlar Türk muhafazakarları meşruiyetçi ve demokrattır.

2007’den beri süren Silivri yargılamalarına kuşku ile bakanlar iki gruba ayrılmalı.

Birincisi, “Türkiye demokratikleşiyor derken yıkılan askeri vesayet statükosunun yerine yeni bir sivil siyasi statüko oluşuyor” diyen demokratik duyarlılığı olan grup.

İkincisi, İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada mahkemeleri  ne kadar bağımsızsa  Silivri mahkemeleri de o kadar bağımsızdır diyerek yargıyı siyasallaştırmak isteyen grup.

Birinci grubun endişelerini dağılmasını sağlayacak bir olay yaşandı. Geçtiğimiz hafta 12 Eylül,12 Mart ve 28 Şubat dönemlerinde Türk  Silahlı Kuvvetlerinden yargı denetimine kapalı olarak uzaklaştırılan 3000’inin üzerinde subay astsubaya gasp edilmiş haklarının verilmesi için yasa çıktı. Bu yasa askeri bürokrasinin bütün engellerine rağmen üç  dönemi kapsayarak biçimde yasalaştı.

TBMM ve Hükümet sadece 28 Şubat mağdurlarına değil diğer mağdurlara da haklarını vermeyi kabul ederek “özgürlükçülükte çoğulcu” olduğunu gösterdi. Yaşam tarzı korkusu olan endişeli modernlerin dikkatine sunmak gerekir. Nuray Mert’in ‘Ergenekon Bilmecesi ‘ yazısındaki kuşkunun temelsiz olduğuna bu bilgi bile yeter.

İkinci grubun iddiasının temelsiz olduğuna en büyük kanıt şu anda Silivri davalarının hakim ve savcılarının büyük çoğunluğunun eski HSYK döneminde atanmasıdır. Eski HSYK üyelerinin açıkça askeri vesayeti doğallaştıran Ferhat Sarıkaya, Sacid Kayasu ve İlhan Cihaner kararlarını biliyoruz. Düşününüz bu dönemde atanmış hakimler bile güçlü deliller karşısında hukukun gereğine göre davranmak zorunda kaldılar. Diğer kanıtım ise hakim teminatının önceye göre son anayasa değişikliği ile daha sağlamlaşmış olmasıdır.

Bir polis veya savcı bir şüpheli  hakkında suç delili bulduğunda bir hakimden o hakim ikna olursa acil arama kararı çıkartıyor. Arama yaptıktan sonra iki gün sorgulama yapabiliyor varsa  yeni kanıtlarla birlikte tekrar mahkemeye sevk ediyor. Mahkeme heyeti konuyu tekrar inceliyor hukuki belgeler güçlü ise tutuklama talebini kabul ediyor. Bir üst mahkeme en kısa zamanda itirazı inceliyor. Görüldüğü gibi en az 6-8 hakim ve savcının süzgecinden geçen bir karar süreci var. Bu süreci siyasallaştırmak hukuk algısı olmamasına veya kötü niyete işarettir. Yanlış bir iddianamenin ve kararın hakimin ve savcının mesleki kariyerini bitirebileceği koşullarda olmamız yargıya güvenmemiz gerektiğini gösteriyor.

Bu nedenle “Silivri sembol davadır ve siyasidir” diyenler yanılıyorlar.

Silivri sanıkları aslında çok şanslılar çünkü yargılanma hakları var. Yargılanma hakkı olmadan hain muamelesi gören binlerce subay astsubayın trajedisi yanında Silivri’de yargılanan subay astsubaylar daha şanslılar, çünkü savunma hakları var.

Savunma hakkı olmadan Yüksek Askeri Şura yoluyla şu anda Silivri’de yargılananların ihraç ettiği bir binbaşının oğlunun mektubunu  okuyunuz ve resmine bakınız neden Türkiye’nin demokratikleşmesinin  IRAK ve Kuzey Afrika gibi olmadığını anlayınız. Çünkü savaş eğitimi almış bu Jandarma binbaşısı Sadık Paksoy Ergenekoncuları utandıracak şeyler söylemiş çocuğuna. Sivil dikta korkusu olanlar boşuna korkmasınlar Türk muhafazakarları meşruiyetçi ve demokrattır.

“Peki ya çocuklar?

Adı: Ordu’dan atılan adamın oğlu.

Soyadı: Ne önemi var ki?

“O gün” ü fotoğraflayıp beynimin baş köşesine koymuş kadar iyi hatırlıyorum. Kütahya’da bir sabah vakti. Evden simit almak için çıktığımda karşımda babamı gördüm. Her görev sonrasında eve dönüşü kadar heyecanlandığım başka bir duygu hatırlamıyorum. Babam Diyarbakır’a göreve gitmiş, eve yine sağ salim dönmüştü. Bir gariplik vardı bu sefer ama ne...? Yüzünde yine o aynı ciddiyet. İşte siyah yol çantası; kalın ve gizemli. Gözlükleri de yerindeydi üstelik. Buldum... Üniforması yoktu üzerinde. Hafta sonları bile bizimle vakit geçirmek yerine, sabah erkenden giyip kışlasının yolunu tuttuğu üniforması bu kez yoktu üzerinde...

Bir şeyler garipti, sezdim. Evin kapısına yaklaştığımızda henüz zili çalmadan açıldı kapı. Daha sabahın erken saatleri olmasına rağmen bütün ev halkı kapıda hazır kıta. Garipti bir şeyler, sezdim. Herkesin yüzünde aynı ifade, şaşkın, ağlamaklı, hazırlıklı, hazırlıksız. Hoş geldin derken dudakları titredi annemin, gözleri çakmak çakmak. Dedem, arkasında bir şeyler saklayan bir çocuk gibi ellerini arkasında kavuşturmuş, huzursuz. Anneannemin gözleri yerde, kaldırsa başını ağlayacak sanki. Bir şey sorsam dünya başıma yıkılacakmış gibi hissediyorum, beynimde infilak infilak üstüne. Salon’a geçiyor herkes, kimsede çıt ses yok. Dayanamayıp dedeme soruyorum, neler oluyor?

Sus, ses etme diyordu dedem, attılar babanı...

Sonra babam herkesi bir arada görünce konuşmaya başlıyor, mağdur ama mağrur:

“Biz hiç bir zaman Hakk’ın hatırından başkalarının hatırı için fedakarlık etmedik. Bize yapılan bu zulüm karşısında da sabredeceğiz, kadere iman bunu gerektirir. Bu evde hiç bir fert; ne devlete, ne de TSK’ya BEDDUA ETMEYECEK. Ben onlar için her vakit namazımda dua ediyorum, sizler de öyle yapın; ne olursa olsun ordu bizim ordumuz.”

Bak sen şu disiplinsiz adama!

Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da. Maddi manevi çok zorluklar çektik, yıllarca ufacık yüreklerimizde çok kavgalar ettik belki ama asla beddua etmedik.

Vatan haini olmadık, isyan edip dağa çıkmadık. Milletin hakkına tecavüz etmedik. Çalmadık, çırpmadık. Bize yapılan zulüm karşılığında koyun da olmadık serseri de!

Daha çok çalıştık, azmettik, faturayı bütün bir millete kesmedik, kadere iman ettik.

Ben daha sonra Askeri Lise sınavlarını dereceyle geçtim, spor seçmelerinde ilk üçe girerek mülakat aşamasına kalmaya hak kazandım. Dosyamda babamı gören Yarbay’ın bana sorduğu o ahlaksız sorular mahşer yerinde kendisine sorulmasın diye temenni ediyorum.

Değerli okuyucu, 28 Şubat’ın canlı tanıkları olan biz ‘YAŞ’ çocukları, başımıza indirmek istedikleri Balyozu” yıllardır ufacık ellerimizle kavrayıp sırf aziz milletimizin manevi şahsı hatırına başımıza vurdurmadık. Hiç bir platformda aldatmadık, aldanmadık.

Varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, büyük bir gayret ve bilinç ile babalarımızın mirası olan bu davayı devraldık. Kısa lafın kısası Ey Millet ’im; biz bu oyuna gelenlerden olmadık!”

kullan

Bu çocuk şu anda ABD’de siyasal okuyor ve babasına bu mektubu yazdı.

Türkiye’de bir devir değişiyor ancak kimse tantana yapmasın antidemokratik kurumları ıslah etmek ve askeri vesayetin hamiliğini yapan  tabuları değiştirmek, askerin demokratik denetimi için daha yapılacak çok şey varken  gerçekçi olmak gerekir.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan - Haber 7
ntarhan@gmail.com

Yorumlar36

  • Kamil 13 yıl önce Şikayet Et
    evet ne yazıkki atılanların çoğu böyle inanç ve düşünce sahibiydi. isyan etmek müslümana yakışmaz ama içki içen kötü işler yapanlara bile seslenilmediği ama böyle inanç sahibi ve dininin gereğini yerine getirmeye çalışan çok kişi ordudan atıldığı için feryat etmemek elde değil,bana ordudan atılan bir yüzbaşıyı anlattılar,sadece eşinin başı kapalı olduğu gerekçesiyle ordudan atılmış,öylen saatlerinde karar tebliğ edildiği halde mesai bitimine kadar çalışmaya devam etmiş,sebebini sorduklarında benim bugünkü ücretimi haketmem gerekirdi diyor,yani bu insanları atmak hangi vicdana sığar
    Cevapla
  • isa 13 yıl önce Şikayet Et
    İlginç zamanlar. O zamanlar yaşamak bir şanstı bence o zamanın kahramanı olmak gerçek kahramanlıktı. Sayın İskender Palanın İlgiç zamanları ve bu yazıyı gözlerim dolu okudum Fakat (sözüm kendime lütfen alınmayın) hangi zaman daha iyiydi? Namazı korkarak kılıp her gün kederli fakat ümitli çile ile yaşamakmı? Yoksa şimdi bölüm başkanı, daire başkanı, şef.. görsün diye namaz kılmakmı? Kalplerdekini bilen yanlız Allahtır...
    Cevapla
  • yedidağınaslanı 13 yıl önce Şikayet Et
    SURDA BİR GEDİK AÇTIK. Artık Kasıralar essede farketmez.
    Cevapla
  • Ugur Usta 13 yıl önce Şikayet Et
    Her şerde bir hayır vardır. Bu atılmalar konusunda hep mi kötülükler var. Bence güzel şeyler de var. Mesela İskender Pala. İyiki ordudan atılmış. Ordudan atılmamış olsaydı onun gibi bir yazarla, bir edebiyatçıyla Türkiye tanışamayacaktı belki. İkincisi Nevzat Tarhan. İyiki de atılmış. Yoksa herbirinden değerli olan yazılarını uzun süredir nasıl okuyor olurduk? Bu iki örnek aklıma gelenler. Daha çok var. Orduya, içindeki iyi insanların bir kısmını bize yolladığı için şukranlarımı sunuyorum:)
    Cevapla
  • k.a 13 yıl önce Şikayet Et
    sayın tarhan!. tsk dan ilişiği kesilenler için yaptıklarınızdan dolayı teşekkür edemiyorum. çok basit kalıyor çünkü. allah seni cennetin en güzel yerine yerleştirsin emi. çok emeğin geçti. içimdeki sızıları senin yazılarınla dindirdim. tedavisi yarım kalan çocuğuma hiç birşey yapamadım özürlü kaldı ama o da allah tan deyip içimize kapandık. şu anki duygularımı anlatmam çok zor. ben devletimi affettim. rodrik danillerin babasını değil devleti affettim. ben saha öteki dünyada şahitlik edeceğim. sen görevini tam yaptın.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat