Şaibeli Kurultay davası veya CHP nereye?
- GİRİŞ30.06.2025 09:10
- GÜNCELLEME30.06.2025 09:10
Siyasi partiler demokrasinin hayat taşıyan damarlarıdır. O nedenle bir partinin iç işleyişine dair ortaya çıkan şaibe iddiaları, o partiyi olduğu kadar demokrasinin sağlığını da etkiler.
Türkiye’nin köklü siyasi partilerinden biri olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin devamı olduğunu iddia eden CHP’nin, 38. Olağan Kurultayı’na ilişkin iddiaların yargıya taşınması, siyasetin sıcak gündemlerinden biri olmaya devam ediyor.
İddiaların bizzat parti mensupları tarafından ortaya konması, davaların partililer tarafından açılması, tartışmalara önceki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da dahil edilmesi, “mutlak butlan” beklentileri meselenin ciddiyetini artıran bir unsur.
İddiaların odağında, kurultayın görevden uzaklaştırılan ve tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibi tarafından, Özgür Özel lehine sonuçlanması için “çıkar ilişkileri üzerinden şekillendirildiği” iddiası var. Ama tartışmalar ilginç bir yolda ilerliyor, ilerletiliyor…
Bu mesele yolsuzluk ve yozlaşma özlü parti içi kavga değilmiş de sanki iktidar ve muhalefet ilişkisi içinde ülke için sorumluluk üstlenecekleri ulvi bir görevin engellenmesi için yapılan bir hükümet komplosu imiş gibi sunulması ise bir başka garabet…
Bir siyasi partinin kendi iç seçim sürecinin meşruiyeti, delegelerin iradelerinin serbestçe tecelli etmesine dayanır.
Oysa delege listelerinin hazırlanmasından salon düzenine, seçime katılacak delegelere yönelik baskılardan çıkar vaadine kadar pek çok başlıkta usulsüzlük iddiaları ile davalar açılmış durumda.
Elbette tüm bu iddiaların gerçekliğini ortaya koyacak olan mekanizma yargıdır. Ancak Türkiye’nin ana muhalefet partisinin kongresinin böylesi iddialarla anılması dahi, kurumsal itibarını ve siyasal meşruiyetini zedeler. Ancak tartışmanın çekildiği boyut tabanını ve seçmenini daha da rencide eder…
Bu noktada önemli bir boyut, meselenin “dışarıdaki siyasal rakipler tarafından ortaya atılmış ithamlar” değil, bizzat CHP içinden yükselen bir adalet ve hesap verebilirlik talebi olmasıdır. Bu durum, siyasi hesaplaşmaların ötesinde bir iç hesaplaşma ve arayışın göstergesi olarak okunabilir.
Bu süreçte dikkat çeken gelişmelerden biri, partinin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik sosyal medyada ve bazı parti içi çevrelerde yürütülen sistematik linç girişimleridir. 13 yıl boyunca genel başkanlık yapmış, bu gün tartışan tüm tarafları siyasete dahil etmiş bir siyasetçiye karşı bu denli ağır ifadelerle, hakarete varan dille yürütülen linç girişimi, sadece parti içi saygı zeminini değil, Türkiye’nin siyasal kültürünü de zehirlemektedir.
Hiçbir siyasi tartışma, insan onurunu ayaklar altına almayı meşrulaştıramaz. Demokratik toplumlarda eski ve yeni liderler eleştirilebilir, hesap sorulabilir, sorgulanabilir; fakat hakaret ve linç kültürünün siyaseti esir almasına göz yummak, daha büyük yaralar açacaktır. Bu süreçte sessiz kalınmaması, hem insani hem siyasi bir zorunluluktur.
Bu sürecin bundan sonrası için üç temel sonuç doğurması muhtemeldir:
Yargı sürecinin derinleşmesi, iddiaların sonuç doğuracak ciddiyet kazanması halinde partinin mevcut yönetiminin meşruiyeti kaybolacaktır. Mevcut yönetim ise önceki yönetimi tanımayacağını ilan etmektedir. CHP’nin uzun süredir kendi içinde taşıdığı ideolojik ve jenerasyonel fay hatları daha görünür hale gelebilir.
CHP’nin bu tür iddialarla meşgul olması, geniş muhalefet bloğunun güvenilirlik sorunu yaşamasına yol açabilir. Ekonomi, dış politika ve toplumsal sorunlar, beklentiler, ihtiyaçlar, talepler karşısında muhalefetin alternatif üretmesi beklenirken, iç tartışmalarla anılan, yolsuzluk ve yozlaşmadan kurtulamayan, hukuk devletine saygı duymayan bir muhalefet nasıl iktidar alternatifi olabilir ki?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik kaynak kullanımı iddiaları, yerel yönetim etiği açısından da ağır sonuçlar doğurabilir. Bu iddialar yargıda doğrulanırsa, itirafçılar, etkin pişmanlar, bilgiler, belgeler, tanıklar, resmi raporlar iddiaların gerçeklerle örtüştüğünü gösteriyor, önümüzdeki yerel seçimlerde CHP’nin elindeki belediyelerdeki yönetim biçimi ve kaynak kullanımı daha fazla sorgulanacaktır.
Bu süreç, Türkiye’de siyasetin nasıl yapılması gerektiğine dair kritik bir testtir. Yargının bu iddiaları en kısa sürede, en şeffaf şekilde aydınlatması, siyasi tartışmanın spekülasyonlardan temizlenmesi açısından hayati önemdedir. Siyaset kurumlarının, toplumun gözündeki meşruiyetini ancak şeffaflık ve hesap verebilirlikle koruyabileceği unutulmamalıdır.
Keza, CHP’nin bu yaşadıklarını iktidara yöneltmek yerine gerçekçi bir değerlendirme ile kendi iç iktidar hırslarının getirdiği bir çürüme olduğunu fark etmesi, bu yoldan bir an önce dönmesi, içerisinde dürüstlük ve samimiyete dayalı birliktelik tesis etmesi şarttır.
Belki yıllardan beri iktidar özlemi çeken kitlesinde gerçekleri perdeleyen bir retorik ile dağılma olmaması için belli bir başarıya ulaşır ama ülkenin geniş seçmen tabanında olup bitenleri kendi anlatısı ile ikna edemez.
Tersine kafalarını iç kavgalarından, saplandıkları yolsuzluk ve yozlaşma batağından millete doğru çevirdiklerinde söylediklerin inandırıcılığını da, yaptıklarının nasıl karşılandığını da görebileceklerdir…
Bu yaşananlar, muhalefetin iktidarı eleştirme hakkını ortadan kaldırmaz; ancak kendi içindeki demokrasi ve şeffaflık sorunlarını çözmeden, ülkenin daha büyük meselelerinde güven tesis edemeyeceğini gösterir. Ayrıca bu süreçte linç kültürünün değil, eleştiri kültürünün güçlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin demokratik geleceği, sandık sonuçlarına olduğu gibi, sandığa giden yolun nasıl yüründüğüne de bağlıdır. O yüzden mesele, bir partinin iç sorunu olarak değil Türkiye’nin demokratik olgunluğu için bir sınav olarak da ele alınmalıdır.
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Yorumlar7