TRT’den naklen yayın talebinde amaç ne yargıyı siyasallaştırma mı, şeffaflık mı?
- GİRİŞ11.08.2025 08:54
- GÜNCELLEME11.08.2025 08:54
CHP medyası, tutuklanan ve görevden uzaklaştırılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun davasının günü yaklaştıkça TRT’den canlı yayın ile duruşma gerçekleştirilmesi konusunu yeniden ısıtmaya başladı. Özgür Özel meydan mitinglerinde bunu dillendirince hem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok olumlu olur demişti…
Özgür Özel’in, İmamoğlu’nun usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarıyla yargılandığı davanın TRT ekranlarından canlı yayınlanması yönündeki önerisi yüzeyde şeffaflık, aleniyet ve halkın bilgi edinme hakkı gibi demokratik değerlerle uyumlu görünse de, önerinin zamanlaması, arka planındaki siyasi dil ve bağlamı, meseleyi basit bir şeffaflık çağrısının ötesine taşımaktadır.
Burada sorulması gereken bir soru var, gerçekten amaç kendisine güvenen bir kişinin halka hesap verebilmesi, açıklık, şeffaflık sağlanması mıdır, yoksa devam eden bir yargı sürecinin popülist bir propaganda aracına dönüştürülmesi midir?
Türk hukuk sisteminde yargılamanın aleniyeti, adil yargılanma ve toplumsal denetim işlevleri açısından temel bir ilkedir.
Mahkemeler kural olarak duruşmaları halka açık yaparak adaletin keyfi biçimde işletilmesini engellemekte, kararların toplum tarafından denetlenmesine imkân tanımakta ve adaletin şeffaflığına katkı sunmaktadır.
Ancak bu “açıklık ilkesi”, mutlak bir serbesti anlamına gelmemektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 183. maddesi, duruşmaların naklen yayınlanmasına imkan vermeyerek yargılamanın tarafsızlığını, tanık güvenliğini ve mahkeme düzenini koruma amacı taşımaktadır.
Adaletin saygınlığı ve tarafsızlığı ile usul kurallarının üstünlüğü, aleniyet ilkesinin sınırlarını belirleyen temel parametrelerdir.
CHP’nin İmamoğlu’nun yargılandığı davanın canlı yayınlanmasına yönelik çağrısını yalnızca bir “şeffaflık talebi” olarak değerlendirmek gerçekçi değildir. Zira meriyetteki mevzuatın böyle bir yayına izin vermediğini CHP de bilmektedir. Bu durumda önerinin arka planı dikkatle incelenmelidir.
CHP’nin önerisi, kamuoyunda İmamoğlu dosyasındaki ağır usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarını gölgede bırakmak, davayı “siyasi bir kumpas” söylemi etrafında yeniden çerçevelemek ve seçmen nezdinde mağduriyet algısı yaratmak amacı taşımaktadır.
Bu yöntemle, hukukun önünde hesap verilmesi gereken ciddi iddialar siyasi tartışmaların arka planına itilmekte, kamuoyunun dikkatinin dosya içeriğinden uzaklaştırılması hedeflenmektedir.
Dikkat çekici olan husus, Cumhur İttifakı’nın bu öneriye “yayınlayalım, millet görsün” diyerek olumlu yaklaşım sergilemesi ve süreci şeffaflaştırmaya hazır olduğunu beyan etmesidir.
Bu yaklaşım, sürecin gizli yürütülen siyasi bir operasyon olmadığını, hukukun gereği olarak yürütüldüğünü, iddialar ve delillerin hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda kamuoyunun gözü önünde tartışılabileceğini ortaya koymaktadır.
Bu durum karşısında CHP’nin tavrı stratejik bir açmaza dönüşmektedir. Zira önerinin hukuken mümkün olmadığını bilerek gündeme getirilmesi, iktidarın “hodri meydan” çağrısı ile boşa düşmektedir. Hükümetin şeffaflık çağrısını sahiplenmesi durumunda CHP’nin; Canlı yayından vazgeçmesi halinde “şeffaflıktan kaçan” bir tutum sergilediği izlenimi doğacaktır. Canlı yayının gerçekleşmesiyle ise davadaki iddiaların kamuoyunca doğrudan görülmesi, algı yönetimi zeminini daraltacaktır.
Dolayısıyla CHP’nin, önerisinin kabul edilmesi halinde “yayın yapılmasına iktidarın nasıl müdahale edeceği” üzerinden yeni bir mağduriyet söylemi üretme eğilimine girmesi muhtemeldir. Alternatif olarak, canlı yayının yürütülmesi sırasında dava dosyası içeriği yerine usul işlemleri veya mahkeme düzenindeki aksaklıkları öne çıkararak şov niteliğinde bir iletişim stratejisi izleme ihtimali de bulunmaktadır.
Bu durum, yargı süreçlerinin şeffaflığı ile adaletin tarafsızlığı arasında hassas bir denge kurulması gereğini ortaya koymaktadır. Şeffaflık, demokratik bir toplumda vazgeçilmezdir; ancak şeffaflık adı altında yargı süreçlerinin popülist bir medya şovuna dönüştürülmesi, yargının itibarı ve tarafsızlığı açısından ciddi riskler barındırmaktadır.
Burada olması gereken gerçek şeffaflık, hukukun üstünlüğüne ve usul kurallarına bağlı kalarak, adaletin işleyişinin toplum vicdanına açık tutulmasıdır.
Yargılamanın içeriğinin siyasallaştırılması, hukukun ve adaletin araçsallaştırılması anlamına gelir ki bu, demokratik değerlerin altını oyar.
Hükümetin “yayınlayalım” tavrı, CHP’nin popülist bir şov zemini kurma girişimini boşa çıkarmış, meseleyi hukuki zeminde toplumsal denetime açacak bir fırsata dönüştürmüştür.
Ancak süreç hukuken mümkün hale getirilecekse bile, yapılacak yasal düzenlemenin aleniyet ilkesini koruyarak, tarafların haklarını güvence altına alacak titizlikte hazırlanması elzemdir.
Türkiye’de adaletin güvenilirliğini güçlendirmek, yargıya olan toplumsal inancı yeniden inşa etmek ve hukukun üstünlüğünü tesis etmek, ancak adaletin ciddiyetini koruyarak ve gerçek şeffaflık ilkesiyle hareket ederek mümkün olacaktır.
Burada olması gereken meydan okuma ve buna bağlı gerçek şeffaflık ise, televizyon kameralarının önünde slogan atmakla değil, iddialarla, tanıklarla, şikâyetçilerle, etkin pişmanlıktan yararlananlarla, fiziki ve teknik takipler sonucu elde edilen, ilgili kurumların teftiş ve inceleme raporlarıyla oluşan delillerle yüzleşmeye cesaret edebilmekle sağlanabilir.
Türkiye’nin önündeki esas mesele, yargının siyasallaştırılmasına fırsat vermeden, adaletin kamu yararı ve toplumsal denetim ile birlikte yürütülmesini temin etmektir.
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar31