Aynı senaryo

.

  • GİRİŞ12.05.2020 08:48
  • GÜNCELLEME13.05.2020 09:04

CHP’ye yakın medya organları ve sosyal medya mecraları yaklaşık altı aydır koro halinde “Hükümetin, CHP’li belediyelere engel olmak için elinden geleni yaptığını” iddia etmekte.

 

 

Bu iddialarını haklı çıkarmak için her türlü bahaneye sarılmakta, her türlü manipülasyonu yapmakta.

Bu durum 1973 yerel seçimlerinden sonra CHP’nin uyguladığı bir taktiği hatırlattı.

 

 

Bilindiği üzere 1973 yerel seçiminde İstanbul, Ankara, Antalya ve Mersin başta olmak üzere 32 il belediyesi CHP’nin eline geçmişti.

Tıpkı geçen sene yapılan yerel seçimde İstanbul, Ankara, Antalya ve Mersin dâhil önemli bazı belediyelerin CHP’nin eline geçmesi gibi.

CHP’li belediyelerde o dönem “toplumcu belediyecilik” olarak adlandırılan bir tür sosyal belediyecilik modeli uygulandı.

Ancak, söz konusu model geniş medya desteğine ve akademik camianın katkılarına rağmen beklenen başarıyı gösteremedi.

Bu başarısızlık, CHP’ye yakınlığı ile bilinen Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin Cumhuriyet’in Belediyecilik Öyküsü adlı kitabında açıkça belirtilmektedir. (Sf. 263)

CHP yönetimi ise başarısızlığı, zamanın hükümetine fatura etti ve hükümeti CHP’li belediyeleri engellemek için elinden geleni yapmakla suçladı.

CHP’nin kamuoyuna verdiği mesaj ise özetle şu idi: Belediye seçimlerini kazanmak yetmez, iktidarın da CHP’de olması lazım. Aksi takdirde sorunlar çözülemez.

Bu husus medyanın, CHP eğilimli akademisyenlerin ve bürokratların aktif desteği ile CHP teşkilatları tarafından halka etkili bir şekilde anlatıldı.

Bir yandan CHP’de genel başkanlığa yeni seçilen Bülent Ecevit’in o yıllarda estirdiği “Karaoğlan” rüzgârı, diğer yandan sağ siyasetteki dağınıklık ve özellikle rakip parti olan Adalet Partisi’nin ve lideri Demirel’in siyaseten yıpranmışlığı, CHP’nin hem yerelde hem de ülke genelinde oylarının yükselmesine neden oldu.

Neticede CHP, 1960 yılından bu yana yapılan seçimlerde ilk ve son defa 1977’de %40’ın üzerine çıkarak milletvekili genel seçiminde %41,38 ve yerel seçimde %41,72 oranında oy aldı.

Bu sonuçla CHP, Meclis’teki 450 milletvekilinin 213’ünü elde etti, 67 ilin de 42’sinde belediye başkanlığını kazanmış oldu.

Bu seçim başarısına rağmen Meclis’te hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamayan CHP, Ecevit’in ifadesiyle “iyi kişilikli ve kumar borcu olmayan 11 milletvekili” arayışına girdi.

Ecevit bu amaçla Adalet Partisi’nden 12 milletvekili ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Florya’daki Güneş Motel’de görüştü.

Görüşmeyi organize eden de İstanbul’da belediye başkanlığını %56,01 oyla kazanan CHP’li Aytekin Kotil’den başkası değildi.

Söz konusu milletvekillerinden 10 tanesine bakanlık veren Ecevit, 5 Ocak 1978’de hükümeti kurdu.

Ecevit başkanlığında kurulan ve sadece 22 ay yaşayabilen 42’nci hükümet, yolsuzluklar, usulsüzlükler, yokluklar, kıtlıklar, karaborsa, anarşi ve terörle anılan bir döneme imza attı.

Ve bu dönem Merhum Ecevit ve CHP ile özdeşleşti.

CHP’nin 1970’lerde işe yarayan “yereldeki başarısızlığın sorumluluğunu hükümete yükleme” taktiği, bugünlerde yine piyasaya sürülmüş vaziyette.

Ancak, bu taktiğin 2020 Türkiye’sinde işe yarayacağını, yani CHP’yi birinci parti yapacağını sanmıyorum.

Bunun birkaç sebebi var.

Her şeyden önce CHP’nin başında 70’li yılların Bülent Ecevit’i gibi karizmatik bir lider yok.

Kemal Kılıçdaroğlu CHP’yi iktidara taşımak şöyle dursun, kendisini CHP’ye taşıtan bir yük görünümü vermekte.

CHP’nin karşısında 70’lerin Adalet Partisi değil, 2000’lerin AK Partisi var.

Ve AK Parti’nin başında da Süleyman Demirel değil, Recep Tayyip Erdoğan var.

Medyada CHP tekeli büyük çoktan kırılmış durumda.

Konvansiyonel medyanın etkisi, sosyal medya dolayısıyla önemli ölçüde sınırlanmış vaziyette.

Türkiye’de artık hükümetlerin bir gecede kurulup yıkıldığı hastalıklı parlamenter sistem değil, beş yıl için göreve gelinen başkanlık sistemi uygulanmakta.

AK Parti iktidarı, 70’lerin Adalet Partisi’nden farklı olarak devlete hâkim.

Nasıl ki Ecevit’in 1978’de milletvekili pazarlıklarıyla kurduğu hükümet yolsuzluklara gark olarak başarısız olmuşsa, CHP’nin İyi Parti, HDP, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve diğer partilerle pazarlık yaparak kazandığı “kırık yamalı” belediyelerin de başarılı olması pek mümkün görünmemekte.

Çünkü bu şekilde kazanılan ve âdeta kırk yamaya dönen belediyelerde birden fazla başkan olur.

Belediye başkanlığı seçiminin kazanılmasında kendilerini asıl pay sahibi gören bütün partilerin belediyede temsilcileri vardır ve bunların hepsi kendisini âdeta gerçek başkan gibi görür.

Yani bir resmî başkan vardır, bir de gölge başkanlar vardır.

Resmî başkan mecburen hukukî sorumluluğu taşırken ve kamuoyundan gelen eleştirileri göğüslemeye çalışırken, gölge başkanlar, hiçbir sorumluluk üstlenmeksizin emir ve talimatlar yağdırır, hatta kendi partilerinin gündemlerini uygular.

Her partinin gündemi ise apayrıdır.

Çünkü hepsi daha fazla oy kazanmak için sayısız toplumsal kesime, güç odağına, mahfile sözler vermiş, vaatlerde bulunmuştur.

İdeolojileri tamamen farklı olan CHP’nin, İyi Parti’nin, HDP’nin, Saadet Partisi’nin ve Demokrat Parti’nin aynı belediye içinde uzun süre uzlaşı halinde olması mümkün olabilir mi?

Dolayısıyla, her partinin o belediyedeki temsilcisi, kısa zamanda sanki kendi partisi adına seçimi kazanmış bir belediye başkanı gibi hareket etmeye başlar.

O partinin kontenjanından atanan bürokratlar da resmî başkanı değil, parti temsilcisini yani gölge başkanı öncelikle dinler ve onun talimatlarına göre hareket eder.

Bu tür belediyelerde her gün korkunç bir sinir harbi yaşanır.

Resmî başkanlar ilk aylarda, hatta ilk yıl bu süreci rahatça yönetebilir.

Ancak, kısa zamanda sinirler yıpranmaya ve takat sınırı düşmeye başlar.

Bir yanda resmî yetkiye sahip olan, ama iktidarı iyice sınırlanmış olan, fakat tüm hukukî sorumluluğu da taşıyan resmî başkanın direnmeleri, diğer yanda ise gölge başkanların bitmek bilmeyen talepleri.

Bu tür belediyelerde her kafadan bir ses çıkar ve bürokratların en çok duyduğu ses de “ben ne diyorsam onu yap.”tır.

Resmî başkan bunu “başkan benim, ben ne diyorsam onu yap” şeklinde söylerken; gölge başkanların her biri “biz olmasak seçimi kazanamazdı, boş verin başkanı, ben ne diyorsam onu yap” şeklinde söyler.

Tâbir caizse aynı köyde bir sürü horoz hüküm sürme sevdasına düşer.

Hepsi de “burası benim küllüğüm” diye diklenir durur.

Horozu çok olan köyde sabah geç olur.

Sabahı geç olan yer karanlıkta kalır.

Tıpkı Türkiye’nin 40’larda, 70’lerde ve 90’larda karanlığa mahkûm olduğu gibi.

Kalın sağlıcakla.

Yorumlar5

  • Sedat 3 yıl önce Şikayet Et
    Belçika'da ki kuzenime beni niye şikayet ettin.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • ali yazıcı 3 yıl önce Şikayet Et
    chp nin hanki yalanına inanalım,Recep tayyip Erdoğan İstanbul u aldığında mezbelelikti su yok kerbela gibi çöp dağları yeşil alan yok ulaşım yoktoplu taşıma araçları alarm veriyor hava kirliliği tavan devlet desteği almadan İSTANBULU Yaşanabilr kent haline getirdi,Sorunlar hiç bir zaman sıfır olmaz şimdi chp hazır tzgahı dağıtıyor işletemiyor bir yıl oldu bir tane icraat gösterin,bol bol slogan istanbul sizin yok ekrem senin ve avanilerinin.
    Cevapla
  • Ayhan Birol 3 yıl önce Şikayet Et
    Aynen Üstad tüm o dönemlerin canlı tanığıyım ben...Şimdi ki gençler yaşamadıklarından maalesef bilmiyorlar.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • M. Seçkin 3 yıl önce Şikayet Et
    Harika tespitler. Elinize, kalminize sağlık
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • ylç 3 yıl önce Şikayet Et
    Hocam yüreğine sağlık.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat