Terörle mücadelede sona doğru
- GİRİŞ18.08.2025 09:03
- GÜNCELLEME19.08.2025 19:12
Terörsüz Türkiye hedefi doğrultusunda, uzun yıllardır var olan teröre karşı siyasi, toplumsal ve normatif boyutları gözeten bütüncül bir mücadele stratejisi uygulanıyor.
Bu çabanın en son ve en kurumsal halkalarından biri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun teşekkülü olmuştur.
Komisyonunca belirlenen temel ilkeler, Türkiye’nin terörlü yıllar sayfasını kapatma arzusunu ve aynı zamanda toplumsal huzur, güvenlik ve esenlik içinde ve siyasal meşruiyet temelinde aziz ve büyük milletimizin her ferdi ve her kesimi ile birlikte hareket etme azim ve kararlılığını göstermektedir.
Bilindiği gibi, terör olgusu, devletin güvenlik politikalarının merkezinde yer alan en karmaşık ve çok boyutlu sorunlardan biri olmuştur.
Terör, salt askerî bir tehdit olarak ele alındığında, bu sorunun özündeki siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel dinamiklerin göz ardı edilmesi riski ortaya çıkar. Terörün bu kapsamlı yapısı, ona karşı geliştirilen politikaların da aynı şekilde çok katmanlı ve bütüncül bir yaklaşım çerçevesinde oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye'nin terörle mücadelesinde başarılı olabilmesi, tarihsel süreçlerin analizine dayanarak, sorunun kök nedenlerini anlaması ve bu çok yönlü tehdit karşısında kapsamlı stratejiler geliştirmesiyle mümkün olacaktır.
Türkiye’de terörün tarihsel kökenlerine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun çoklu yapısından ulus-devlete geçiş sürecinin önemli bir kırılma noktası olduğu görülür. Osmanlı’da farklı etnik ve dini kimlikler belirli özerkliklere ve kendine has kültürel hayat alanlarına sahipken, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte bu çeşitlilik yerini tekçi ve merkeziyetçi bir devlet anlayışına bırakmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu yeni devlet modeli, toplumun farklı kesimlerini “millet” kimliği altında birleştirmeyi hedeflemiş, ancak bu süreçte yerel, etnik ve dini, mezhebi farklılıkların ifade alanları ciddi şekilde kısıtlanmıştır.
Merkeziyetçi politikalar, devletin egemenliğini pekiştirmekle birlikte, çeşitli kesimlerde sosyal kopukluklara neden olmuştur. Bu durum, ilerleyen yıllarda isyan hareketleri ve ayrılıkçı eğilimlerin ortaya çıkışında gerekçe olmuştur.
1920’ler ve 1930’larda, devletin güvenlik politikalarında ağır askerî tedbirler öne çıkmış, devlet otoritesinin kurulması ve korunması için kullanılmıştır. Ancak bu dönemde uygulanan homojenleştirici politikalar, kısa vadede düzeni sağlasa da uzun vadede toplumsal kırılmaların derinleşmesine neden olmuş, ayrılıkçılık ve karşıtlık zeminini güçlendirmiştir. Bu tarihsel süreç, terörün doğrudan bir sonuç olmasa da, devlet-toplum ilişkilerinde temel sorunların başlangıcını oluşturmuştur.
1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye, ideolojik kutuplaşmaların ve radikal hareketlerin yoğunlaştığı bir dönem yaşamıştır. Bu yıllarda ortaya çıkan çeşitli örgütler, siyasi krizlerin ve sosyal huzursuzlukların etkisiyle şiddet olaylarına girişmişlerdir. Bölücü, ayrılıkçı emellerle yola çıkan PKK, Marksist-Leninist bir terör örgütü olarak Türkiye’nin güvenlik gündeminin merkezine yerleşmiştir.
1980 darbesi sonrasında terörle mücadele, ağır askerî operasyonlar ve sert güvenlik önlemleriyle sürdürülmüştür. Bu dönemde yürütülen operasyonlarda yoğun bir askerî güç kullanımı tercih edilmiş; bu yöntemler terörün temelinde yatan sosyoekonomik ve kültürel nedenleri ortadan kaldırmaya yetmemiştir. Terör örgütlerinin yeniden yapılanması ve yeni kuşakların terör hareketlerine katılımı, bu dönemde artarak devam etmiştir. Böylece, güvenlikçi politikalarla kısa vadede elde edilen başarılar, uzun vadede kalıcı barışın tesisinde yetersiz kalmıştır.
Bu yüzyılın başlarından itibaren, küresel ve bölgesel değişimler terörün niteliğini ve mücadelesini yeniden şekillendirmiştir.
Terör artık sadece fiziki saldırılardan ibaret değildir; siber terörizm, psikolojik operasyonlar, sosyal medya üzerinden dezenformasyon ve gençlerin terör örgütlerine dahil edilmesi gibi yeni yöntemlerle yayılmaktadır.
Bu durum, Türkiye’nin terörle mücadelede paradigma değişikliğine gitmesini zorunlu kılmıştır. Artık güvenlik önlemleri, sosyal bütünleşme politikaları, ekonomik kalkınma stratejileri ve hukuki reformların entegre bir şekilde yürütülmesini içeren çok boyutlu yaklaşımlarla desteklenmelidir.
Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik konumu da terörle mücadelenin zorluklarını artırmaktadır. Komşu ülkelerde yaşanan istikrarsızlıklar, sınır ötesi örgütlenmeler ve küresel terör ağlarının faaliyetleri, Türkiye’nin güvenlik ortamını karmaşık hale getirmiştir. Bu nedenle Türkiye, sadece kendi topraklarında değil, aynı zamanda bölgesel iş birliği ve diplomatik stratejilerle de terör tehdidini engellemeye yönelik politikalar geliştirme ihtiyacı hissetmiştir.
Özetle, terörle mücadelede başarı için, tarihsel tecrübelerden ders alarak, terörün sadece güvenlik politikaları ile çözülemeyeceğini görmek gerekmektedir.
Terör, sosyal dışlanma, ekonomik yoksulluk, kimlik sorunları ve hukuki eksikliklerin birleştiği karmaşık bir yapıdan beslenmektedir. Bu nedenle mücadele stratejileri, güvenlik tedbirlerinin yanında, sosyal adalet, ekonomik kalkınma, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme alanlarında da kapsamlı yaklaşımları içermelidir.
Ancak böylelikle, Türkiye terör tehdidini kökünden bertaraf ederek, uzun süreli barış ve istikrar ortamını sağlayabilir.
Bu kapsamda, devletin güvenlik kurumlarıyla birlikte yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademi ve uluslararası aktörlerin eşgüdüm içinde hareket etmesi gerekmektedir. Terörle mücadele, zorlayıcı yöntemlere ek olarak, önleyici ve iyileştirici politikalarla desteklenmelidir. Eğitim sisteminde kardeşlik ve demokrasi kültürünün güçlendirilmesi, gençlerin sosyoekonomik imkânlarla desteklenmesi terörün yeniden üretim mekanizmalarının kırılmasında kritik öneme sahiptir.
Türkiye’nin terörle mücadele alanında gösterdiği ilerlemeler, güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları sayesinde olduğu gibi; teknolojik gelişmeler, bunlara intibak, iyi kullanma ve toplumsal, ekonomik ve hukuki alanlarda gerçekleştirilen kapsamlı reformların ve stratejik hamlelerin bir sonucudur. Terörün kök nedenlerine yönelik olarak geliştirilen politikalar, bölgesel kalkınmayı destekleyen yatırımlar, eğitim imkânlarının artırılması ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesiyle terör örgütlerinin istismar ettiği zeminler daraltılmıştır.
Bu süreçte hukukun üstünlüğünün sağlanması, insan haklarına saygının artırılması ve demokratik kurumların güçlendirilmesi, terörle mücadeleye olan toplumsal desteğin ve devlet meşruiyetinin pekiştirilmesine önemli katkılar sunmuştur. Devletin tüm kurumları arasında sağlanan koordinasyon ve eşgüdüm sayesinde, sahada etkinlik ve sürdürülebilirlik artırılmış; güvenlik politikaları sosyal politikalarla entegre edilmiştir.
Aynı zamanda, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası iş birliklerine verdiği önem, terörle mücadelede sınır ötesi tehditlerin azaltılmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Komşu ülkelerle geliştirilen güvenlik ortaklıkları, istihbarat paylaşımı mekanizmaları ve uluslararası platformlardaki diplomatik girişimler, Türkiye’nin terörle mücadelede etkinliğini artırmıştır. Bu çok katmanlı ve çok aktörlü yaklaşım, terör tehdidinin günümüzdeki çok boyutlu yapısına karşı başarılı bir karşılık üretmiştir.
Ayrıca, genç nüfusun sosyoekonomik imkânlarla desteklenmesi ve toplumsal huzur, kardeşlik kültürünün eğitim sistemine entegre edilmesi, terörün yeniden üretim mekanizmalarını kırmada kritik öneme sahiptir. Medya ve sivil toplumun aktif rolü, toplumsal farkındalığın yükseltilmesine ve dezenformasyonun önlenmesine katkı sağlamıştır. Böylelikle, toplumun her kesimi terörle mücadelede ortak sorumluluk bilinciyle hareket etmeye başlamıştır.
Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, Türkiye’nin terör tehdidinden arındırılmış, demokratik değerleri güçlendirilmiş, sosyal uyum ve ekonomik refahın yaygınlaştığı bir geleceğe doğru önemli bir yol kat ettiği görülmektedir.
Bu yol, ancak sürekli gelişim, yenilikçi politikalar ve kapsayıcı yaklaşımlarla sürdürülebilir. Devletin, yerel aktörlerin ve toplumun tüm bileşenlerinin iş birliği ve kararlılığıyla terörle mücadelede kalıcı başarı mümkün olacaktır.
Böylece Türkiye, hem iç güvenliğini sağlama hem de bölgesinde istikrar ve barışın mimarı olma hedefini kararlılıkla gerçekleştirebilecektir.
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar7