İdlip'i doğru okumak: Cumhurbaşkanımızın etrafında kenetlenmek

.

  • GİRİŞ18.02.2020 09:12
  • GÜNCELLEME20.02.2020 08:01

İdlip tıpkı Lazkiye ve Halep gibi Anadolu’nun doğal uzantısıdır.

 

 

Lazkiye’nin sırtını dayadığı Sahil Sıra Dağları (Silsile el Cibal es Sahiliye) Amanos Dağlarının Lazkiye’deki adıdır.

Kilis’ten doğan Afrin Çayı, Halep’in Afrin ilçesinden geçerek Hatay’da Asi Nehrine kavuşur.

 

 

Humus ve Hama’nın bereketli topraklarını sulayan Asi Nehri, İdlip sınırları içinden geçtikten sonra Hatay’ın bereketli topraklarını sular.

Doğu Anadolu dağlarından doğan Fırat, Halep’in etrafındaki şehirlere âdeta can verir.

Halep ve İdlip platoları Gaziantep-Kilis platolarının güneydeki uzantılarından başka bir şey değildir.

Halep’in iklimi Gaziantep’ten, İdlip’in iklimi Kilis’ten, Lazkiye’nin iklimi Hatay’dan farklı değildir.

Din aynı, iklim aynı, tarih aynı, kültür aynı, sınırın her iki tarafında konuşulan diller aynı: Türkçe, Arapça, Kürtçe.

İdlip, Lazkiye, Halep ve Suriye’nin kuzeyindeki diğer şehirler ile Türkiye arasında asla koparılamayacak bağlar var.

Bunun içindir ki Suriye’de iç savaşın başladığı tarihten bu yana dört milyonu aşkın insan Türkiye’ye sığındı.

Bunun içindir ki Suriye sorunu Türkiye’nin en öncelikli meselesi haline geldi.

Türkiye, şuursuz politikacıların ve Orta Doğu’dan bîhaber sözde stratejistlerin tavsiye ettiği gibi ne Suriye’ye ne de Orta Doğu’ya sırtını dönebilir.

Orta Doğu onların anlattığı gibi bir bataklık da değildir.

Eğer öyle olsaydı, efendileri olan Batılı güçler Orta Doğu’da cirit atmazdı.

Orta Doğu Türklerin bin yıldır yaşadığı coğrafyanın adıdır.

Orta Doğu bizi biz yapan İslâm dininin beşiğidir.

Orta Doğu Selçukludur, Osmanlıdır, Eyyubidir.

Orta Doğu Mekke’dir, Medine’dir, Kudüs’tür.

Orta Doğu Türkiye’nin arka bahçesi değil, tarihimizin ve kültürümüzün ayrılmaz parçasıdır.

Suriye de Orta Doğu’nun çöplüğü değil, kader birliği yapmamız gereken bir halkın vatanının adıdır.

Türkiye ne Rusya ne de ABD gibi emperyalist hesaplarla Suriye’de değildir.

Petrolün peşine de düşmemiştir.

Ruslar masum sivillerin tepesine bomba yağdırırken, ABD kukla PKK/YPG üzerinden terör üstüne terör estirirken, Türkiye milyarlarca doları Suriyelilerin daha insanî şartlarda yaşaması için seferber etti.

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarını başarıyla icra etti.

Yüzbinlerce Suriyeliyi emperyalistlerin ve onların uşağı olan terör örgütlerinin elinden kurtardı.

Bu harekâtların nihai başarıya ulaşması İdlip’in akıbetine bağlıdır.

İdlip Türkiye için hem insanî hem de stratejik bir konudur.

Hatay ile 150 kilometre sınırı olan bu il, Türkiye-Suriye arasında ana ulaşım ve lojistik koridoru olan Cilvegözü hudut kapısının da açıldığı yerdir.

İdlip’in, Suriye iç savaşı boyunca Türkiye’nin yakın kontrolü altında kalması, hem PKK/YPG terör örgütünün Akdeniz’e açılmasında önleyici fonksiyon gördü hem de PKK/YPG’nin bu hayaline ağır darbe vuran Zeytin Dalı Barış Harekâtının başarıya ulaşmasında büyük pay sahibi oldu.

İdlip’in Türkiye’nin kontrolü altında kalması demek, sayıları iki milyonu aşan mültecilerin Türkiye’ye akın etmesini önleyecek bir tampon bölgenin kurulabilmesi demektir.

İdlip’te güvenli bir tampon bölgenin oluşturulması, zalim Esed’in vahşetinden kaçan Suriyelilerin güvenliğini sağlayacak insanî yükümlülüğün de ifa edilmesi demek.

Türkiye’nin İdlip’e sahip çıkması ve her türlü tedbiri alması kadar aklî ve vicdanî bir refleks olamaz.

Hâl böyleyken; Suriye’de yaklaşık 9 yıldır terör estiren İran’ın Cumhurbaşkanı Hasan Ruhanî’nin Türkiye’yi Soçi anlaşmasına sadık olmaya davet etmesi kadar saçma ve ahlâk dışı bir şey olabilir mi?

İslâm dünyasının ortasında ayrık otu gibi biten bu ülkenin Cumhurbaşkanına hatırlatmak gerekir; Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018’de Soçi’de imzalanan anlaşmanın temel hükümleri şöyledir:

İdlip Gerginliği Azaltma Bölgesinin mevcut sınırlarının korunması.
Türkiye’nin İdlip’te bulunan gözlem noktalarının güçlendirilmesi.
Suriye Rejiminin (Esed Güçlerinin) İdlip’e yönelik bütün saldırılarının ve operasyonlarının durdurulması.
İdlip sınırları içinde askerden ve silahlardan arındırılmış bir bölgenin kurulması.

22 Ekim 2019 tarihinde Rusya ile yine Soçi’de imzalanan muhtırada Adana Anlaşmasının uygulanması kararlaştırıldı.

Bu anlaşmaya göre “Suriye, kendi topraklarından doğan ve Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını tehlikeye atan hiçbir faaliyete izin vermeyecektir.”

Türkiye ile Suriye arasında 21 Aralık 2010 tarihinde imzalanan başka bir anlaşmada ise Suriye Devleti “sınır güvenliğinin sağlanması”nı taahhüt etti.

Buna karşılık, Suriye rejimi Türkiye’ye 2010 ve 2011 yıllarında verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmediği gibi, kendi halkına karşı katliama başladı.

Suriye topraklarında yuvalanmış PKK/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütleri ise Türk topraklarına ve Türk vatandaşlarına yönelik sayısız terörist eylem gerçekleştirdi.

Bu terör örgütleri yüz binlerce insanı katlederek ve yurtlarından sürerek etnik temizlik gerçekleştirdi.

Türkiye bir yandan Esed rejiminin ve terör örgütlerinin, diğer yandan da İranlı milislerin ve Rus askerlerinin saldırıları sonucu öz vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan milyonlarca insana kucak açtı.

Türkiye hem ikili anlaşmalardan hem de uluslararası hukuktan doğan meşru güvenlik haklarını korumak için Suriye’de operasyonlar gerçekleştirmek mecburiyetinde kaldı.

Kendi halkından bir milyonu aşkın kişiyi katleden, en az yedi milyon insanı ülke içinde yerinden eden, bir o kadarının başka ülkelere sığınmasına neden olan kâtillerin sergilediği vahşete karşı, Türkiye ahlâken en doğru olanı yaparak zâlimin değil mazlumun yanında, haksızın değil haklının yanında yer aldı.

Tıpkı Peygamberimizin “ben güzel ahlâk üzere gönderildim” hadis-i şerifinde buyurduğu gibi.

İslâm dünyasını âdeta ortadan ikiye bölen radikal mezhepçi ülkenin Cumhurbaşkanına tekrar hatırlatmak gerekir; Suriye Türkiye’nin komşusudur, İran’ın değil.

Türkiye’nin en uzun kara sınırı Suriye iledir, İran’ın değil.

Suriyeliler için milyarlarca dolar harcama yapan Türkiye’dir, İran değil.

Türkiye Suriye’de barışın ve huzurun hâkim olduğu alanlar oluşturmak için harekâtlar düzenlerken, İran’ın gözü dönmüş milisleri Suriye’de katliam üstüne katliam yapıyordu.

Türkiye dört milyonu aşkın Suriyeliye kapılarını açarken, İran destekli teröristler bir o kadar Suriyeliye, kendi vatanlarını dar etmekle meşguldü.

İran’ın Müslüman Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye “ahlâken yanlış olan bir şey ne siyaseten ne de idareten doğrudur” vecizesini hatırlatmak isteriz.

Ruhani ve müteveffa kasap Kasım Süleymani’nin ellerindeki kan, Suriye halkı tarafından günün birinde İran’ın önüne fatura olarak mutlaka çıkarılacaktır. Bundan hiç şüpheleri olmasın.

İnsan unutur, ama milletler unutmaz.

İdlip’in durumu gündemdeki yerini korurken bir başka açıklama da NATO’dan geldi.

Rus ağzıyla yapılan açıklamada “Türk askerlerinin, başka bir ülkenin topraklarında tek taraflı askerî harekât yaparken öldürüldükleri, dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir operasyon yapması halinde, NATO’nun destek vermeyeceği” ifade edildi.

Türk heyetin Moskova’da Ruslarla görüşme yaptığı gün ve saatte yapılan bu açıklama, ittifakımızın (!) Türkiye’ye dair samimî yaklaşımını ve desteğini (!) göstermesi açısından manidardır.

ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’nin birkaç gün önce söylediği “şehidimiz” sözlerinin içinin ne kadar boş olduğunu, bundan daha iyi anlatan bir gelişme de olamazdı zaten.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın James Jeffrey’nin sarfettiği “şehidimiz” sözünü “inandırıcı” bulmamasından daha haklı bir tepki olabilir mi, ABD’nin yıllardır sergilediği diplomatik komedi orta yerde dururken.

Türkiye’deki darbelerin ve krizlerin neredeyse tamamının bir şekilde içinde bulunan ABD ve onun taşeron örgütü NATO’nun ne Türkiye’nin meşru güvenlik endişeleri ne de Suriye halkının yaşadığı vahşete dair herhangi bir kaygısı olmadığını bir defa daha görmüş olduk.

Türkiye daha önce yaptığı gibi kendi göbeğini muhtemelen yine kendisi kesmek mecburiyetinde kalacak.

Güney sınırlarımızı güvenceye almak istiyorsak, Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini sağlayacaksak, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı çiğnetmeyeceksek, bölücü terörün başını ezmek istiyorsak, kendi vatanımızda “kendimiz” olarak huzur ve güven içinde yaşamak istiyorsak, İdlip’i doğru okumalı, Cumhurbaşkanımızın etrafında kenetlenmeliyiz.

Kalın sağlıcakla.

 

 

 

 

Yorumlar6

  • Fevzi KURUBAL 4 yıl önce Şikayet Et
    Tesekkürler Sayın Hocam,; ne Otopraklar bize, ne biz O topraklara yabancıyız.
    Cevapla
  • Muttaki 4 yıl önce Şikayet Et
    Harika bir yazı olmuş.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • azi 4 yıl önce Şikayet Et
    allah razi olsun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Yunus 4 yıl önce Şikayet Et
    Bam teline dokunmak! Teşekkürler Hocam çok güzel resmetmişsiniz.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • ebuyasir 4 yıl önce Şikayet Et
    Seni kızıl elmacı seni
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • TURAN 4 yıl önce Şikayet Et
    Bu yazıdan çıkara çıkara bunu mı çıkardınız? Siz önce "Kızıl Elma Nedir ve Neresidir" bunu öğrenin.
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat