Emine Erdoğan’ın Vatikan temasları: Yumuşak gücün yeni yüzü
- GİRİŞ05.07.2025 08:46
- GÜNCELLEME05.07.2025 09:18
Uluslararası ilişkiler literatüründe “yumuşak güç” kavramı, devletlerin askeri ve ekonomik kapasite dışında kalan, kültürel, insani ve diplomatik etkileşimlerle şekillenen etkisini tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Joseph Nye’ın teorik çerçevesiyle kavramsallaşan bu yaklaşım, artık uluslararası siyasetin tali bir unsuru olmaktan çıkmış, küresel güç dengelerini belirleyen asli araçlardan biri hâline gelmiştir. Yumuşak gücün operasyonelleşmesinde kamu diplomasisi, kültürel diplomasi, inanç temelli diplomasi ve insani diplomasi en etkili alanları oluştururken, kadınların bu alandaki temsili ve faal katkısı, bu çabaların kapsayıcılığını ve ahlaki meşruiyetini artıran kritik unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan Hanımefendi’nin Vatikan’da Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 14. Leo ile gerçekleştirdiği görüşme ve Papalık Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde düzenlenen “Kardeşlik Temelli Ekonomi: Etik Çok Taraflılık” başlıklı konferansa katılımı, bu bağlamda hem diplomatik hem de toplumsal boyutlarıyla dikkat çekici bir örnek teşkil etmektedir.
Bu ziyaret, Türkiye’nin yumuşak güç stratejisinin küresel ölçekte insan hakları, iklim adaleti, mülteci krizi, yoksulluk ve çatışma bölgelerindeki insanlık dramlarına dair etik temelli bir perspektifle müdahil olma iradesini göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak bu temasın belki de en kritik ve üzerinde durulması gereken boyutu, Emine Erdoğan’ın doğrudan Papa Leo’ya, Gazze’de yaşanan insanlık dramını hatırlatması ve Hristiyan dünyasını insanlığın ortak vicdanını harekete geçirmeye davet etmesidir.
Uluslararası ilişkiler disiplini uzun yıllar boyunca erkek egemen bir söylem ve temsil zeminine sahip olmuştur. Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreği itibarıyla kadınların kamusal ve uluslararası alandaki görünürlüğünün artması, barış inşası, insani diplomasi ve kültürel etkileşim süreçlerinde kadın liderlerin katkılarının belirleyici rol oynadığını göstermektedir. Kadınların kriz bölgelerinde barış süreçlerine dâhil edilmesi, insani yardımların dağıtımı ve toplumsal barışın inşası süreçlerinde üstlendikleri roller, uluslararası sorunların çözüm süreçlerinin daha kapsayıcı, şeffaf ve adil şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır.
Emine Erdoğan Hanımefendi’nin “Bizim inancımızda, insan insana emanettir” ifadesi, bir diplomatik nezaket cümlesinden öte, Türkiye’nin insani diplomasi yaklaşımını ve kadim medeniyet perspektifini özetleyen güçlü bir kavramsallaştırmadır. Türkiye, insani diplomasi faaliyetlerini yalnızca insani yardım kampanyalarına indirgemeden, kriz bölgelerinde kalıcı çözüm odaklı mekanizmaların kurulmasına katkıda bulunma gayretiyle sürdürmektedir. Suriye iç savaşının başladığında dört milyona yakın mülteciye kapıların açılması, onurlu ve gönüllü geri dönüş süreçlerinin güvenli şekilde tesis edilmeye çalışılması, bu yaklaşımın kurumsallaşmış tezahürlerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Vatikan temaslarının en can alıcı noktalarından biri, Gazze’de yaşanan ağır insanlık dramının Papa Leo’ya bizzat iletilmesi ve Hristiyan dünyasının ortak vicdanı harekete geçirme noktasında daha etkin rol almasına yönelik çağrı olmuştur. Gazze’de, kadınların, çocukların ve sivillerin isimleri uzun rapor listelerine dönüşmüş bir şekilde yok oluşları, yalnızca bölgesel bir kriz değil, insanlığın vicdanını yaralayan küresel bir adaletsizlik örneğidir.
Emine Erdoğan’ın dile getirdiği, “Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 1’inin toplam servetin yarısına sahip olduğu bir düzende, Gazze’de bebeklerin henüz bir yaşını görmeden yok oluşunu sessizce izlemek insanlık ailesi için bir utançtır” tespiti, küresel sistemin adaletsizliklerini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu noktada Hristiyan dünyasının sahip olduğu sosyal ve manevi etki gücünü, insani değerlerin korunması, sivillerin hedef alınmasının önlenmesi ve insani yardımların engelsiz akışının sağlanması yönünde kullanması, adalet ve barışın tesis edilmesi açısından tarihi bir sorumluluk niteliği taşımaktadır.
Bu çağrı, bir Müslüman lider eşinin temsil düzeyinde sergilediği sorumlu ve insani bir hassasiyet olduğu gibi, Türkiye’nin küresel diplomasi vizyonunun da bir yansımasıdır. İnsan onurunun korunması, zulmün engellenmesi ve çocukların yaşama hakkının savunulması gibi değerler, tüm inanç sistemlerinin ortak kutsalıdır ve bu ortak vicdani duruş, uluslararası ilişkilerde yeni bir etik düzlemi mümkün kılabilir.
Günümüzde devletlerin küresel sistemdeki konumlarını belirleyen en önemli parametrelerden biri, etik-çok taraflılık ilkesi çerçevesinde geliştirdikleri iş birlikleridir. İklim adaletsizliği, gelir eşitsizliği, mülteci krizi, eğitim ve sağlık hakkı gibi alanlarda tek taraflı ve yalnızca ulusal çıkar odaklı yaklaşımlar artık sürdürülebilir bir çözüm üretmemektedir. Kolektif akıl, küresel dayanışma ve etik temelli iş birlikleri temel bir gereklilik hâline gelmiştir.
Vatikan’da gerçekleştirilen konferans, küresel vatandaşlık ve etik çok taraflılık ekseninde ortak akıl zeminini güçlendiren bir platform olarak önem taşımaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin Emine Erdoğan Hanımefendi’nin liderliğinde yürüttüğü Sıfır Atık Projesi yalnızca çevresel bir sorumluluk değil, toplumlar ve nesiller arası adaletin sağlanmasına yönelik etik bir yükümlülük olarak değerlendirilmektedir. Emine Erdoğan’ın “Tabiatın ilahi bir emanet olduğu” vurgusu, çevre politikalarını yalnızca teknik bir mesele olmaktan çıkararak, manevi sorumluluk ekseninde ele alan özgün bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Emine Erdoğan’ın bu önemli temaslarında olduğu gibi, kadınların uluslararası diplomaside artan temsili, dijital medya ortamında da dikkat çekici bir görünürlük sağlamaktadır. Ancak bu durum, cinsiyetçi nefret söylemi, ayrımcılık ve kişilik haklarına yönelik saldırıların hedefi hâline gelmektedir. Vatikan temaslarının ardından sosyal medyada yayılan dezenformasyon dalgası, bireysel olarak Müslüman kimliği ile maruf, lider eşi olması hasebi ile çok tanınan başarılı bir şahsiyete olduğu gibi, kadınların uluslararası alanda aktif roller üstlenmesine, Türkiye’nin yumuşak güç unsurlarına ve diplomasi geleneğine yönelik sistematik bir saldırı olarak değerlendirilmelidir.
Bu nedenle dezenformasyonla mücadele, yalnızca doğru bilginin yayılması açısından değil, kadınların kamusal alandaki temsillerinin güvence altına alınması ve nefret söylemiyle mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Dijital alan, sorumluluk bilinciyle yönetilmediğinde, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir manipülasyon aracı hâline gelmektedir. Bu nedenle ulusal ve uluslararası kurumlar, dijital platformlarda etik kullanım, dezenformasyonla mücadele ve nefret söylemiyle mücadele konusunda etkin stratejiler geliştirmekle yükümlüdür.
Kültürel diplomasi ve inanç diplomasisi, yumuşak gücün iki tamamlayıcı alanı olarak Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki etkinliğini artıran stratejik araçlardır. Türkiye’nin tarihsel medeniyet birikimi, farklı inanç ve kültürlerin bir arada yaşama pratiğini barışçıl bir örnek olarak küresel düzleme taşımaktadır. Anadolu’nun irfanı ve Türk milletinin kadim hoşgörü mirası, yükselen kutuplaşmaya ve nefret söylemlerine karşı barışçıl bir dilin inşasında güçlü bir referans noktası sunmaktadır.
Vatikan gibi sembolik öneme sahip platformlarda gerçekleştirilen temaslar, inanç diplomasisinin kültürel diplomasi ile birleşerek daha kapsayıcı, adil ve barışçıl bir söylemin oluşmasına katkıda bulunmaktadır. “Dünya beşten büyüktür ve daha adil bir dünya mümkündür” yaklaşımı, küresel sistemin adaletsizliklerini aşmaya yönelik evrensel bir adalet çağrısıdır ve uluslararası ilişkilerde etik temelli bir dönüşümün zeminini inşa etmeyi amaçlamaktadır.
Küresel sistemin çoklu krizlerle sarsıldığı bir dönemde diplomasi; adalet, merhamet, barış ve insan onuru gibi kavramları merkeze alarak yeniden şekillenmek durumundadır. Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesini artıran en önemli faktörlerden biri, kamu diplomasisi, insani yardım, kültürel etkileşim ve inanç diplomasisini bütüncül bir yaklaşımla yürütmesidir. Kadınların uluslararası ilişkilerde artan temsili ise kapsayıcılığı, şeffaflığı ve adaleti tesis edecek temel unsurlardan biridir.
Emine Erdoğan’ın Vatikan’daki temasları, Türkiye’nin küresel sorunlara etik temelli bir perspektifle yaklaşma kararlılığını ve Gazze gibi insanlık dramının, soykırımın sona erdirilmesi için küresel vicdanın harekete geçirilmesinde dünyanın geri kalanın rolünün önemini de ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, Türkiye’nin barış, adalet ve kardeşlik dilini evrensel düzleme taşıma iradesini yansıtmaktadır.
Bugün dünyanın adaletin, merhametin ve barışın merkezde olduğu yeni bir diplomasi diline ihtiyacı vardır. Bu dilin inşasında kadınların aktif rolü ve devletlerin yumuşak güç araçlarını insani değerler ekseninde etkin kullanma kabiliyeti belirleyici olacaktır. Türkiye, bu vizyonu güçlendirmeye ve kadim medeniyet değerlerini evrensel insani değerlerle buluşturarak küresel barışa katkı sunmaya kararlıdır.
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Yorumlar4