Muhalefetin gözlerimizi yaşartan Filistin ve Gazze ilgisi
- GİRİŞ07.08.2025 09:04
- GÜNCELLEME10.08.2025 10:32
Muhalefetin başına gökten elma düştü, görmediklerini görmeye başladı, söyleyemediklerini söylemeye başladı… 7 Ekim 2023’den beri devam edegelen ve soykırıma dönüşen İsrail’in Gazze’ye yönelik şiddetine birbirinden tutarsız açıklamalarla ses çıkarmaktan imtina ederlerken, o günün çok öncesinden itibaren Filistin, Gazze ve Kudüs konularını dış politik hassasiyetlerinin başına yerleştiren AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanımıza, Dış işleri Bakanlığımıza, kurumlarımıza yönelik iftira, İsnat içeren dezenformasyon girişimlerinde bulunmaktalar…
Peki tarihsel süreklilik içinde kim nerede duruyor, muhalefetin yaklaşımı ne kadar doğru? Gözden geçirmekte yarar var…
Filistin meselesi, uluslararası ilişkiler literatüründe yalnızca bölgesel bir çatışma alanı olarak değil, aynı zamanda küresel olarak uluslararası düzenin işleyişi, güç dengeleri ve siyasal meşruiyetin sorgulandığı çok katmanlı bir sorun alanı olarak değerlendirilir.
Bu çerçevede ülkemizin özellikle AK Parti döneminde izlediği Filistin politikası, klasik dış politika analizlerinin ötesinde; tarihsel süreklilik, etik duruş, diplomatik kapasite ve kamu diplomasisi bileşenleri üzerinden çok boyutlu bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
Türkiye’nin Filistin’e yönelik bakışı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir devamlılığın ürünü olarak şekillenmiştir. Kudüs’ün statüsü, İslam alemi için Mescid-i Aksa’nın önemi, Balfour Deklarasyonu sonrası oluşan jeopolitik değişim ve 1948 ile 1967 savaşları ile izleyen süreçteki işgal ve insan hakları ihlalleri, Türkiye’nin konuya dair siyasal ve toplumsal reflekslerini şekillendiren temel hususlardır...
Bu tarihsel arka plan, AK Parti döneminde salt geçmişe yapılan atıflar şeklinde değil; aynı zamanda dış politika söyleminin kurucu bir bileşeni olarak yeniden anlamlandırılmıştır.
2002 sonrası dönemde AK Parti, Filistin sorununa yönelik yaklaşımını hem iç hem de dış politikayla bütünleşik bir stratejiye dönüştürmüştür. 2009 Davos zirvesindeki “One Minute” çıkışı, 2010 Mavi Marmara krizi, ve 2017 BM Kudüs oylaması gibi olaylar, yalnızca simgesel tepki örnekleri değil; aynı zamanda Türkiye’nin geçmişten günümüze tutarlı, istikrarlı, kararlı bir dış politika çizgisi oluşturduğunu gösteren önemli dönüm noktalarıdır.
Bu doğrultuda Türkiye, bölgesel bir aktör sorumluluğu içinde durduğu gibi uluslararası hukuk, adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda küresel düzeyde etkiyi hedefleyen bir yaklaşımı benimsemiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde şekillenen bu çizgi, liderlik kuramları açısından değerlendirildiğinde karizmatik liderlik ve ahlaki temsil kapasitesi kavramlarıyla birlikte ele alınmak durumundadır.
Erdoğan’ın Filistin konusundaki yaklaşımı, yalnızca içerde yürütme yetkisiyle sınırlı bir dış politika pratiği değil; özellikle İslam dünyası ve küresel sistem üzerinde vicdani bir temsil gücüne dönüşmüştür.
Bu durum, özellikle 7 Ekim 2023 sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonları karşısında sergilenen soykırımcı ve işgalci İsrail’e karşı kararlı tutumla daha da belirginleşmiştir.
Türkiye’nin burada yalnızca tepkisel değil, iki devletli çözüm çerçevesinde yapıcı bir öneri sunan aktör konumuna geçmesi, yapıcı realizm perspektifiyle uyumlu bir duruşu yansıtmaktadır.
Diğer yandan Türkiye’nin Filistin politikası, katı bir ideolojik tutumdan ziyade ilkesel değerlerle bölgesel gerçeklikleri harmanlayan kararlı, ısrarlı ve dengeli bir yaklaşımı da içermektedir.
İsrail ile diplomatik ilişkiler minimize edilmiş, dış ticaret durdurulmuş, Gazze’ye yönelik işgale son verilmesi, ablukanın kaldırılması, insani yardım girişimleri ve uluslararası platformlarda yürütülen çabalarla İsrail’in saldırganlığının, işgalin, soykırımın cezasız kalmaması için büyük bir çaba içine girilmiştir.
Türkiye’nin bu alandaki politikasının bir diğer önemli boyutu ise toplumsal duyarlılıkla siyasal kararlar arasında kurulan uyumdur.
Filistin meselesi, kamuoyunun hassasiyetle takip ettiği çok önemli konulardan biridir. Ancak bu duyarlılık, geçici tepkiler ya da popülist söylemlerle değil; tutarlı ve belgelenebilir bir yaklaşımla sürdürülmektedir.
AK Parti’nin politikaları, kısa vadeli siyasal kazançlardan çok, uzun vadeli bir söylem ve ilkesel duruş oluşturma çabasına dayanmaktadır.
Muhalefet çevrelerinden gelen eleştiriler, geçmiş tutumları ile karşılaştırıldığında çoğu zaman tutarlılık sorunu yaşamakta, bu da iktidarın eylem ve söylem sürekliliğini ve tutarlılığını kamuoyu nezdinde daha inandırıcı kılmaktadır.
Küresel sistemde çok kutupluluk eğiliminin artması, Batı merkezli norm yapılarının sorgulanması ve uluslararası yönetişimdeki kırılmalar, Türkiye gibi orta ölçekli devletler için ilkeler ekseninde liderlik rolü üstlenme fırsatları doğurmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çerçevede sergilediği söylemsel netlik ve hukuki meşruiyete dayalı dış politika tutumu, Türkiye’nin “bölgesel güç” konumundan çıkarak, uluslararası düzeyde “ilke temelli aktör” durumuna getirmiştir.
Bu dönüşüm yalnızca diplomatik belgelerde değil; Arap kamuoyu, Afrika halkları ve Güneydoğu Asya toplumları gibi geniş bir coğrafyada Türkiye’ye yönelik artan ilgi ve güven üzerinden de okunabilir.
Sonuç olarak Filistin politikası, AK Parti hükümetlerinin dış politikada benimsediği değer odaklı ama gerçekçi stratejilerin belirginleştiği örneklerden biridir. Bu yaklaşım, yalnızca İslam dünyasına yönelik duygusal bir dayanışma söylemiyle ya da çıkar temelli bir güvenlik hesabıyla açıklanamaz. Aksine Türkiye’nin politikası, tarihsel bilinç, siyasal meşruiyet, hukuki sorumluluk ve etkin diplomasiyi bir araya getiren kapsamlı bir yönelimi temsil etmektedir.
Bu yönelimin sürdürülebilirliği ise hükümet politikalarının yanısıra siyasal muhalfet, akademi, medya ve sivil toplumun da bilgiye dayalı, ilkeli ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesine bağlıdır.
Türkiye’nin uluslararası sistemde adalet eksenli bir duruş inşa etme iddiası, bu çok katmanlı kolektif tutarlılık sayesinde gerçek bir karşılık bulabilecektir.
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar12